Başımdan savmadan ama teslim de olmadan
Bileğime portakal yağı sürüyorum. Kokusu, ileri geri gidip gelen aklımı başıma getiriyor. Kafi gelmediğinde bir damla nane yağı ekliyorum. Henüz hiçbir aletin ölçemediği, karınla göğüs arasında gezinen acıyı bir nebze dindiriyor.
Kimselerde olmayan, bana özgü bir acı değil. Yitirenin gövdesinden doğan, ara ara var gücüyle ortaya çıkan bir his. Herkesin üstesinden gelme yöntemi farklı. Üzerine tuz basan var, çimento atan var. İkisi de çok uzak. İlki acıyı feryada dönüştürüp devayı dışarıda aramak, sonraki hiçbir şey yokmuş gibi yapmak. Nafile çabalar.
Feryadın varacağı yer, kendini acındırmak. Beklediğin ilgiyi görmediğinde hayal kırıklığıyla, öfkeyle başkalarını suçlamak. Son durak, acıya sarılmak. İnkar ise kendini kandırmak. Bir yere gitmediğini, betonu yaran ağaç kökü gibi derinden ağır ağır çıkacağını bilerek oyalanmak. Kaçmak için kendini oyalamak öyle kolay bir iş değil, başkalarına ihtiyacın var. Son durak, başkalarına bağımlılık. Oysa acı kendi kendine kaldığında, en çok da işte böyle günlerce durmadan yağmur yağarken ve etrafında kimseler yokken beliren bir şey. Kabul etmen, yaşamak için kendine izin vermen ve onun kendini döllediğini bilerek, bu yüzden hafifletmeyi öğrenerek beraber yaşaman gereken bir gerçek.
Bileğime portakal yağı sürüyorum, abimi kaybettiğimizden beri. Kafi gelmediğinde bir damla nane yağı ilave ediyorum. Bir köşede tek, yerde, gözlerim kapalı geçirdiğim süre uzadı. Uzun, derin nefesler alıyorum. Her bir nefes, nüfuz ettiği acının birazını alıp gidiyor. Kalanın ne söylediğini anlamaya çalışıyorum. Başımdan savmadan ama teslim de olmadan, kimseyi de dahil etmeden dinliyorum.
Dinlerken çok söz söylenmiyor.
YORUMLAR