Yolun ortasında
Bundan tam 18 sene önce, 1999 yazında Sabah gazetesinin Bayan Sabah ekinde köşe yazmaya başlamıştım. 21 yaşındaydım. Gençtim. Cumaları yayınlanacak köşeme isim bulmam gerekiyordu. Annem “Yolun başındayken” olsun demişti. Oldu. Uzun süre yazdım da. Duruyor birkaç tanesi…
Madem şimdi geçmiş onca sene, bu köşenin adı da “yolun ortasında” olsun. Yani umarım ortasıdır. Arada size de oluyor mu bilmem ama “ya bana bir şey olursa” korkusu yaşıyorum. Hatta hani “20 sene sonraya gidip bakmak isterim” derler ya, korkuyor olabilirim gittiğimde orada göremezsem kendimi diye. Ya ben delirdim ya da herkes korkuyor ancak dile getirmiyor. İkinci olsun lütfen.
“Tamam madem yolun ortasındayım, ne öğrendim” dersem, cevap vermem. Ne yalan söyleyeyim, bu aralar öğrenemediklerime taktım.
Hadi bir klişeyi gerçekleştirip sayayım.
Mesela;
- Çenemi tutmayı öğrenemedim.
- Burnumun dikine gitmemeyi öğrenemedim.
- Hata yapmadan doğruyu görmeyi öğrenemedim.
- İnsanlara çok da güvenmemem gerektiğini öğrenemedim.
- Duygularımı saklamayı öğrenemedim.
Dün akşam asansörde Irmak korkarken (yenmişti oysa bu korkuyu ama geçenlerde bindiğimiz asansör 1 saniye bile olsa bozulunca korku ortaya çıktı yeniden), “Teşekkür ederim korkunu bizden saklamadığın için, bu kadar güzel anlattığın için” dedim.Çünkü anlattığı zaman ona daha iyi yardım edebildiğimi hissediyorum.
Şimdi hem duygularımı saklamadığıma pişman olurken hem de kızıma teşekkür ediyorum. Ancak ikisi farklı. Örneğin ben birini sevmediğim zaman bulunduğu ortama giremedim, kalabalık bile olsa oraya karışamadım, politik olamadım. Irmak’ta bahsettiğim farklı. Biz “aman söyleme ayıp” diye bastırılarak büyütülen bir nesiliz. Beğenmediğimiz yemeği de söyleyemedik, istemediğimiz böreği de, keyif almadığımız filmi de… “Offf bundan da korkulur mu” cümlesi yüzünden korkularımızı da söyleyemedik çoğu kez.
4.5 yaşındaydım. Apandisit olmuşum. Ameliyattan sonra eve çıkmışız da dikişlerin alınması için hastaneye gidememişiz. Öyle kar yağmış. Doktor da gelememiş. Bana “geçmiş olsun”a gelecekler de hediye alamamışlar, evin altındaki mefruşatçıdan havlu almışlar. Biri getiriyor Heidili, biri getiriyor Sindirellalı… Hatırlıyorum. Paketi açıyorum, havlu. Diğerini açıyorum, o da havlu. Zaten torbadan ve sarıldığı kağıttan çakıyordum da durumu yine de bir umut açıyordum işte. İki, üç, dört… Beşincide almışım havluyu “aaa yeter ama herkes de havlu almış” diye fırlatmışım duvara. Şimdi şımarıklık diyeceksiniz de, 7 yaşında bir çocuk annesi olarak buna katılmıyorum. Bal gibi de oyuncak bekliyormuşum işte. Fırlatmam evet o an abartı olsa da, üzülmüşüm, hayal kırıklığı yaşamışım. Bal gibi de ortada söylemişim. Büyüdükçe düşüncelerimi aktarmanın tabii ki daha mantıklı yollarını buldum, ancak güzel şekilde de olsa söylemekten çekinmedim. Şımarık mıyım? Sanmam. Bildiğim şey şu ki, o düşündüklerim ya çıkacak ağzımdan ya çıkacak!
Azarı işitmiştim bu olaydan sonra, annem ve babamdan kırkar cümle nasihat da dinlemiştim. Ancak aklıma gelince gülüyorum ve hoşuma gidiyor, al sana duygu göstermek. Annemin “aman kızım ayıptır”ları bir yere kadar işlemiş belki de. Gitmişim burnumun dikine. Şimdi yukarıda ondan da pişman olduğumu yazmıştım. Şu an vazgeçtim. O da iyidir. Bundan beş dakika önce pişman olduklarım, düşündükçe iyi gelmeye başladı.
Mesela kendi doğrunda ilerlersen o zaman kimse istemediğin işi yaptıramaz sana. İki kere denedim. Biri bekarken ve çalışmak zorunda olduğum bir dönemde, diğeri de Irmak 3.5 yaşındayken ben çalışmaya çalışıyorken. Birinde 4 ay dayandım diğerinde 5. Maksimumu bu. Olmuyor. Birinde bana aptal diyen birine “sensin aptal” yazarak ayrıldım, diğerinde açıklama bile yapmadım. Üzgünüm ama sen 23 yaşında birine aptal diyorsan, susup oturmasını bekleyemezsin.
Politik olamamak, rol yapamamak, burnunun dikine gitmek, hata yapmadan doğruyu görmemek... Yok yahu. Kızmayacağım kendime. Yolun ortasına gelmişim böyle, devamı da böyle gidebilir. Sorun yok. İşte bir insanlara güvenme konusunda kendimi geliştirmem lazım. Onu da başarırım umarım.
Bu yazdığım nedenlerden dolayı, Irmak ne zaman kalabalıkta 30 kişiysek, 29’u bir şeye evet dediğinde “hayır” diyebiliyorsa, seviniyorum. Geçen akşam uyku saatinde, “hadi” diye söylenmeye başlamıştım. Tek yatmak istemediğini anlattı. Ben de sıkıcı anne modu, önce tatlı başladım, sonra da “e o odayı boşuna mı aldık biz” dedim. Yalan yok. Dedim mi? Dedim. Bazı cümleler ciğerden çıkıyor çünkü. Çocukken bize söyleneni, sansürsüz-eksiksiz aktarıyoruz. Az sonra bana “E ama siz iki kişi uyuyorsunuz ve ben tekim. Bu bana haksızlık. Yalnız olmak istemiyorum” dediğinde, aslında açıklayacak 30 cümle varken, güldüm, “tamam” dedim, öpe öpe bizim yatakta yatırdım.
Demek istediğim kendim bazı şeylerden dönem dönem pişman olsam da “başkalarına zarar vermeden, haklarını görmezden gelmeden kendi burnunun dikine gitmek” iyidir. İşletme Fakültesi’nin ardından bir bankada ya da finans-muhasebe dalında bir işe başlasam şu an 5 basamaklı sayılarla aldığım bir maaşım, fiyakalı arabam ve kartvizitim olurdu da, ben “bu ben” olmazdım. Biliyorum. İyi ki gazeteciliği seçmişim ve iyi ki kendi istediğimi yapmışım. En azından aklımda kalmadı. (Yarın öbür gün “isyeeeaannnnnnn” diye söylenirsem, maddi şeylerden şikayet edersem bu yazıyı kafama atar, çıkış alıp yedirirsiniz.)
Ne diyorduk, ne yazıyordum, nereye geldim? Yolun ortası… Hah işte bu yolun ortası güzel. Yaptıklarım, yapmadıklarım karşımda, önümde, arkamda, sağımda, solumda… Şimdi bana düşen yavaş yavaş başladığım tamire devam etmek, yakaladıklarımı düzeltmek, başkalarına ters gelse de beni ben yapan huylarmdan vazgeçmemek. Huy bu! Can çıkar, o çıkmaz! Huyum kurusun! Başka ne vardı? Yahu ben “yolun ortası” diyordum, ne zaman buraya geldi konu?
Ortası değil mi ortası? Züğürt tesellisi değildir umarım… 38.5, güzel bir orta olsa gerek. Sizin ortanız kaç?
YORUMLAR