Huni değil, nefes

Geçen hafta çok daralmıştım. Gökçe bir süredir apansız ağlamaya başlıyordu. O anda tam da bir şeye yetişmekte olan ben -yapacak bin tane şeyi illa olan anne, bunun makul sebebini bulamıyordum.


Ağlamasına izin vermek gerektiğini biliyordum, ama ucunun görünmemesi ve vakit telaşım beni geriyor hatta yükseltiyordu. Bir de kendi çocukluğum ‘sınırı çek, çek sınırı’ diye diretiyordu omzumun arkasından.



Sonrası arabada stop butonuna basmayı unuttuğumuz trash şarkı gibi devam ediyordu okula giderken. Gökçe bir hal, ben bin perişan dağılıyorduk günlük rutinlerimize.



Bunun tekrar edeceğini bilmek ve ne zaman olacağını kestirememek ise sakin saatlerimi bile tetikte geçirmeme sebep oluyordu. Onun bir bir emek verdiğim özgüvenini düşününce de, iyice yerle bir oluyordum.


Bir puzzle’ın evin her tarafına saçılmış hali gibi dolaşmam bir ay kadar sürdü. Sonra ne olduğunu bilmediğim bir kırılma anı oldu ve Gökçe’deki tutum değişti. Aslında değişen Gökçe değil de, ben oldum her zamanki gibi.


Sihirli çubuk tam nereye değdi, bilmiyorum. Sanırım kırılma anı içimi dağlayan derdi, bu köşeden yazmam oldu.


Yazının buluntusu da bu aslında: Yazmak ve çizmek müthiş bir terapi. İçinizdeki attığınız an, safranızı o kadar kaldırmıyor sıkıntı dediğiniz şey. Beynin yansımasını bir kağıtta görmek gerçekten iyi geliyor insana.


Psikoloji İstanbul’da oyun üzerine aldığım bir eğitimde tam da böyle diyordu Pınar Mermer. Anne baba olarak bizi geren durumlarla başa çıkmak için Pınar’ın önerdiği yöntem şuydu:

“Alın kağıdı kalemi elinize, sizi üzen konu neyse, resmini çizin. Picasso olmanız gerekmiyor. Çöp adamlar bile olsa tamam. Yeter ki, sıkıntınızı oraya dökebilin. Ona iyice bakın. Şimdi elinize renkli kalemler alın ve resmi olabildiğince komikleştirin. Misal balonlar ekleyin.”


Ben eğitim sırasında bunu yaptığımda komikleştirme çabasının yapay kaldığını, sıkıntımı hafifletmeyeceğini düşündüm.


Bu biraz ben konuşurken bile, alttan alta yazan, düşünceyi retinamdaki kağıda döken beynimle ilgili olabilir. Yazının üstünlüğü değil resme, konuşmaya bile dansın yürümeye olan üstünlüğü gibidir bende.


Ancak resmi sessiz bir ortamda, kimse olmadan yaptığımda, başka bir bakış açısı kazandırabileceğini de düşünüyorum. Psikologlar çizmeyi bu yüzden öneriyorlar aslında. Zira yazarken rasyonel akıl çok fazla devrede. Resimle dışa vurum, sorunu söz geçiremediğimiz ilkel yanımızda çözmeyi sağlıyormuş.


Ya da kadim öğretilerin binlerce yıldır söylediği gibi nefes eşsiz bir kurtarıcı. Bir sefer bunu da denedim Gökçe’nin duygusal tırmanışında.


Bence abuk olan noktada ona kızdım, sonra ‘Tepkimde haklıydım ama sana böyle davranmamalıydım’ dedim. Elimizdekini bıraktık, oturduk ve derin derin nefes aldık. Ona diyafram nefesini anlatmak zor olduğundan koca bir nefes alıp, önündeki hayali pastanın mumlarını üflemesini söyledim.


Yerden lokum gibi kalktık. İkimiz de.


‘Ne yani, bu iş nefes kadar basit mi?’ demeyin. Tüm ömrümüzün hükmü, onun yettiği yere kadar sadece.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.