Benim bedenim, benim kararım, bir de benim çocuğum…
“3-5 çocuk, normal-vajinal doğum, sezaryen, korkak, cesur, estetik olmayan, ayıp, terbiyesizlik…”
Arada bir yerlerde, biber gazı kokusunu anımsatan,“zavallı kemirgen” ve “beyin felçli”.
*
Ben, kelimelerle yaşayan biriyim. Kelimeleri anımsarım, yazarım ve konuşurum. Doğru kelimeleri bulamadığımda susarım. Anlarımı anımsadığımda, aklıma önce kelimeler gelir, sonra fotoğraf kareleri. Bugün, sevgili Usta Mehmet Ali Birand’ın deyimiyle “caanım Cuma”. Yazın sımsıcak, güneşin renkleriyle aydınlanan haftalarından biri daha bitiyor. Hayatımızın bir haftası daha uçup gitti! Ve kafamda, bu hafta uğuldayarak yer eden yukarıdaki kelimeler kötü kötü sırıtıyor: “Ha ha ha! İzin vermeyeceğiz bu haftadan güzel bir an anımsamana KADIN!”
*
2001 yılı, yazın en sıcak günleri. O zamana kadar üç kuruş kilomu taşımaya alışık ince bedenimin taşımaya uğraştığı koca göbeğimle, hoplaya zıplaya ofise, işlettiğimiz restorana, eve, alışverişe, gezmeye, doğum öncesi kurslara, doktoruma, tatile ve arkadaşlarımın evlerine gidip geliyorum. Sıcaktan ve taşıdığım ağırlıktan sıkça fenalık geldiği için, genelde yürüyorum ve yürürken, bol bol göbeğimi okşayıp, oğluşumla konuşuyorum. Dolaştığım sokakları, bindiğim otobüsleri, oturduğum mekânları, yaptığım işleri anlatıyorum O’na. “Yaşıyoruz” diyorum, “sen, ben ve bütün dünya.” Kendi kendime konuşup göbeğimi okşadığımı gören birileri, genelde iki tip tepki veriyorlar, ya gülümsüyorlar ya da “deli herhalde?” diye başlarını sallıyorlar. Ve benim aklıma, hamile halimle hiç başka bir şey diyebilecekleri gelmiyor! Aklım “başka türlü” çalışmıyorsa, kabahat benim mi?
Doğuma 6 gün kalaya kadar ofiste çalışan, organizasyonlarda koşturan, 6 aylık hamileyken tek başına kolileyip ev taşıyan, gündüz işte gece mekânda sürekli insanların içinde, “sokakta” yaşayan halimle ben, hamileyken kendimi hep çok güzel, çok kadın, çok insan ve çok mucizevi hissediyorum. Kendi canımdan bir başka varlık yaratmanın, onu bedenimde büyütmenin, hamile kaldığım andan itibaren sadece kendim için değil, çocuğum için de yaşadığımı bilmenin müthiş hazzını yaşıyorum. Ve oğlumu kucağıma ilk kez alıp, emzirdiğim andan beri Yaradan’a her gün bana bahşettiği sorumluluk ve gurur için şükrediyorum!
*
İnsan olmak zor, kadın olmak daha zor, ama bu ülkede insanca yaşamak isteyen bir kadın olmak daha da zor.
Burası, ‘karı gibi gülme’yen, ‘adam gibi ol’an, ‘eksik etek’lerin,’karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme’yenlerin ülkesi. Kadını bir meta, hükmedebileceği bir köle, gücünü üzerinde deneyebileceği bir kum torbası ve cinselliğini yaşayabileceği bir et parçası olarak gören erkeklerin toprağı.
Çocuk gelinlerin, çocuk işçilerin, tecavüze uğrayan, enseste maruz kalan, dövülen, yoğun şiddet gören, mal gibi alınıp satılan, zorla çalıştırılan, kaç çocuk doğuracağına karar verilen, ezilen, sömürülen, ısrarla “yok sayılmaya” uğraşılan kız çocuklarının ve kadınların ülkesi burası. Kadından başka hiç kimsenin karışma, karar verme, ahkâm kesme, yasaklama veya onaylama hakkı olmayan konularda bile, sürekli erkeklerin konuştuğu, karar verdiği, kural koyduğu ve o kuralları acımasızca uyguladığı bir ülke.
Üstelik son yıllarda, hükümet politikası olarak dayatılan baskılarla, aşağılamalarla, devamlı dine dayandırılan tuhaf açıklamalar ve hakaret boyutuna varan yorumlarla dehşet verici cinsiyet ayrımcılığımız giderek tırmanıyor. Zaten tecavüzcülere, kadın katillerine, kadına şiddet uygulayanlara verilmeyen cezalarla, olmadık iyi hal veya sözde tahrik indirimleri ile adaletin de kadından yana olmadığını, durgun sudaki yansıma kadar iyi biliyoruz. (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre Temmuz ayında şu ana kadar öldürülen kadın sayısı 22.) Uzun uzun örneklemeye gerek yok, hayatımızın son beş gününe bakmak da yeter!
*
Örneğin biz, Nazım Özgün’le bu haftaya Twitter sayfamı okuyup, haber seyrederken aniden “korkak Anniş ile korkak Böcük” olduğumuzu(!) öğrenerek başladık.
“İşin fıtratı normal doğumdur ve fıtratın peşinde koşmak lazım. Bundan sonra epidural doğum, hipnozla doğum gibi yöntemler gündeme alınabilir. Normal doğumun önüne başka bir şeyi geçirmemek lazım. Bu işin tabiatı normal doğumdur. ‘Sezaryen mi, epidural mi?’ derseniz tabii ki epidural. Fakat ‘normal doğum mu, epidural mı?’ Tabii ki normal doğum. Anneleri korkutmayacaksınız. Anne ne kadar cesursa çocuğu da o kadar cesur olur. Korkak bir nesil istemiyoruz.” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu.
Kaşlarını çatarak bir TV ekranına, bir Twitter’da yazılanlara, bir de son çare dönüp bana bakan Böcük, daha ben açıklama yapamadan kendi fikrini bildiriyor: “Bu Bakan nasıl doğmuş bilmiyorum ama ben korkak değilim!”
Toplumun bölünüp ayrıştırılacak insanlar yığını olduğunu zanneden zihniyet, bu defa da anneleri bölmeye uğraşıyor. Ve tabii ki, kadının gücünü, haysiyetini, kişiliğini yine yok varsayıyor ve bence bu defa, ciddi anlamda duvara tosluyor artık! Hayatımda tanıdığım farklı açılardan en cesur ve gözü pek kadınlar, birbiri ardına dalga geçen mesajlar yağdırıyorlar sosyal mecrada: “Ben de korkağım!”
Belirtmek gerekir mi bilmem, biz çoğumuz artık “Gezi zekâlı” anneleriz. Konda Araştırma Şirketi’nin Gezi’yle ilgili araştırma verilerine göre parktaki ve sokaktaki direnişçilerin %50.9 ‘u kadın. Gezi’den önce de haksızlığa, ayrımcılığa, şiddete ve zulme karşı zaten sesimizi yükseltiyorduk, ama artık sokaktayız! İstersek biz kadınların ne kadar “kalabalık” olabileceğimiz konusunda bir fikrin var mı ey sayın zihniyet?!
Sayın Başbakan sayesinde(!) “kürtaj, cinayet, sezaryen” kelimelerini aynı cümle içinde “anlayabilmeyi” geçen yaz öğrenmek zorunda kalan Nazım Özgün’e tane tane “aslında biz tabii ki korkak değiliz” açıklaması yapmaya çalışıyorum. Doğrudan anne adayı kadını ilgilendiren, mahrem sayılabilecek kadar özel, kişisel hak ve özgürlükler kapsamına giren doğum yöntemini, neden sürekli erkeklerin tartışıp durduğunu ben anlamıyorum ki, 11 yaşındaki “erkek” çocuğuma nasıl anlatayım? Oğlumu hükümet cesur nesil istiyor diye düşünerek değil, kendi doğrularıma ve evrensel değer yargılarına göre iyi bir insan olarak yetiştirmek istiyorum. Mücadele ederek, emek vererek ve çok sabrederek geçirdiğimiz son 11 yılın sonucuna bakınca, ‘Bakan Bey’in ve kendisi gibi düşünenlerin, “korkak/cesur” tanımlaması için beni ve oğlumu tanımaları gerekiyor’ diye düşünüp hınzırca gülümsüyorum. “Bence sen çok cesursun Anniş, bütün anneler cesurdur, ama sanırım Bakan bunu bilmiyor!” diyor Nazım Özgün. Kahkahalarla gülüyoruz.
Aradan bir iki gün geçiyor, garip ve asla anlayamadığım “zihniyet” bu defa devlet televizyonunda, üstelik de iftar vakti, tasavvuf düşünürü ve avukat kılığında hortluyor: "Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7–8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşamüstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir." Ömer Tuğrul İnançer
Bu ülkede kaç evde TRT1 seyrediliyor? Kaç evde sayın tasavvuf hocasının söylediklerine uyup "hadi bakalım sen evde otur artık' deniyor hamile kadınlara? Konu patlak verince ortaya çıkıyor ki, aslında pek hocaya da ihtiyacı yok bu zihniyetin! Çünkü biz maalesef konu 'kadın' olunca, utanılacak, sakınılacak, aşağılanıp susturulacak, küçük yaştan itibaren tecavüz edilecek, hatta boşanmaya kalkıyorsa direkt öldürülecek bir 'şey' görenlerin ülkesinde yaşıyoruz. Kadın zaten “eşya” gibi, eşyalar da evde durur zaten, ne işi var sokakta?! Tecavüzcüleri cezalandırıp tecavüzleri engellemek, kadına şiddeti önlemek, çocuk ve kadın haklarını iyileştirmek yerine, kadının bedeni üzerinden ahkam kesmek daha kolay, değil mi?
Sözde tasavvuf düşünürü ve avukat beyefendinin müthiş ulvi(!) açıklamaları, “hamile kadın çalışıyorsa evinde otursun diye izin veriliyor, zaten hamileleri gören genç kızlar da korkuyor” minvalinde devam ediyor. Sosyal mecrada ve sokakta protestolarla hakkını savunan kadınlara “hamile kadın=seviştiği resmi olarak belgelenmiş kadındır, gezmesin sokakta!” yorumlarıyla utanmadan saldıranlar çıkıyor bir de ortaya.
Hamile görünce aklına cinsellik gelen,'bak kesin sevişmiş bu' diyebilen beyin, ne cins olabilir?! Sapık? Sapkın? Kompleksli? İğrenç! Bir de bu anlayışı "ama geleneğimiz, göreneğimiz, ama aile yapısı..."diye savunanlar da var! Kadın derken daha “k” harfinde cinselliğe odaklanan beyin yapılarını da anlıyorum belki ama “kemirgen çapulcu kafamın” algılamadığı tek şey şu: Nasıl dünyaya geldiğinizi biliyor musunuz? Anneniz yok mu sizin? Kız kardeşiniz? Ablanız? Teyzeniz, halanız, yengeniz, anneanneniz, babaanneniz filan? Hiç mi sevdiğiniz, saydığınız kadın yok ailenizde veya yakın çevrenizde? Ve o kadınlar size hiç "ne yapıyorsun, ne diyorsun sen?" demezler mi?
*
Benim adım İrem. Hamileyken hem sokakta gezdim, hem de doğuma bir hafta kalana dek çalıştım. Ben size göre bir terbiyesizim, estetik zevkinizi bozdum!
Hamileyken sokakta kendi başıma gezdiğim yetmiyormuş gibi, vajinal doğum kursuna gittiğim halde, oğlum rahmimde ters durduğu için sezaryenle doğurdum. Ben size göre bir korkağım! Oğlum da öyle!
Ben bir kadınım, düşünmem, konuşmam, boşanmış olmam, hele de 3 çocuktan az doğurmam size göre… Hiç hoş değil!
Ben bir kadınım, anneyim, bireyim, vatandaşım ve her şeyden önce insanım. Ve malum zihniyetiniz sayesinde, insanlığımdan utanıyorum!
Sonra birileri bize dönüp, "Önce 3–5 ağaç dediniz, sonra direniyoruz diye isyan çıkardınız!" diyor ya…
İşte biz neye karşı direniyoruz, bu hafta yaşadıklarımız sadece bir örnek!
#direnhamile ! #benimbedenim ! #benimkararim !
YORUMLAR