Kadınların son yüzyılda eşitlik yolunda çok önemli adımlar attığı tartışılmaz bir gerçek. Örneğin 100 sene önce, birçok ülkede kadınların oy verme hakkı yoktu, çok azı kariyer yapabilecek durumdaydı, en basitinden, kariyerini ailevi görevlerinin önünde tutabilecek neredeyse hiç kadın yoktu. Günümüzde kadınlar gerek iş gerekse eğitim hayatında büyük roller üstleniyorlar.


Her şey iyi hoş ancak insanların sosyal yönelimleri hala kadınla ilgili aynı şeyleri söylüyor. İster eğitimli, ister eğitimsiz herkes hala kadının tarih öncesinde kalmış olan rollerini hatırlıyor. Bu hatırlamaların sonucunda da kadınların üzerinde hala devam eden bir cinsiyet baskısı söz konusu.


Öncelikleri hep aile olsun istiyoruz

New York’da bir psikiyatri merkezinin kurucusu ve başkanı olan Silvia Dutchevici konuya ilişkin şu cümleleri kullanıyor: “Feminizm hareketi sayesinde kadınlar tahmin dahi edemeycecekleri hakların sahibi oldular ama toplum olarak biz hala kadınların ailelerine, kariyerlerinden ve hatta kendi ihtiyaçlarından bile daha fazla kıymet vermesini bekliyoruz. Öncelikleri hep aile olsun istiyoruz. Kadınlar da belki bu baskının sonucu olarak ikisinin de birden çok iyi olması konusunda ciddi çabalar sarf ediyor. Hem çok iyi bir kariyerleri olsun, hem de çok başarılı bir aile hayatları olsun istiyorlar. Bu da her zaman mümkün olmayabiliyor. Çünkü çok zor. Çoğu kadın ev ve işi dengede tutmaya çalışıyor ama bu denge genelde pek eşit bir denge olamıyor. Partnerleri olsa dahi çalışan kadınlar kendini, genelde iki işi de tam zamanlı yaparken buluyor. Hem kariyerleri için tam performans çalışıp hem de ev işleri, çocuk bakımıyla uğraşıyorlar.”



Bir evi idare etmenin yükü hala kadının omuzlarında

Wall Street yöneticilerinden Tamra Lashchyk ise görüşlerini şu şekilde bildiriyor: “Ne kadar başarılı bir iş kadını olursa olsun, bir evi idare etmenin yükü hala kadının omuzlarında. Hele de işin içine çocuklar girerse, buna benzer görevlerden erkek sıyrılıp geçiyor.” Asıl enteresan olanın, kadınlara bu ağır cinsiyet baskısının başka kadınlardan gelmesi olduğunu söyleyen Lashchyk sözlerini şöyle sürdürüyor: “Birçok insanın aklında, bir kadının kariyeri bir aile kurabilmesiyle eşit olarak görülüyor. Özellikle de bu kadın bekarsa, ne kadar şey başarmış olursa olsun, aile üyeleriyle yaptığı çoğu sohbette konu dönüp dolaşıp kadının aşk hayatına geliyor. Yani bir kadın, ailesine ‘Herkese merhaba, biliyor musunuz bugün bir adamın beyninden kocaman bir tümör çıkarttım!’ diyebilir ve buna ‘Ya tamam iyi yaptın da, hayatında birileri var mı bu aralar?’ yanıtını alabilir.”


Kadının ödemek zorunda olduğu bedel daha ağır

Silvia Dutchevici ise bu noktada sosyal beklentileri bir yana bırakarak; kadının evine öncelik vermesi, işiyle ilgili çok fazla sorununa da sebep olabildiğini söylüyor ve şu ifadeleri kullanıyor: “Aileyi ön plana koymak istediklerinde erkek de kadın da sıkıntıya düşüyor ama kadının ödemek zorunda olduğu bedel daha ağır. Kadın aile kurmak ve bebek sahibi olmak istediğinde, genelde maaşlarını azaltıp kariyerinde yükselmesini engelleyen yöneticilerle karşılaşıyorlar. Halbuki kadının ailesi için işinden alacağı kısa bir mola kadının kendisi için değil, hem ailesi hem de toplum için faydalı.”


Bu konuda görüşleri alınan Lashchyk ise hemen hemen aynı fikirde: “Bence annenin de babanın da doğum sonrası izinleri eşit olmalı. Böylece erkek de eşine bebek bakımı konusunda yardım etmek üzere daha büyük bir sorumluluk üstlenebilir, ayrıca yeni doğmuş bebeğiyle daha fazla vakit geçirerek bağ kurabilir. Tüm bunlar yeni doğmuş bir bebek ve heyecanlı bir aile için oldukça faydalı olacaktır.”



Fertilite Uzmanı Jeni Mayorskaya ise olayın gözle görülmeyen ama giderek yaygınlaşan başka bir boyutunu gözler önüne seriyor. Kadınlar, bütün bu isteklerin, eninde sonunda kadınların geç çocuk sahibi olmasıyla sonuçlandığını şu sözlerle ifade ediyor: “Bizim annelerimizle kıyaslanırsa, bu nesil neredeyse bir 10 sene sonra çocuk sahibi olmaya karar veriyor. Çünkü ancak 30 yaşına geldiğinde kadın çok çaba sarf ettiği bir pozisyona ulaşabiliyor, artık kariyerimi bir kenara alayım da anne olayım gibi bir karara ulaşabiliyor.”


Peki kadın, bu toplum baskısından nasıl kurtulur?

Elbette daha esnek çalışma saatleri önerebilen, evden çalışma şansı verebilen ve doğum izinlerinde problemler çıkarmayan iş yerlerinin desteklenmesini sağlamak güzel bir başlangıç olurdu ama Dr. Neeta Bhushan’a göre kadınların asıl yapması gereken şey isteklerini ve kendilerini ön plana koymaları. Bu duruua yönelik Dr. Neeta Bhushan son olarak şu sözleri söylüyor: “Asıl ilk adım ilişkilerinizdeki duygusal sağlığınızın ve kendinizle olan ilişkinizin sağlığının tamamen farkında olmanızdır. Kendinizi ön plana koyduğunuz anda toplum için daha faydalı işler yapabilirsiniz. Bunu bencillik gibi algılamayın. Bunu şöyle düşünmek gerekir: Kendi başınızın çaresine ne kadar iyi bakarsanız, başka insanları da düşünmek sizin için o kadar kolay olacaktır.”


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.