Yalnızlıklar üzerine
Yalnızlık öyle apansız gelmez. Adım adım gelir. Çok alametler belirir ama görmezden geliriz. Oysa gitgide yaklaşan ayrılık saati, savaş tamtamları gibi kulağımızda çalar ama duymazdan geliriz. Günden güne azalan konuşmalar, birbirinden kaçırılan gözler, ara sıra karşılaşan bakışların başka yönlere kaydırılması. Farkında değilmişiz gibi davranırız.
Sessizce bekleriz. Ne zaman çalacağı pekala bilinen o uğursuz 'gong' sesini bekleriz. Aynı evde daha şimdiden iki yabancı olmak ve bunu bilmenin yürek burkan çaresizliği içinde bekleriz.
Ayrılıkların sevdanın bir parçası olduğuna kendimizi alıştırmanın ne kadar beyhude olduğunu ansızın anlamanın tarifsiz hüznünü yaşarız.
Ayrılığın ve ardından gelecek olan yalnızlığın adım seslerini iyice duymaya başladığımızda, uzak taşra kentlerini düşlemeye başlarız. Buram buram yalnızlığın devriye gezdiği o sokakları, o caddeleri düşlemeye koyuluruz.
Korkarak düşünürüz. O kentlerde mecburen yaşamanın nasıl bir şey olacağını, ansızın iniveren acımasız geceleri, mor karanlıkları, solgun lambalar altında hızla geçeceğimiz ıssız sokakları düşünürüz.
Arkada bırakacağımız kitapları, sevda başlangıçlarını, Taksim’i, Galata’yı ama ille de denizi nasıl özleyeceğimizi düşünürüz.
Küçük bir çocukken anne ve babamızın arasında yürüdüğümüz o büyük ve kalabalık caddeyi düşünürüz. Dar bir koridor gibi uzayan İstiklal Caddesi. İnci’de yenilen protiforoller. Tünel’de binilen tramvay. Baba içkiyi çok kaçıracak diye korka korka girilen Çiçek Pasajı. Siyah elbiseli madamlar.
Caddeye açılan karanlık, rutubetli, gizemli ama itici yokuşlar. Pasajlar. Sinema afişleri. Terkedilmiş, artık içlerinde tinerci çocuklardan başka kimsenin yaşamadığı mermer heykelli binaların hüzünlü güzelliği.
Yalnızlık “tek başınalık” değildir. “Çok başına” da yalnız kalabilir insan ki bu çok daha acıtıcıdır. Yalnızlık, hafta sonları uzak akrabalara tedirgince gitmektir. Yalnızlık, bir arkadaşı ziyarete giderken “Ya Evde Yoksan” diye bir şarkı mırıldanmaktır.
Yalnızlık, çamaşırların “umumi çamaşırhanelerde” yıkanmasıdır. Yalnızlık, doğum günlerini mahalle pastanesinden alınmış özensiz pastalarla kutlamaktır. Yabancı kokusuna bir türlü alışamadığın yataklarda uyuma çabalarıdır. Yıldızların senden ne kadar uzak olduğunu ilk kez anlamaktır.
Yalnızlık, içinde bir köpek gibi havlayan ıssızlığınla yollara düşmektir. Anıları, sevdaları arkanda bırakıp uzak taşra kentlerine yollanmaktır. Yalnızlık, çantalara, bavullara anıları doldurup toplamaktır. Geride kalanları sonsuza dek kendi yalnızlıklarına katmaktır. Yalnızlık, bir türlü çalmayan telefonlardır, gelmeyen mektuplardır, dile getirilemeyen sevdalardır.
Yalnızlık, masmavi yüreğinde kapkara bir yara taşımaktır. Hep sevdiğin Edip Cansever’i şimdi daha bir sevmektir. “Gencecik bir kız idim. Bir oğlan çiçekler attı gözlerime. Çevirdim yüzümü. Gülüşlerimin yarısı onda kaldı yarısı bende. Marine marina aquamarine” dizelerini hatırlamaktır yalnızlık. Fürüzan’ın “Parasız Yatılı”sını bir kez daha okumaktır yalnızlık.
Yalnızlık, “yalnızlığını giyinmektir”. İstanbul’un yağmurlarda külrengi yıkandığını bilmektir. Gülhane Parkı’nda kimselerin, hatta polislerin bile fark etmediği bir ceviz ağacı olmaktır yalnızlık. İçindeki volkanın uyanmasıdır. Yalnızlık, hayallerinden utanmaktır. Her dakika bir roman yaşamaktır. Yüreğinde her dakika bir yola düşmektir. Yağmurdan kaçmaktır. Sarayburnu’ndan geçmektir. Senin ve yıldızların bir bir düşmemesi için elinden tutacak birilerini aramaktır. Gizli gizli ağlamaktır. Gözlerine yıldızların doğmasıdır. Işıkların birdenbire sönmesidir. İçinde yeni bir kandili yakmaya çalışmaktır. Ellerini, yüzünü yıldızlarla yıkamaktır.
Yalnızlık, kentin bütün seslerinin ölmesidir. Karanlıkta kalmış çocuklara dönmektir. Dünyaya hiç gelmemişe dönmektir. Rüzgarın gözüne karanlık bir yelken gibi açılmaktır. Bir kadeh yağmur içmektir. Kendin için şarkı söylemektir. Kentin üstünde silkinen tozlu ayı görmektir. Üşümektir, içinin ürpermesidir yalnızlık.
Yalnızlık, akşamların bir roman gibi bitmesidir. “Akşam oldu yine bastı karalar” şarkısıdır. Kirpiklerinden dizeler dökülmesidir. Kimse gelmese de beklemektir. Çocuklukta büyümektir, ip atlama sırasına girmemektir. Yalnızlık, geride bıraktığın arkadaşlarına, “Biri beni sorarsa, sana beni sorarsa, gittiğimi söyler misin” demektir.
Yalnızlığın paylaşılamayacağını bilmektir yalnızlık…
YORUMLAR