Işığın Savaşçısı bazen aynı anda iki hayat birden yaşadığı izlenimine kapılır. Birinde yapmak istemediği şeyleri yapmaya, inanmadığı fikirleri savunmaya zorunludur. Ama rüyalarında, okuduklarında ve tanıştığı kendisi gibi düşünen insanlarda keşfettiği bir başka hayat daha vardır.


Ancak, eğer dikkatliyse, aslında sadece bir tane hayatı olduğunu fark eder: Tek yapması gereken hayallerinin günlük hayatıyla ilgilenmesine izin vermektir ve disiplinli adımlarla ilerlemek hayalini kurduğu şeylere ulaşmasını sağlayacaktır. Çünkü hepimiz katılığı ve merhameti nasıl dengeleyeceğimizi öğrenmeliyiz ve işte bu eski efsane bunu anlatıyor:


Bir tüccar, oğlunu Mutluluğun Sırrı’nı öğrenmesi için bir bilgenin yanına göndermiş. Oğlan tam kırk gün çöllerde yürüdükten sonra dağların tepesindeki büyük bir kaleye gelmiş; aradığı bilge adam burada yaşıyormuş.


Ama kahramanımız içeri girdiğinde, o yüce insanı göreceğini sanırken büyük bir kalabalıkla ve hareketlilikle karşılaşmış. Tüccarlar gelip gidiyor, her bir köşede insanlar toplanmış konuşuyor, küçük bir orkestra yumuşak melodiler çalıyor ve bir masanın üstünde dünyanın o bölgesine ait en lezzetli yiyecekler dizili duruyormuş. Bilge adam bütün herkesle konuşuyormuş, bu yüzden oğlanın sıranın kendisine gelmesi için iki saat beklemesi gerekmiş.


Bilge adam oğlanın oraya geliş nedenini dikkatle dinlemiş ama o anda Mutluluğun Sırrı’nı ona açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş. Sarayda biraz dolaşmasını ve iki saat sonra geri gelmesini önermiş. “Yalnız, senden bir iyilik isteyeceğim” demiş bilge ve oğlanın eline içine iki damla yağ damlattığı bir çay kaşığı vermiş. “Etrafta dolaşırken bu kaşığı da, içindeki yağı dökmeden, yanında taşı.”


Oğlan gözlerini elindeki kaşıktan ayırmadan sarayı merdivenleri inip çıkarak dolaşmış ve iki saatin sonunda bilgenin yanına gelmiş. “Eee?” diye sormuş bilge adam, “Yemek odamdaki İran duvar halılarını gördün mü? Bahçelerin Ustası’nın on yılda yarattığı bahçemi gördün mü? Kütüphanemdeki ak deri üzerine yazılmış güzel yazıtları gördün mü?” Oğlan utanarak hiçbirini görmediğini itiraf etmiş: zira aklındaki tek şey bilgenin ona emanet ettiği kaşıktaki o iki damla yağı dökmemekmiş.


“O halde şimdi geri dön ve benim dünyamın güzelliklerine bir daha bak” demiş bilge adam, “Evini bilmediğin bir adama güvenemezsin.” Oğlan bu kez biraz daha sakinleşmiş halde, elinde kaşıkla sarayı tekrar dolaşmış ve bu kez tavanlardaki ve duvarlardaki sanat eserlerinin hepsini fark etmiş. Bahçelerin Ustası’nın ufuktaki dağlarla buluşan bahçesini görmüş. Her bir çiçeğin kokusunu almış. İnsanoğlunun büyük bir sabır ve adanmışlıkla yazdığı kutsal yazıtları hayranlıkla incelemiş. Oğlan bilge adamın o kadar çok sanat eserine sahip olduğu halde onları son derece mükemmel bir dengeyle evin farklı yerlerine dağıttığını böylece evi gezenlerin her birine gereken ilgiyi gösterebildiğini fark etmiş. Bilge adamın yanına döndüğünde tüm gördüklerini ona bir bir anlatmış.


Bilge adam sormuş: “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ ne oldu?” Oğlan birden telaşla elindeki kaşığa bakmış ve iki damla yağı dökmüş olduğunu görmüş. “Dert etme” demiş bilge adam. “Sen buraya benden nasihat almak için geldin. Ve sana verebileceğim nasihat şu: Mutluluğun sırrı, dünyanın tüm güzelliklerine bakarken bir yandan da kaşıktaki iki damla yağı asla unutmamakta yatar!”


Yazı: Paulo Coelho

Çeviren: Mine Akverdi Denktaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.