Evden çalışmak

Ancak kimseye ne iş yaptığını anlatamamak…


2014 yılında tam zamanlı iş arayışına son verip “Ben bu işleri evden de yaparım” dediğimden beri dört yıl geçmiş. İnanın, bu dört yılda çalıştığımı ispat etme derdindeyim hâlâ. Zaten ilk iki yıl eşim hariç kimse inanmamıştı, o mücadele çok ağırdı. Şimdi inandılar ancak sorular bitmiyor…


Günler aşağı yukarı şu şekilde geçiyor:


Toplantım varsa: Sabah kalkıyorum, kızımı okula hazırlıyorum, servise bindiriyorum, eve çıkıp ortalığı topluyorum, erken çıkmam gerekirse fırlıyorum evden. Dışarıda olduğum süre kısıtlı çünkü servisi karşılamak için en geç 17.15 gibi evde olmam gerek. Eğer toplantı saati benim elimdeyse buna göre ayarlıyorum. Değilse telefon trafiği başlıyor. “Arkın, Irmak’ı okuldan alır mısın? (İşi okula yakın) “Anne, servis size gelebilir mi, evde misin?” Kasım – Nisan arası anneme gitmesi zor çünkü annemle babamın yük dükkanları var ve annem evde değil. Diyelim ki yetiştim, alıyorum, yemek hazırlıyorum. Yapamazsam o iş Arkın’a kalıyor. Tabii tüm gün dışarıda olduğum için bilgisayarda yapmam gerekenler geceye sarkıyor. Herkes uyuduktan sonra bilgisayar başına oturuyorum. Gece çalışmayı seviyorum da…


Eğer toplantım yoksa: Sabah kalkıyorum, kızımı okula hazırlıyorum, servise bindiriyorum, eve çıkıp ortalığı topluyorum, kendime bir kahve yapıp bilgisayar başına geçiyorum. E-postaları kontrol ediyorum, Facebook mesaj kutusunu cevaplıyorum, telefonu elime alıp Instagram’daki soruları yanıtlıyorum. Evet, hem Facebook hem Isntagram’da takip edenler listesi kalabalık ancak bir mesaj bir cevapsız kalmasın takıntım var. İşe ara verip yemek hazırlıyorum, telefon konuşmalarımı yapıyorum o sırada. Evde olmanın iyi yanı, eşofmanla, kabaran saçlarımla, akan makyajımla işimi yapabilmem. Aynı işi bir ofiste yapıyor olsaydım çok zaman kaybederdim. Hazırlan, git, gel derken 3 saatlik iş 5 saatte biterdi.


Tabii, sabit maaş olmaması insanı bir hayli gerse de bu şekilde çalışıyor olmaktan memnunum. İki sorun var. Biri, evdeyken sıkılmam, bazen duvarlarla konuşmam. Bazen çekmeceyi düzenlerken “Ay, siz neden karıştınız” diye çatal bıçaklarla konuşurken buluyorum kendimi. Hah diyorum, geldiler yine bana.


Bir diğer zor yanı, bir aile büyüğüne gittiğimde elimde telefon olması. Sanıyorlar ki oyun oynuyorum. Oysa, o sırada e-posta cevaplıyor, eğer önemli bir içerik gireceksem onu hazırlıyor, eğer bu bir tanıtım – iş gönderisiyse yetkililerle görüşüyorum. “Yeter artık, bırak telefonu” dediklerinde şunu soruyorum: “Açıp Arkın’a ‘Eve dön!’ diyor musunuz? Bana da karışmayın.” Bir de işimi anlatamama durumu var büyüklere. “Köşe yazıyorum, zaman zaman gerçekten inandığım ve tavsiye etmek istediğim ürünlerin tanıtımlarını yapıyorum, istendiğinde sosyal medya danışmanlığı veriyorum, editörlük yapıyorum, kitaplarım var” desem, çok uzun. Sadece “editörüm” diyorum. Çünkü her bir tanım, en az beş soruyu beraberinde getiriyor ve cevaplamaya halim olmuyor. Bir de işimin saati olmaması garip geliyor çevremdekilere. Gece 10’da elimde telefon, bir şey halletmeye çalışıyor olabiliyorum mesela. En çok dikkat ettiğim konu, kızımı servisten aldıktan o uyuyana kadar geçen sürede telefona dokunmamak. Bütün bildirimler kapalı. O saatlerde yazıp hemen cevap bekleyenlere de kızıyorum. Ya da bir cümleyi beş farklı mesajda yazanlara.


- Selam

- Nasılsın?

- Sana bir şey soracağım.

- Diyorum ki

- Yarın bir kahve mi içsek?


Bu ne demek? Bip, bip, bip, biiipppp... Bildirimleri kapatma sebebimdir bu en fazla beş kelimelik mesajlar.


Tabii, şunu eklemeyi unutmuşum: “Nasıl olsa evdesin” cümlesini haftada en az iki kere duyuyorum. “Şuraya götürüver beni, nasıl olsa evdesin” ya da “Ay, nasıl olsa evdesin, haydi buluşalım…” Evet, evdeyim de evde çalışıyorum. Bunu söylemekten de yoruldum. “Toplantım var, çıkacağım” diyorum. Çare tükenmez, biliyorsunuz. Hele ki kitap imzaları hafta sonu olduğu zaman “Hafta içi halletsene” yorumları geliyor ya, gülme krizine tutuluyorum. Herkes işini gücünü bırakacak sanki imzaya gelmek için. Ya da birçok iş hafta sonu olabiliyor. Seviyorum da öyle olmasını. İmzalara bazen ailece gidiyoruz, farklı şehirler görüyoruz. Tek gittiğim zaman ben mola vermiş oluyorum, baba kız baş başa zaman geçirmiş oluyor. Biz halimizden memnunken sürekli karışılmasına anlam veremiyorum.


Yani, aslına bakarsanız bu şekilde bir tempo, çaktırmadan 7-24 çalışmak demek. Kimi zaman işten zaman çalıyorsun, kimi zaman uykundan, çok mecbur kalırsan ailenle geçirdiğin süreden.


Yanlış anlaşılmasın, halimden şikayetçi değilim çünkü öncelikle kızımı kendim büyüttüm. Kendime ve sevdiklerime zaman ayırabiliyorum. Kimin ihtiyacı olsa koşabiliyorum. Yazın bilgisayarı alıp yazlığa gidebiliyorum da zaman zaman ben de sizin gibi tam zamanlı çalışanlara özenmiyor değilim. Sabit maaş, her gün hazırlanmak, kendine iyi bakmak, daha bakımlı olmak, aslında çalışıyor olduğunu ispat etmek zorunda olmamak… Bir de biliyor musunuz, bu şekilde daha çok para harcanıyor. “Al bilgisayarı, çık” diyor bazen arkadaşlarım. Tamam, bilgisayarı alıp çıkayım da bir yere oturdum, diyelim. Kahvesi, suyu, yemeği derken para harcıyorum. E, bunu sürekli yapma lüksüm de yok. Yine diyorum, en iyisi evde olmak.


Eksileri düşünmek yerine artılara odaklanıyorum. Çocuğumu çoğunlukla ben uğurluyor, ben karşılıyorum. E, işleri kendim hallediyorum. Herkese koşabiliyorum. İcabında masraf yapmamak için eve kapatabiliyorum kendimi. Hasta olduğumda rapor almak zorunda kalmıyor, koltukta yattığım yerden yazıları halledebiliyorum.


Dışarıdan bakınca özendirici gelse de karar vermeden önce iyi düşünün. Buna alışmak, maddi, manevi iki senemi aldı. “Ben ev insanı değilim” diyorsanız, denemeyin bile. İşten gelince telefonu kapatmayı sevenlerdeniz de yapmayın. Sabit maaş olmadan rahat edemiyorsanız da denemeyin. Deneseniz bile çaktırmadan tam zamanlı iş de bakın. İşte, “Ben hep iyiye odaklanıyorum” diyorum da bazen gerek yaşanan haksızlıklar gerek başka şeylerden dolayı kendimi kariyer sitelerinde bulduğum oluyor. Sonra yeniden vazgeçiyorum. Bu tempo böyle geldi, böyle gidecek. Bir inatlaşma sonucu çıktığım yolda devam etmeyi başarabildim. Benim bünyeme iyi geliyor da siz emin değilseniz karar vermeden önce gerçekten iki kez düşünün. Hele ki önce oturup bir plan yapın ve aile büyüklerine ne anlatacağınıza karar verin. İnanın, en yorucu kısmı bu.


Hepimiz sevdiğimiz işlerde çalışalım da mutlu olalım. Çünkü evdeki kadın mutsuzsa, gerçekten herkes mutsuz oluyor. Bunu da zaten gayet iyi biliyorsunuzdur…


Haydi, kahvelerimizi mutlu çalışmaya içelim…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Tam olarak şuanki durumumun özeti
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.