Hep genç kalacak çocuğa…
“Gencecik insanların ölümünden mutluluk duyan zavallılara cevap vermeyin, hayat, vicdansız bırakarak zaten gereken cezayı vermiş onlara..." Ahmet Ümit
Aklıma esince değil, ruhumu sıkıştırınca acının koyusu, hiç gönderemeyeceğim mektuplar yazarım. Seninle karşılıklı oturup konuşsaydık bir yerde, kuytu köşede saklansaydık polisten veya gecenin bir vakti iki direniş tweeti arasında rastlasaydık birbirimize, kesin tüm Gezi ruhlu gençler gibi ‘abla’ demeye kalkardın da paylardım seni azcık. Kardeşimden küçükse yaşı senin gibi, ‘çocuk’ diye takılırım delikanlılara, sen de bana “çocuk değilim ki” diye kızardın belki, sonra da gülerdik beraber. Yapamadık be çocuk! Direniş’in daha d’sinde hiç yaşanmadan yarım kaldı kardeşliğimiz…
Oysa direnişin en başındaydık gözüdönmüşvicdansızinsanlıktanuzakyaratıklar sana vura vura kıydıklarında. Biz gazla, polisle, şiddetle, hakaretlerle sokaklarda kaçarak uğraşırken düştün körpecik canının derdine. Hayat kurtarmak için sözde yemin eden doktor müsveddesi düşmediyse eğer senin canının derdine, suç sende değil ki? Ama söylesene, sen 20 saat onca acıyla, kırıkla, içine içine akan kanınla nasıl yaşadın be çocuk? Sonunda hastanede tedavin başladığı zaman görmüştüm babanı ilk kez, gözlerim acıyordu gazın yakışından, aniden geçti acım! Elinde senin koca gülüşlü bir fotoğrafın, sadece direnmeni istiyordu babacığın, bir de sana bu vahşeti reva görenlerin bulunup kör kuyularda çekilesi cezalarını çekmelerini. Olmadı be Ali İsmail. Sana çok borçlu kaldık be çocuk!
Tam 38 gün direndin sen. Arada kopuk kopuk haberlerin geldi ama hiç biri hep beklediğimiz “gözünü açtı” haberi değildi. Cehaletle biat kültürünün birleştiği noktadaki gözü dönmüşler, senin gencecik, annenin belki sarılmaya kıyamadığı bedenine öyle çok vurmuşlar ki sopalarla tekmelerle, yetmedi dualarımız, geç kalmış tedaviye cevabını vermeden, kırıldı gitti direncin. Yetinmediler evrende aynı havayı soluduğuma utandığım densiz reziller, ardından atıp tuttular bir de, değil herhangi bir dine sığmak, insan olanın vicdanını delen cümleler savurdular havaya! Yazmışsın ya hani, başa çıkılmaz ki yobazla, korunmak gerek. Biz seni hiç koruyamadık be çocuk!
Tıpkı Ethem, Mehmet, Abdullah ile Medeni gittikleri zaman olduğu gibi, sen gittiğinden beri de 8 yaş küçüğün oğluma sarılamaz oldum. Onlara da çok yanıyorum, hala, her gün, ölüme zorla gönderildiğin yolun başkalığından mı bilmem ama senin gidişin bir başka oturdu kalbimin ortasına. Oğluma her bakışımda, annenin sana bir daha hiç bakıp da sarılamayacağını, kokunu doya doya içine çekemeyeceğini, kadife gülümsemeni göremeyeceğini anımsıyorum, kaskatı kesiliyor elim kolum, duruyorum öylece. Kırmızı montun varmış üzerinde son gün, çok severmişsin, annen giymiş de çıkaramamış… Ben de dolabın en dibine ittim oğlumun en sevdiği renk kırmızı hırkasını, şimdi ne zaman kırmızı giyse, aklımın bir köşesinde sen. Bakamıyorum annenin çığlık çığlık acısını evrene haykıran yüzüne! Acının tarifi olmaz ama annenle baban iki fotoğraf karesinden en gerçek acıyla baktılar senden sonra dünyaya.
Babanın senin kocaman fotoğrafına bakar da dokunmaya kıyamadan ağlar hali kaldı içimde, çıkmaz ki artık? Sen bilirsin değil mi çocuk, babalar hiç de kolay ağlamaz öyle anneler gibi? İçine akar da bir babanın gözyaşları, kan kusar da şerbet içtim der, belli etmez hiç acısını. Eğer için için haykırarak ağlayan bir baba varsa, oradaki kayıp tarif edilemez boşluktur, yiten candır, etinden, hücresinden parçadır… Sözün bittiği yerdir evlat acısı. Biz seninle o fotoğrafa birlikte susup bakakaldık sanki çok özür dilerim be çocuk!
Çünkü sen, artık hep 19 yaşında kalacaksın. Hep genç kalıp hiç yaşlanmayacaksın ama, hiç kendi bebeğini de kucağına alamayacaksın. Severek okuduğun okulundan mezun olup da, elin ekmek tutmayacak. 20 yaşını hiç göremeden gittin ya sen, hiç kendini unutacak kadar da âşık olamayacaksın. Kadının biri hiç yakmayacak canını, sokakta yürürken bir taşı yuvarlayıp ıslık da çalamayacaksın artık. Fırından alıp geldiğin mis kokan pideyi bölmese de ellerin, bil ki her dilden, her dinden duada, her yakarışta sen de varsın artık!
Sen canının derdiyle uyurken, Gezi Parkı’ndan önce gazla, vahşet dalgalarıyla kovdular bizi. Sonra süslediler sözde renkli çiçekler ve oturmayalım diye ıslattıkları çimenlerle. Ruhunu çalmışlardı parkımızın, keyfe keder açıp açıp sonra yeniden gazla kapattılar son hafta, direndik de ruhunu geri getirdik Gezi’nin! Geçen gece rengârenk çocuk parkında Rüya’nın kaçan topunu getiren yakışıklı abi sendin, biliyor musun? Eğer görebilseydin koşa koşa gelip sözünü sakınmadan konuşacağın forumlarda anıyoruz şimdi seni, başka başka şehirlerin sokaklarında ‘Ali İsmail Korkmaz ölümsüzdür’ diyerek yürüyoruz, Hatay’da senin adını haykırdıkları için hala gazla yanıyor hançereleri yaşıtlarının, çünkü biz öyle çok’uz ki artık, öldürmekle de direnişten varolan dirilişin can kaynağını bitiremeyecekler be çocuk!
Ramazan’ın ilk günü 41 yıllık hayatımda gördüğüm en renkli, en bereketli, en büyük aile sofrasına oturduk koca İstiklal Caddesi boyunca. Sen karşımda bağdaş kurmuştun, elim yana yana dumanı tüten pideden verdim sana. Kocaman bir ailenin, bir toplumun parçası olduğumu, bir olduğumuzu hissetmek çok iyi geldi bana, lokmaları yutmadan "Bu daha Başlangıç Mücadeleye Devam" diye beraber bağırdığım delikanlı da sendin aslında! Gezi sürecinde çok yer sofralarında yemekler yedik, 21 gün ekmeğimizi, battaniyemizi, ağaç altlarını, solüsyonumuzu paylaştık da geldik bugünlere. İşte Gezi'deki sofralarımızın, ortak aşımızın toplamıydı #yeryüzüiftarı, görseydin çok severdin be çocuk!
Yarattığımız birlik, sevgi, saygı, hoşgörü, diğerinin özgürlüğüne hürmet, kardeşlikten ve ortak ideallerden, geleneklerden, iyi insan olma meziyetlerinden kaynaklanan bütünlük hiç bozulmasın diye uğraşıyoruz bugünlerde. Bir daha sen yaşta çocuklar sokak ortasında can vermesinler diye direniyoruz. Gazla, orantısız şiddetle yıldıramadılar bizi, bin parka yayıldı direnişin ruhu, baktılar yıkamadılar dayanışmamızı, olmayan bir suç örgütü damgası vurup Taksim Dayanışma’ya, hepimizin sırt çantasından çıkacak deniz gözlüğü ve gaz maskesiyle, yazdığımız tweetleri suç delili sayıp, soğuk parmaklıklar ardına sokmaya çalıştılar halkın temsilcilerini. Dün gece adaletin zor uğradığı, saraydan bozma Çağlayan Adliyesi’nde adalete yeni bir sahne yazıldığında, sevgi zincirinde kucaklarken dostlarımızı, yanımda durup “Katil devlet hesap verecek” diye bağıran kara yağız yakışıklı da sendin değil mi?
Bil ki, direnişin sevgi ile sarmalanmış gücüyle şiddete karşı duran, pes etmeden her yeni günün güneşini selamlayan herkesin, sana, Ethem’e, Abdocan’a, Mehmet’e ve Medeni’ye kardeşlik selamı var!
Yaşamın kuytu, soğuk, koyu karanlık bir köşesini hiç sönmeyecek bir ışıkla parlatmak meleklere mahsustur ya, işte sen de melek oldun be çocuk, yaşamdan yaşayamadan geri kaldığın ne varsa senin olsun öte dünyada…
Kocaman kara gözlerinden sevgiyle öperim!
İmza: Binlerce ablandan sadece biri
YORUMLAR