İşte bunlar hep tesadüf

Lincoln Center’da Avery Fisher Hall tıklım tıklım. Kubrick’in filmi 2001: Space Odyssey arkada oynarken, önde New York Filarmoni filmin müziklerini çalacak.


Filarmoni üyeleri sahnede, son akortlar.


Orkestradan yaşlı bir hanım koltuğunun altına sıkıştırdığı kemanıyla gelenleri kesiyor. Bakışlarından, ‘Keşke seyirci olsaydım’ hissini alıyorum. Uzak bir yerlerden tanıdık bu bakış. Biliyorum, çünkü uzak bir yerlerde bütün yakınlarım keşkelerden taçlar yapıyor. ‘Keşke senin yerinde olsaydım, keşke ben orda olsaydım, ne kadar şanslısın, bak bizim halimize, sakın dönme, keşke, keşke…’


Anlatayım: Keşke burada olsaydınız neler olacaktı..


Sabah kalkacaktınız. Evde bir bardak kahve, çıkıp gazetenizi alacaktınız. O sırada kapının önünü süpüren kapıcınız, ‘Bugün nasılsın? Postan gelirse sana haber veririm. Bak havalar serinledi. Kalın giyin, ince çıkma tatlım. Kendine dikkat et. Harika geçsin günün’ diyecekti. Kapıcınızın size ‘tatlım, balım’ demesi hiç garibinize gitmeyecekti. Siz de onun okulu değişen oğlunu ve alışıp alışmadığını soracaktınız. Uzun uzun anlatacaktı. ‘Porto Riko’ya gelseniz keşke bir gün diyecekti, bizde kalırsınız.’ Siz de ‘Tamam’ diyecektiniz. Ve bunu geçiştirmek için değil bir gün gerçekten gitme isteğiyle diyecektiniz.


Öğlene doğru, bir şeyler atıştırmak istediğinizde köşeden alacağınız bir tane sandviç için 7 dakika kuyruk bekleyecek ama hiç söylenmeyecektiniz. Çünkü kimse sizin önünüze geçmek istemeyecekti. Kimse sizi ittirip kaktırmayacaktı. Gün içinde gerekli gereksiz her fırsatta, ‘Çok pardon’ diyen birilerini duyacaktınız.


Tanımadığınız insanlarla kendinizi sokakta dertleşirken bulacaktınız. Havadan sudan, komşunun köpeğinden, sağlık sisteminden, vergilerden. O ‘aptal, cahil, sorsan bizim ülkeyi haritada gösteremez’ sanılan Amerikalılar, size sizin başbakanınızın neden öyle konuştuğunu soracak, sonra da kendi başkanlarının nasıl bir hayal kırıklığı olduğunu anlatacaklardı.


Sonra bir arkadaşınız arayacak bugün bir kahveye vaktiniz olup olmayacağını soracaktı. ‘İşim var’ ya da ‘Harika’ diyecektiniz. Burada saatli arkadaşlıklar kuracak, belki de bir saat içinde hızlı bir güncelleme yapıp, sarılıp ayrılacaktınız. Haftalar sonra görüşmek için telefonunuzu yeniden elinize aldığınızda ‘Aman şimdi iki kilo sitem yerim’ deyip geri bırakmayacaktınız. Çünkü ‘sitem’ burada unuttuğunuz bir şey olacaktı.


Sonra kimse size özel hayatınızla ilgili soru sormayacaktı. Kaç para kazandığınız veya ne kadar kira ödediğiniz de hiç mevzu olmayacaktı. Kimse ama kimse sizi kırmayacak, kimse sizi kıskanmayacak, kimse size laf sokmayacaktı. Evet belki hayatınızın fonu plastik yapma çiçeklerle dolacaktı, duyduklarınız konserve kahkahalar olacaktı ama zamanla bunun size iyi geldiğini düşünecektiniz.


Sonra yanınızdan gün içinde her tipte insan geçecek ve siz hiçbirini yadırgamayacaktınız. Metroya binip öpüşenlere, bağıra çağıra şarkı söyleyenlere dönüp bakmayacaktınız bile. Herkesi ayrı ayrı olduğu gibi sevmeyi öğrenecektiniz.


Tüm bunlar olup biterken, yedi ay sonra günlerden bir gün sokakta yürürken, kızın teki size çarpacak ve arkanızdan okkalı bir ‘salak’ yapıştıracaktı. Ve bu Türkçe olacaktı. Biraz şaşıracak, gülecek, cevap bile vermeden devam edecek, sonra üzülecektiniz.


Tesadüflere ‘tesadüf’ deyip geçmemeyi burada öğrenecektiniz.






YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.