İlk oğlum Ali’yi doğurduğumda bir bebek hemşiresi gelmişti evimize:


“Bebekler geceyi gündüzü bilmez, akşam her zaman aynı saatte uyuması için gerekirse odayı karartacaksın (malum kışın 8’de hava kararıyor ama yazın kararmıyor?!), hep bir uyku rutininiz olacak, mesela yatmadan önce her zaman bir duş aldıracaksın, biberon vereceksin ya da emzireceksin” gibi akıllar vermişti bana.


O gün, yeni anne olan ve bebeğine “dışardan hakkında edineceği her türlü bilgiyi edinerek, aralarından aklı ile bebeği için en doğrusunu seçmesi gerektiğini düşünen bir anne” için, bu duyduklarım dikkate almaya değer bilgilerdi. Hemşirenin haklılık payı da yok değildi; bebekler rutini gerçekten severler, rutine ihtiyaç duyarlar. Ancak bugün o günden farklı olarak, inanıyorum ki: Biz bırakırsak, onlar kendi rutinlerini kendileri oluşturabilirler. Ve bebek için de, anne için de hayırlı olan, bebeğe kendi aklımızdan bir rutin oluşturup, “Şu saatte şunları yapsa, x saatte y miktar uyusa iyi olur” larla onu büyütmek değil de, onun işaretlerini izleyerek “suyun kendi yolunu bulması” için tüm dikkati, varlığı ile bebeğinin yanında olan bir anne olarak var olmak.


Eğer ki anne bebeğin verdiği işaretlerini gözler, kendi aklında neyin iyi olacağını düşündüğünü, kendi kolayına geleni, o güne kadar alışık olduğu üzere “plan yaparsam, bir an önce bir düzen oluştursam iyi olur”larını bir kenara bırakabilirse, her bebek kendine iyi gelen rutini zaten kendiliğinden bulacaktır.


Bunu söylediğimde aklınıza ilk günden itibaren kolayca uykuya dalan, gün boyu düzenli uykuları olan, geceleri az uyanan bebekler gelmesin. Rutini bulmak zaman alabilir. Bazı çocukta daha kısa, bazı çocukta daha uzun sürecektir düzenin oluşması. Bana göre esas olan, sürekli aklımızdaki gibi olsun diye müdahale etmek ve olanı kontrol etmeye çalışmak yerine, olana kendini bırakmayı öğrenmek! Çocuğunuzun ve hayatınızın gerçeğini kabul edebilmek!


Bırakmak dendiğinde tamamen pasif bir tavırdan bahsetmiyorum. Teslimiyet içerisinde büyük bir “pasif dikkat” var.

Tüm varlığınla olacaksın.

Bebeğinin verdiği mesajları almaya “açık” olacaksın ve onun verdiği işaretlere göre “ilerleyeceksin”.

Her şeyi bilmeye, kontrol etmeye çalışmayacaksın.

Kendini bebeğin seni çektiği yerlere doğru ilerlemeye bırakacaksın.

İçgüdülerine dışarıdan edindiğin bilgilerden daha çok güveneceksin.

Anne rahat olursa, bebek de rahatlar.

Anne kendini bırakırsa, bebek de kendini bırakır.

Ve elbet, bir bebeğin ruh hali, rahat uykuya geçip geçememesi, direk olarak annenin ruh halinden, hamileliğin nasıl geçtiğinden, bebeğin doğumundan, evdeki ortamdan, baba ile annenin ilişkisinden direk etkilenmektedir.


İlk anneliğime -kendimce herkes için daha iyi olacağını düşünerek- kendime ve bebeğime empoze ettiğim süreçlerin hakim olduğunu bugün çok daha iyi anlıyorum. En basitinden, her akşam 7 buçuk gibi gün içinde sağdığım sütleri biberon ile eşim verirdi; -neymiş, babası ile bir ilişkisi olsun(!)muş- verirken biraz rahatlatıcı müzikler dinletir, sonrasında duşa sokar, duş sonrası da emzirir ve uyuturdum Alişko’yu. Bu uzunca bir süre bizim için şaşmaz bir rutindi. Böylece her akşam en geç 9'da uyurdu; banyo ve müzik ona direk uykuyu çağrıştırıyordu. Ben de o uyur uyumaz yatağa atardım kendimi! İkimiz de gecenin en uzun 4 saatlik uykusunu uyurduk. Bu rutin bozulmasın diye ne çaba sarf ederdim! Her gün o saatlerde evde olmayı tüm aileye empoze etmeyi bıraktım, bazen babasının verdiği biberonda uyumak isteyen çocuğu hemen uyumasın diye, kah en sevdiği şarkı ile üzerime bağlayıp dans ettirerek, kah şarkı söyleyerek oyalardım.


Bugünkü halimdeki ben, o günkü bana akıl verseydi de ve tabii ben de dinleseydim ve anlasaydım! Keşkeee!Anaya da yazık, çocuğa da valla! Anne ne kadar olanı kabul ederse, o kadar enerjisini boşa harcamaz, o kadar sinirleri bozulmaz ve anne huzurlu olursa, bebek de huzurlu olur. İki kere iki dört. Yeni doğan ile hayat zaten zor, ne diye hayatı kendine daha da zorlaştırır insan?! Neymiş rutin bozulacakmış, neymiş, erken yatarsa erken kalkarmış, neymiş, illa benim aklımdaki olursa iyi olurmuş! Meğer korkularım beni yönetiyormuş… Meğer hayatın gerçeğini değil ancak aklımdakini sevebiliyormuşum…


Sağolsun Ali, doğumundan başlayarak ilk günden itibaren aklımızdakini uygulamaya çalıştığımız her noktada, bize ters köşe yaparak, eşime de bana da büyük bir hayat dersleri verdi. Ve senelerdir uyguladığım yoga ve meditasyon pratiğimden çok daha derin bir dönüşüm sürecine soktu beni. İnanıyorum ki annelik büyük bir dönüşüm fırsatı; ailenize “gelen” çocuğun, verdiği mesajları almayı bilene. İlk oğlumla geçen 3,5 senenin kazandırdıkları elbette ki ikinci oğluma yaradı. Aralarında bir çeşit karma olsa gerek; birinin ödediği bedel, diğerine bir hayır sağladı…


İkinci oğlum Kaya’da hiçbir rutin uygulamadım. “Uygulamayayım, bak Ali’de iyi olmamıştı” diye düşünerek dahi değil. Uygulamak aklıma gelmedi. Belli ki artık gerçekliğimin bir parçası değildi. Yerine içgüdüsel olarak yaptığım: her daim onun sinyallerini dinlemekti. Aynı yoldan bir kere geçmiş olduğumdan, içgüdülerimi dinlemeye çok daha rahat eğilim gösteriyordum, yanlış yapmaktan daha az korkuyordum. Kendimden de, bebeğimden de beklentim daha düşüktü. “İnsan halimizi” daha bir kabul ediyordum. Daha çok neye ihtiyacı varsa, orada olup mümkün olduğunca ona cevap vermeye odaklanıyordum. Daha mütevazi bir yerden yaklaşıyordum hayata ve bu teslimiyetin hem doğumumu hem de anneliğimi oldukça kolaylaştırdığını söyleyebilirim.


Uyku konusuna gelince, Kaya’da uyku ile alakalı da herhangi bir rutin oluşturmaya çalışmadım. Ancak bir süre sonra baktım ki, o zaten kendi her gün aynı saatte uyuyor! O noktada Ali’de yaptıklarımı hatırlayıp hayatı kendime ve bebeğime ne denli zorlaştırmış olduğumu idrak ettim… Rutin oluşturmaya çalışmadan,odayı karartmadan, tüm doğallığı ile bebeğim rahatlayabiliyorsa, kolayca, benzer saatlerde uyuyordu…


Benim gergin olduğum zamanlarda, onun da rutininin bozulduğunu, gerginleştiğini, çok net gözlemliyordum. Böylesi kendi içgüdülerime dayalı bir bebek anneliğinin ilkine kıyasla tadı bambaşkaydı. Her şeyde olduğu gibi, okumak sürece dair bilgi edinmek önemliydi ama süreci asıl belirleyen akıldaki bilgi değil, bilinçaltıydı. Aslolan annenin kendi ile olan ilişkisi, kendini olana ne kadar bırakıp bırakamadığı idi.


Pek tabii, insan hayata “olmuş” olarak gelmediği gibi, “olmuş” olarak da anne olmuyor!


İnsan dediğin, deneyimden öğreniyor. Ve annelik serüveni boyunca biraz kendini, olanı anlamaya çalışmaya eğilimliysen, çocukların vasıtası ile kendini ciddi anlamda keşfediyor, onları büyütürken, sen de büyüyorsun.


Geçmişe bakıp “keşke böyle yapabilseydim” diye suçluluk duyguları içinde boğulmak yerine, önündeki deneyime bakıp ondan öğrenmeye çalışmak gerekiyor. Her anne elinden gelse, elbet bebeği için dahasını vermek ister. Veremiyorsa da, emin olun elinden gelmiyordur.


Ve inanıyorum ki her nasıl annelik yapmış olursak olalım, her birimiz kendi bebeğimiz için en “iyi” anneyiz. O da bizim için en “hayırlı” evlat. Zaten karşılıklı komple durumu çözmüş olsak, burada işimiz ne?!

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.