Yazlık kültürü meselesi
Yazlığı olanlar beni çok iyi anlayacak. Benim gibi sonradan tanışanlar da… Bizim yazlığımız yoktu, kimi zaman otele giderdik, kimi zaman ev kiralardık. Üst üste Artur’a gitmiştik mesela. Ya da biz arkadaşlarımızın yanına giderdik, iki çocuğu aynı anda özel okulda okutan annemler her sene tatile gitmezdi, gidemezdi ki. “Yazlık kültürü” meselesiyle, nişanlandıktan sonradan tanıştım. Hem de benim aklımdakinden farklı bir yönüyle…
Sosyal medyadan beni takip edenler bilir, evi sürekli ayıklıyorum. Hele ki 150 metrekareden 72 metrekareye geçerken evden neler çıktığını, neler gittiğini tahmin edemezsiniz. Koltuk takımı ve büfe bir arkadaşımın kayınvalidesinin yazlığına gitti. Masa takımım küçülmek zorunda olduğu için masam, sandalyeler annemlere gitti, onlarınki eskimişti. Çek yat, taşınan bir akrabama, beyaz eşyalar ihtiyacı olanlara (bu evde beyaz eşyalar olduğu için), gardırobum ve şifonyerim bu eve sığmadığı için, yatak odası takımım bir başka akrabaya. Mutfak ve balkondaki masalar annelere bölüştürüldü… Kimin neye ihtiyacı varsa paylaştık.
Büyükleri hallettik de… Mutfak eşyalarını ayıklarken aklım çıktı. Sadece 8 senelik evliydik ve evde 48 senelik evliymişiz gibi eşya vardı. Tabaklar, bardaklar, çeşit çeşit kadehler, çatal bıçak takımları, servis takımları, onlarca tencere altlığı, boy boy borcamlar… Ben de çok almamıştım, hediye gelmiş, tutmuşum. Değiştirip ihtiyacım olanı almamışım, hepsini tutmuşum. Tabakları, bardakları tam ayıkladım, koliledim, yine çevremde ihtiyacı olan var mı diye soracağım, Arkın “Bizim yazlığa götürelim” dedi. “Peki” dedim. Gitsin… O sırada önceliğim “Yeter ki evden çıksınlar” idi.
Geçen sene sırf siyah ve mutfağa uyar diye bir su ısıtıcısı aldım, diğerini de ebeveyn banyosundaki dolaba kaldırdım. Yeni aldığım bozuldu, eskisini almaya gittim, baktım yok. Sordum “Nerede?” diye, “Aaa" dedi, "Ben onu Çanakkaleye’ye götürdüm.” “Ama” dedim, “Ben onu saklıyordum, daha iyiydi, bunun bozulacağı belliydi.” Tık yok. Eski kek kalıbımı atıp yenisini aldım, baktım o da yazlığa gideceklerin arasında yerini almış. Teflonları ayırmıştım, çizildikleri ve artık zararlı oldukları için. Onlara dokunduğu zaman gözlerimi çapları 10 cm olacak şekilde açtım, ellemedi. Ancak bozulan baskülü kurtaramadım, götürdü, orada tamir edermiş!
Bu yazıyı da şu an tam karşımda duran ağzı kapalı iki koliye bakarak yazıyorum. Evlendiğimizde aldığımız günlük yemek takımlarını biz geçen sene Irmak’la porselen kalemiyle boyadık. Hepsini. Çok da eğlendik. Ancak değiştirmek istedim yavaş yavaş yazılar silinince. Bir de hep yazarım ya, bizim evde misafir takımı yoktur. Zaten mor tabaklarım var, onları kullanıyoruz. Ama yine de yedek olsun diye IKEA’ya gittim, 8 kişilik takım aldım. Mutfak dolabı nefes aldı, resmen evden 18 düz tabak, 18 çukur tabak, 18 kase çıkınca.
Hepsini de gönderecektim birine ki, baktım Arkın oturmuş, tek tek gazete kağıtlarına sarıp kolilemiş. Neden? Çünkü yazlığa gidecek. İçimdeki arıza kadın devreye girdi: “Nereye götürürsen götür, bunlar bu minnak evde beklemeyecek yaza kadar. İster arabanın bagajına koyarsın, ister annelere bırakırsın, evde durmayacak.” “Tamam” demesinin üzerinden 72 saat geçti, koliler hâlâ salonun ortasında.
Beni “yazlık kültürünü” bilmemekle suçluyor. Ona göre yazlık, büyük bir depo. Bana göre yazlık, kışlık evden de ferah olan, yazın az eşyayla yaşadığın bir yer olmalı. Yani yarın öbür gün bana özel bir yazlığım olursa, 6 tabaktan, 6 bardaktan fazlası olmayacak. Az eşya, az dolap…
Anlatamıyorum derdimi… Bir de bana kendimi “kötü hissettiren, kötü günleri hatırlatan” eşyalar var. Onlardan gerçekten kurtulmak istiyorum. Kurtulduğumu zannediyorum, sonra yazın Çanakkale’ye gidince hooop diye karşıma çıkıyor hepsi teker teker. Nasıl yapıyor, nasıl ediyor, beraber giderken bagaja onları nasıl yerleştiriyor, bilmiyorum fakat bu işte usta.
Bozuk müzik seti de orada, birinci evlilik yıl dönümümüzde ciddi para verip aldığım ses sistemi de, evde kullanmak istemediğim biblolar da. Yazlık, kışlıktan daha dolu. Eskiden kayınvalidem bu kadar biriktirmeyi sever sanıyordum ama yok, o da kurtulmak istiyor eşyalardan. O ihtiyaç sahiplerine dağıttıkça, evi ferahlatmak istedikçe Arkın dolduruyor.
Kendimi gizli gizli mutfak eşyası ayıklarken ve verirken buluyorum. Nerede olduğunu söyleyince uzun zaman önce verdiğimi anlatıyorum. Geçen gün su bitmişti, elimde 5 litrelik pet şişe yanına gittim, “Atayım mı, Çanakkale’ye mi götürürsün?” diye espri yaptım, gayet normal cevap verdi: “Aslında saklasak iyi olur, orada ağaçtan topladığımız dutların suyunu çıkarıyoruz ya, lazım olur.” Işık hızıyla koydum kapıya şişeyi. Şaka yapmıştır, şaka olmalı. Fakat diğer yaşadıklarımı düşünürsek "Ya gerçeklik payı varsa?" diye kurtuldum hemen pet şişeden.
Ne yaparsam yapayım, suçlu da benim. Yazlık kültürüymüş. Anlamıyormuşum. Anlayamazmışım. Yazlığı olanlar bir ses etsin, Allah aşkına, herşeyi oraya mı götürüyorsunuz gerçekten? Peki, götürünce oradakileri ne yapıyorsunuz? Orası yazlık mı, depo mu?
Not: Pili biten kol saatlerimi, tamir ettireceğim kahve makinesini sakladım. Bulamaz, götüremezsin canım.
YORUMLAR