Düşünerek doğuramazsın
Zihin insan beyninin düşünme, algılama, muhakeme etme, duygu ve davranışlarıyla ilgili tüm süreçlerin toplamıdır. O hiç durmaz, 7/24 çalışır. Günümüz insanı oradan oraya koşturur, plazalarda, sokaklarda, yollarda çalışır, beyinleri yakma pahasına şuursuzca düşünür durur.
Bir insanın zihninden gün içinde ortalama 60 bin düşünce geçtiğini ve beynin çalışma prensibi gereği bizi hep negatifte tutmaya meyilli olduğunun öğrendiğimde çok şaşırdım. Zihnimiz geçmişin güzel anları ve geleceğin fantezileri içinde sürüklenirken, onu şimdiye ve şu ana getirmek bilinçli bir farkındalık istiyor.
Düşünme; kişinin öğrenme süreci içinde kazandığı kavramlar, kullandığı imgeler, hareketler, sözcük ve terimler gibi simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen zihinsel bir faaliyetidir. Akıl yürütme, anımsama, kuşku duyma, isteme, hissetme, anlama, kavrama, karşılaştırmalar yapma, analiz, sentez, bağlantı kurma gibi işlemlerden oluşan “bilinçli” şekilde gerçekleştirdiğimiz zihinsel bir süreçtir.
Günlük yaşantımızda aslında ihtiyacımız olan sakin, açık, huzurlu ve burada zihin, düşünce denizinin dalgaları arasında kalmış kayık gibi bir oraya, bir buraya savruluyor. Sonra diyoruz neden bu kadar yorgunum, kafam kazan gibi oldu…
Boşuna dememişler; düşün düşün çoktur işin…
Doğumda maalesef (maalesef diyorum çünkü büyük bir çoğunluğumuz sürekli zihinde yaşıyor) düşünerek yapılamayan doğal bir vücut fonksiyonu. Geçenlerde girdiğim doğumlardan birinde bizimle ilgilenen ebe arada bir kontrole gelip anne adayına saat başı bir cm açılması gerektiğini söyleyip durdu. Düşünerek olsa toplu halde düşünce gücümüzü birleştirip bir beyin fırtınası yaratacağız ama maalesef olmuyor. Anne açılmam gerekiyor ama açılamıyorum. Neden olmuyor diye düşünmeye başladığında işler daha da sarpa sarıyor. Oysa zihin kendini bıraktığında, negatif düşüncelere tutunmadığında, beden zaten hormonlar vs. ile anneyi teslimiyet kafasına getiriyor ve birazda dışarıdan sol beyin fonksiyonlarını azaltıcı yardımlar yapıldı mı (ışıkları azaltmak, doğum odasını ısıtmak, telefonları kısmak, sessiz konuşmak, konuşmamak, yanında ve güvende olduğunu hissettirmek, soru sormamak ve saat başı bir cm açılma düşüncesini kafamıza kazıyan ebeyi kibarca uyarmak gibi) zaten doğum süreci su gibi akıyor.
Eğer tam tersi olsaydı, doğum düşünerek, zekayla yapılan bir süreç olsaydı IQ seviyesi yüksek kadınlar en kolay ve en kısa doğumları yaparlardı. Tam olarak doğru bir rakam veremem ama benim gözlemlediğim kadarıyla bir kadın ne kadar fazla maskülen bir hayat yaşıyorsa normal doğum sürecine o kadar zor teslim oluyor. Çünkü hayatının büyük bir bölümünü maskülen enerjiden güç alarak, o zihin yapısıyla geçiyor. Hayatındaki her şeyi, her an kontrol ediyor. Ne istediğini net bir şekilde biliyor ve hedef odaklı yaşıyor. Sürekli mantık yürütüyor, problem ve çözüm odaklı düşünüyor. Zihni sürekli bir yetersizlik hali içindedir ve bu yüzden daima daha fazlasını istiyor.
Aslında bu yazıyı yazmamdaki en büyük motivasyon doğum için çalışma yaptığım çoğu annenin doğum yaklaştıkça artık bırakmak, içe dönmek, teslim olmak, anda kalmak, nefesini fark etmek, farkındalık çalışmaları yapmak, ormanda, sahilde yürümek, kendine vakit ayırmak yerine durmadan sol beyinde, maskülen enerjide, zihinde, düşüncede kalmaları oldu. Biz insanoğlunun farkındalığımızı geliştirmediğimiz müddetçe anda olamayacağımız, düşünce denizlerinde boğulmaya mahkum kalacağı tüm netliğiyle ortada.
Şehir hayatının karmaşası içinde içsel dinginliğimizle teması yitirdiğimizde kendi öz benliğimizle de teması yitiriyoruz. Kendimizi tek gerçek sandığımız şu dünyada kaybediyoruz. Oysa bizler beden giyinmiş güçlü ruhlar olmanın farkındalığıyla bir kaç dakikalığına bile olsa günlük hayattan sıyrılıp bilinçli farkındalığımızı geliştirebiliriz. Kafamızdan geçen binbir düşünceden sıyrılıp birkaç dakikalığına bile olsa şimdi, burada ve mutlu olabiliriz.
Normal hayatında çok stresli, gergin, dakikada binlerce şey düşünen, farkındalıksız bir hızda yaşayan örneğin yemek yiyen ama o kadar hızlı yiyen ki doyduğunu bile anlamayan bir kadına, doğumuna son bir ay kala “doğum bir teslimiyet meselesidir” dediğimizde taşlar hiçbir zaman yerine oturmaz. Çünkü o kadın hayatında muhtemelen uyku dışında hiçbir şeye teslim olmuyor, belki de olamamış. İçinde yaşadığı anın, bedeninin, nefesinin, yürüdüğü yoldaki ağaçların, öten kuşların farkına varmıyor. Beyni 60 binden fazla düşünceyle meşgulken, doğum tercihlerini hazırlamak, doktorla bunun savaşını vermek, doğumunun ne kadar doğal olabileceğini kafasına takmak, bir yandan kocasını, annesini, kız kardeşini, bebek şekerlerini, hastane ikramlarını organize etmek, çocuğu varsa onu okuldan almak, ev işleri vs. arasında bedenen ve zihnen ne kadar yorulduğunun bile farkına varamıyor. Şimdi hayatının otuz, otuz beş senesini böyle geçirmiş bir kadından bir anda değişip içindeki Buda’yı ortaya çıkartmasını nasıl bekleyebiliriz?
Doğuma hazırlanmak bir süreçtir. İki nefes çalışmasıyla olmaz ama hiçbir şey yapamadıysan onlarda fena sayılmaz!
Kadın nasıl yaşıyorsa, nasıl bir kişilik ve düşünce yapısına sahipse büyük ihtimalle doğumu da bunlara paralel olacaktır. Aşırı stresli, her şeyi kafaya takan, aşırı utangaç, negatif, bırakamayan, güvensiz biriyse muhtemelen doğum sürecinde de aynı alışkanlıkları sergileyecek, zihni bir an olsun susmayacak, nefesiyle asla uyum içinde akamayacaktır. Bu da muhtemelen ağrı kesici almadan doğumun yoğunluğuyla başa çıkamayacağına işaret eder.
Düşünceyi bırakmak, ana gelmek ve nefesini izlemek
Zihni düşünce bombardımanından sıyırıp şu ana getirmek aslında sanıldığından zor değildir. Sadece biraz pratik ister. İlk gün belki sadece birkaç dakika ve kendinle düzenli çalıştığında daha uzun süreler gerçek benliğinle iletişim kurabilir, sakinleşebilirsin. Nasıl yapacağını düşünmeden sadece olmasına izin ver. Mesela sadece nefesini izle.
“Farkında olarak içinden “normal nefes alıyorum” derken normal bir nefes al ve “normal nefes veriyorum” derken nefes var. Buna üç nefes boyunca devam et. Dördüncü nefeste farkında olarak “uzun bir nefes alıyorum” diyerek nefesini uzat. Nefes verirken içinden “uzun bir nefes veriyorum” de ve buna da üç nefes boyunca devam et. Şimdi nefes almaya devam ederken karnının, göğüs kafesinin ve ciğerlerinin her hareketinin farkında olarak nefesini dikkatle izle. Havanın içine giriş ve çıkışını, sıcaklık ve serinliğini, sesini, nefes almanın başladığı ve nefes almanın bittiği anı, nefes vermenin başladığı ve nefes vermenin bittiği anı fark et. Nefes almakla, nefes vermek arasındaki o ufak, hiçbir şey yapmadan kaldığın boşluğu fark et. Nefes alışı ve nefes verişi başından sonuna kadar takip et. Hafifçe gülümse. Aklına farklı düşünceler geldiğinde onları gökyüzünden gelip geçen bulutlar varsay ve uzaklaşmalarına izin ver. Tekrar kaldığın noktadan nefesine dön.”
Bu egzersizi telefonundan bir ya da birkaç dakikalık alarmlar kurarak günün belirli zamanlarında, gece yatmadan önce, yolda yürürken, toplantıya girmeden, gergin hissettiğin her an ya da canın her istediğinde yapabilirsin. Yavaşlamak ve ana gelmeyi pratik ve basit yollarla deneyimlemek için yukarıda örneğini verdiğim nefes farkındalığı egzersizi ve daha farklı farkındalık çalışmalarını Thich Nhat Hanh’ın “Farkındalığın Mucizesi” ve Judith Orloff ’un “Teslimiyetle Gelen” isimli kitaplarında bulabilirsin.
***
"Sivri kaya üzerinde az şey yetişir.
Toprak ol. Ufalan ki yaban çiçekleri gelsin yanı başına.
Uzun yıllar taş gibiydin. Şimdi farklı bir şey dene. Teslim ol."
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
YORUMLAR