Lüzumsuz rengin lüzumsuz tonlarını neden okumayacağım?
Bu kitabı Amerika’da çıktığı hafta duydum. Çünkü en yakın arkadaşlarımdan biri orada yaşar ve iyi bir okur, sıkı bir takipçidir. Hemen kitabı okumuş ve bana “Noraaaa, bekle yakında orda da bomba patlar!” diye haberi iletmişti.
Ferrarisi’ni satan tarzım olmayan adamdan yeme içme bahanesiyle adam bulmak için dünyayı gezmeye kalkan vasıfsız kadına kadar bu tip kitaplar bende hep hayal kırıklığı yaşatmıştır. Bütün iyi niyetimle evrendeki torpili de aramış, sabretmiş ama bir noktada “yok artık” diyerek kitabı yok etmiştim.
Bunları kütüphanemde bile tutmaya karşıyım. Bırakın kitapları, filmlerini bile yarım bırakabiliyorum ki hiç âdetim değildir.
Evet, “Grinin 50 tonu” nihayet zayıf cinselliğiyle başa çıkmaya çalışan yurdum insanının hizmetinde…
Yaşasın, gelsin fanteziler, gitsin hem zengin, hem yakışıklı hem de fantezi delisi yüksek libidolu erkekler!
Bir kere gri o kadar meymenetsiz bir renk. Tonu olsa ne yazar olmasa ne... Neyse…
Benim anneannem lisede öğrendiği İngilizceyi bir nevi beyaz dizi serisi olan “Mills&Boon” kitaplarıyla ilerletmişti. 85 yaşında öldüğünde mükemmel Fransız okulunda öğrendiği Fransızca kadar mükemmel İngilizce de biliyordu. Onunla dalga geçerdim bu kitapları okuyor diye. Çünkü onda yatıya kaldığım zaman yanımda kitap yoksa bunlardan birini elime alır okurdum. O kadar komik bulurdum ki, ciddiye bile alamazdım onları…
Normal bir genç kız olmaya çalışır, gözlerimi kapar kapaktaki gibi bir adam ve içindeki gibi kumsallar hayal etmeye çalışırdım. 3 dakika beceremezdim, sıkılır bırakırdım kitabı ve bu hayalleri…
Anladığım kadarıyla bu kitap da onların bir nevi 21. yüzyıl versiyonu. Bol seks ve fantezi katılmış hali…
Şimdi, bir kadın olarak beklentilerimi yükseltmemek için bu kitabı okumayı reddediyorum.
Muhtemelen bu kitabı okurken çok sıkılacağım. Çünkü ne olacak biliyorum; Benim için son derece sıkıcı fanteziler ve klişelerle dolu olacak. “Off ya, hala mı buralardasınız, çıkın artık o kafalardan” diyeceğim. Ama kazara hoşuma giden birkaç fikir yakalarsam, benim hayal gücüm yine çalışmaya başlayacak.
“Adamlara daha neler yapabiliriz, onları daha nasıl şaşırtabilir, nasıl mutlu edebiliriz?” diye kendime pay çıkartacağım. Kız arkadaşlar birbirine gaz verip güzel cümleler kurmaya başlayacağız hayatımızdaki adamlar için… Yani kendimizi yükselteceğiz taaa tepelere...
Sonra kitaptaki gibi bir adam hayal edeceğiz? Yahu biz burada seks fantezilerini “doggy style” ve oral seksle sınırlı tutan, sıradan sürprizleri ve sıkıcı hediyeleri doğum günleri için gündeme alan adamlar topluluğu içinde yaşarken, beni helikopterle yemeğe götürecek adamı hayal etmem sağlıklı olur mu?
Üstelik ben helikopter ayarlayabilip onu yemeğe götürebileceğimi daha önceden düşünmüşken... (Yeter ki o adamı bulayım!)
Sonra da “dannnn” yere!
Çok yakın arkadaşlarımdan biri kitabı okurken gerçekten azdığını itiraf etti. “Delisin sen bunu okuyorsun” dedim; “Zaten kendine uygun adam bulamıyorken bunları okuyarak yükselt çıtanı, girsin sonra o çıta yüreğine!”
Bazen düşünüyorum, yaşım yüzünden mi bu kadar katılaştım. Genç kızların bu kitaptan etkilenmesi çok normal; biz de zamanında 9,5 hafta filmini izleyip Mickey Rourke için kafayı yemedik mi? Vallahi de yedik. Hem de nasıl. Sırf ona benziyor diye senelerce hasta olduğum bir çocuk bile vardı. Ne var ki John Gray fantezilerinden haberi yoktu. (Not: Mickey Rourke’un bu filmde canlandırdığı karakterin adı)
Velhasıl, olgun hemcinslerim… Düşmeyin bu tuzağa, alın gardınızı… Azıp azıp kendinizi sokaklara atmanızı istemem.
Genç kızlarım, tamam; siz okuyun. Belki yaş icabı bulursunuz bir tane Bay Grey…
Mr. Big’i kim bulduysa artık!
YORUMLAR