Bahar halleri…
“…Eğer umudun olmadığını farz ederseniz, hiç umut olmayacağını garanti edersiniz. Özgürlük içgüdüsünün varlığına ve bir şeyleri değiştirmek için fırsatlar bulunabileceğine inanırsanız, işte o zaman, daha iyi bir dünyanın oluşumuna katkıda bulunabilme olasılığınız vardır…”
- Noam Chomsky
Gece ekmek pişirdiğim için geç uyumuştum, yine de erkenden uyandım. Rüzgarın sesiydi galiba beni uyandıran ama daha o zaman fark etmemiştim, tekrar dalar gibi oldum… Zınk! Yine uyandı bilincim, etrafıma baktım, güneş bulutların ardından çıkmak için çabalıyordu, kalktım, hızlıca giyindim, el yüz yıkama töreni için Açık Hava Banyosu’na (AHB) doğru yola koyuldum.
Birkaç gündür her tuvalete gidişimde gözüme çarpan ve 'dönüşte alırım' deyip de unuttuğum, güneşten eskimiş kısımlarını kesip attığım, sağlam kısımlarını yıkayıp astığım perde parçalarını bu kez akıllandığım için 'gidişte' aldım, kaba bir katlamayla kolumda topladım, banyodaki taburenin üzerine koydum.
Gözlüğümü çıkarıp, kolayca yerinden çıktığı için düşüp kırılan buzdolabı rafından uyarlanma banyo rafının üzerine yerleştirdim, yüzümü yıkayıp burnuma üç kere su çektim. Şimdi yazarken hatırladım da, bir de bu ritüelin kulak çekiştirme kısmı vardı, sahi onu ne ara bıraktım, kış hali unutturmuş olmalı, bahar geldi ya, yeniden başlarım artık.
Çardakta yazmaya niyetlenmiştim ama hava serin, eve seyirtmiştim ki çardaktaki masalardan birinin örtüsünün rüzgârla yere uçtuğunu fark ettim, yaklaşınca baktım ki diğeri de uçmak üzere, üzerindeki ağırlıklar tutuyor. Önce uçmuş olanı kaldırıp silkeledim, uçarken iki kül tablasını da uçurmuş, birlikte yerdeki çakılların üzerine yumuşak iniş yapmışlar, yere saçılmış izmaritleri de topladım küllüklerden birine. Rüzgâr, örtüsüz masanın sarı tozlarını üfürmüş bir güzel, diğer masanın örtülü kısmında ise biriktirmiş, o örtüyü de alayım da onlar da rüzgârla temizlesin.
Çardaktaki yeni keyfimiz müzik, geçen gün Eylem, Birkan, Akın ve Selahattin seferber oldular, küçük müzik sistemini kurup mutlu ettiler bizi, dans ede ede çalıştık, dinlendik, akşamına da üzerine sarı tozdan koruyucu bir örtü örttük. Baktım ki o örtü de havalanmış uçlarından, Zeynep’in hediyeleri sarı-turuncu-yeşil örgü jonglör toplarını küçük kahve tepsisine koydum, ağırlık yapsın diye örtünün bir köşesine yerleştirdim, diğer köşesine de fidelerin adlarını yazdığımız etiketlerin kutularını yan yana koydum, masa örtülerini katlayıp örtünün altına uygun bir yere yerleştirdim.
Ellerim üşümüş bu sırada, içeri girip sobayı yakayım bari, tam eve doğru bir adım attım ki çardağın kenarlarına Birkan’la sıkıştırdığımız budanmış Sikas dallarının çoğunu rüzgarın yere uçurduğunu gördüm. “Yapacak bir şey yok, onları da yerine koyacak ya da alıp eve götürecek halim yok ya ahahah, burada kalsınlar böyle, uçarlarsa uçsunlar” deyip içeri meylettim.
Kafamın içinde geceden beri çalan şarkı devam ediyor, Jan Garbarek ile Agnes Buen Garnas’ın Ortaçağ Norveç şarkılarından derledikleri muhteşem albüm Rosenfole’dan Margjit Og Tarjei Risvollo isimli şarkısı, ne acayip kafanın içinde şarkıyı çalar gibi duymak.
Artık evdeyim, içimden de “şu sarı tozları bitirir inşallah artık rüzgâr “ diye geçiriyorum ki iyimser tahmin bu. Perde parçaları kucağımda, katlayıp koltuğun üzerine koydum ve sobaya göz gezdirdim, korlar var hâlâ, birkaç çırpıyı usturuplu yerleştirdim, korların kalbine kalbine sapladım ince dalları, üstlerine de geçen günkü yürüyüşten dönüşte kucaklayıp getirdiğimiz, köylülerin keçilere yedirmek için kesip bıraktıkları meşe dallarından Akın’ın küçüklediği parçaları koydum, o ateş onları yakar artık.
Sonunda ısındım ve masanın başına oturup yazabildim, temize çekmek de birkaç gün sonrasına kısmet oldu, seviyorum böyle kısa zamanları anlatmayı, şu an çardağın altında yazımı tamamlıyorum kafamda çalan sevdiğim şarkıyı dinlerken, sakin baharın keyfi üzerinize olsun.
YORUMLAR