Robert J. Flaherty’nin 1922’de bir Eskimo’nun hayatını filme aldığı “Kuzeyli Nanook”tan (Nanook of the North) bu yana sinemanın gerçekçiliğe duyduğu özlem hiç dinmedi. Bazı sahneleri mizansen vererek filme alan Flaherty’nin belgesel mi, dram mı çektiği tartışması da o günden bu yana sürdü. Çağdaş sinemada ise ayrımlar artık daha net. Bir sahneyi oyunculara mizansen verip çektiğiniz an belgeselin sularından çıkıyorsunuz. 2001’de “Tarafsız Bölge-No Man’s Land” ile yabancı dilde en iyi film Oscarı’nı kazanan Danis Tanoviç’in yazıp yönettiği “Bir Hurdacının Hayatı” da belgesel değil; gerçeğin yeniden canlandırılması. Roman kökenli hurdacı Nazif Mujiç ve eşi Senada, kendi hayatlarını anlatan filmde kendilerini oynuyorlar.


Klasik bir öykü

Tanovic, ilk anlardan itibaren “sinema dili”ni neredeyse görünmez hale getiren bir sadelik yakalıyor, “İşte hayat, işte gerçek” hissiyatını kuruyor. Senada’nın çamaşır asarken fenalaştığı ana kadar olan ilk bölümde dram öğesini hiç kullanmıyor. Sadece gözlemliyor... Nazif’in Senada’yı hastaneye götürmesi ve sonrasında olup bitenler sırasında ise diyaloglara yüklenmeden, yani oyuncularına rol yaptırmadan, sadece “aksiyon”a odaklanıyor. Böylelikle sürükleyici, hatta finale doğru yer yer gerilimli bir tempo yakalamayı başarıyor. Aslına bakarsanız, “giriş, gelişme ve sonuç” formülünü izleyen, birçok ticari filme taş çıkaracak ilginçlikte gayet klasik bir öykü bu...


Yorumsuz bir anlatı

Ne anlatıyor, derseniz “Avrupa’nın orta yerinden çarpıcı bir hayatta kalma öyküsü” derim öncelikle. Sağlık karnesi olmayan ve düşük yapan Senada’yı ameliyat etmek yerine, evine göndererek, neredeyse ölüme mahkûm eden zihniyet sadece Bosna’da değil, dünyanın her yerinde karşımıza çıkabilir. Michael Moore’un ABD sağlık sistemini yerden yere vurduğu “Hasta” yı (Sicko) hatırlayın. Ama Tanovic’te Moore’un hezeyanlarından iz yok. Niyeti ne politik keskinlik ne de duygu sömürüsü. Romanların ötekileştirilmesi, sağlık sisteminin sorunları dahil her konuda nihai kararı seyirciye bırakan “yorumsuz” bir anlatı bu. Ama bu serinkanlı gözlemcilik birçok etkileyici ana vesile oluyor: Komşuların sürekli yardıma hazır olması, gururlu Senada’nın sosyal yardım kuruluşlarından eve gelenlere “Artık bir daha hastaneye gitmek istemiyorum” demesi ya da daha basit imgeler: Mesela kuzinede pişen mis gibi kolböreği ve Nazif’in Senada’nın omzuna başını yasladığı o mutluluk anı...


Öykünün özüne iniyor

Sanat, bazen özün fazlalıklardan arındırılmasıdır. “Bir Hurdacının Hayatı”nda Tanovic’in yaptığı da bu. Fazlalıkları atıp bizi öykünün özüyle baş başa bırakıyor. Her an pes edecekmiş izlenimi veren Nazif’in direncine, çözüm ısrarına ve mutluluğun kendini gösterdiği anlara çekiyor dikkatimizi. Sıradan insanların sıra dışı sorunlarını anlatan gerçekçi öyküleri seviyorsanız kaçırmayın. Bence haftanın en iyisi.


Yazı: Mehmet Açar

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.