Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye abla

Beyazıt Camii’nin ince uzun minarelerinden ikindi ezanı yükselirken,misafirini beklemeye devam etti. Biraz sonra misafir de karşıdan göründü. Ayağa kalktı. İki adam tokalaştılar. Beyazıt’ın ünlü “Çınaraltı” kıraathanesinde, yer yer çay, kahve, dondurma lekeli bir örtüyle kaplı masaya oturdular. Bir iki hal hatır sormadan sonra asıl konuya girdiler. Edebiyattan, daha çok da şiirden söz ediyorlardı.


Saçları ve bıyıkları iyice beyazlamış, keskin hatlara sahip misafir, kendisinden daha genç görünen adama bir ara “Masa da Masaymış şiirin gerçekten de çok güzel” dedi. Öteki adam bu övgüye sevineceğine kızar gibi oldu. “Üstad benim başka şiirlerim de var, bıktım artık ben o şiirden dem vurulmasından” diye sızlandı.


Beyaz saçlı adam gülmeye başladı. Bu duyguyu iyi biliyordu. Kendisi de bunca zamandır şiir yazmasına rağmen hep bir tek şiiriyle anılmaktan bıkmıştı. “Masa da Masaymış” şiiriyle adeta özdeşleştirilmiş olan Edip Cansever gibi, kendisi de sonraları birçok iyi şiir daha yazmış olmasına rağmen, hep “Fahriye Abla” şiiriyle anımsanmaktan bıkıp usanmıştı. Edip Cansever’in anılarına göre, o gün Beyazıt meydanındaki Çınaraltı kıraathanesinde misafir ettiği şair Ahmet Muhip Dranas, Fahriye Abla şiiriyle birlikte anılmaktan o kadar gına getirmişti ki, sohbetin bir yerinde “keşke Fahriye’yi hiç yazmasaydım” bile demişti.


Türk şiirinin belli başlı akımlarının hiçbirine girmemiş olan, tümüyle dile dayalı bir şiir yaratan Ahmet Muhip Dranas, yaşarken de ölümünden sonra da hep Fahriye Abla ile tanındı. Onun Olvido, Kar, Atlıkarınca, Şehrin Üstünden Geçen Bulutlar, Dağlara ve Ağrı gibi gerçekten usta işi şiirlerini tanımayanlar bile, şiirden söz açıldığında, “Ne Güzel Komşumuzdun Sen Fahriye Abla” dizesini ezbere söyleyebildiler.


Bu şiir, Dranas’ı yaşarken zaman zaman üzdü. Şiirdeki “En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya” dizesi nedense Erzincanlıları gocundurdu. Zamanın Erzincan Valisi, sadece feci Erzincan depremi ve Fahriye Abla şiiriyle hatırlanıp, bunun dışında hiç tanınmamış olmalarından yakındı.


Ahmet Muhip Dranas ise şiirde Erzincanlı sözünü kullanmasının salt teknik bir nedenden kaynaklandığını anlatmaya çalıştı. Bir önceki dizenin sonundaki “delikanlıya” sözüne kafiye olabilmesi için bir şehir adı aradığını, Adıyaman’ın o sırada henüz vilayet olmadığını, Vanlı diyebilmek için de başına iki heceli bir sıfat bulması gerektiğini, bunu bulamadığı için de Erzincanlı sözünü kullandığını birçok edebiyat dergisinde uzun uzun anlattı ama Erzincanlıların kırgınlığını gideremedi.


Fahriye Abla şiirinin filme alınması da sık sık düşünüldü. Bu filmde Fahriye Abla’yı oynamak ve filmi de yönetmek isteyen Türkan Şoray, Dranas’la İstanbul’da görüştü ve şiirin isim hakkını satın almak istedi.


Nedir, bu buluşma istenen sonucu vermedi. Selim İleri’nin anılarına göre, o gün Türkan Şoray’ın güzelliğinden çok etkilenen Dranas, görüşmenin sona ermemesi için beklenenden “uzun” konuşmalar yaptı. Buluşmadan sonra da Türkan Şoray konuyla bir daha ilgilenmedi.


Kendisi hiç istemese de tüm edebi yaşamı adeta bir tek şiire bağlanan Dranas’ın edebiyat hayatı da iki şairle başladı. Ahmet Muhip, Ankara Gazi Lise’sinde okurken, edebiyat öğretmenleri o zamanlar da tanınmış birer şair olan Faruk Nafiz Çamlıbel ile Ahmet Hamdi Tanpınar’dı. Günlerce erteledikten sonra bütün cesaretini toplayıp şiirlerini bu iki şairin görüşüne sunan Dranas için sonuç büyük bir hüsran oldu. Çamlıbel, daha ilk iki şiiri okuduktan sonra bunların şiir değil, olsa olsa birer “manzume” olabileceklerini söyleyip geri verdi.


Dönemin ünlü eleştirmeni Nurullah Ataç da bir kızgınlık anında Dranas’ın şiirlerini “manzume” diye küçümsedi. Başlangıçta Dranas’ın şiirleri hakkında övücü sözler yazan Ataç, daha sonra Garip akımını başlatan Orhan Veli’nin şiirlerini yere göğe sığdıramaz oldu. Şiirde dil konusunda çok hassas olan, Orhan Veli ve arkadaşlarının kullandıkları şiir dilini “kırık dil” diye eleştiren Dranas, Ataç’ın bu tutumuna üzüldü ve onu “şiirimizin bozulmasına önayak olmakla” suçladı. İki edebiyat adamı arasındaki kavga büyüdü. Ataç bir edebiyat toplantısında Dranas’tan bahsederken önce “Mati, mati, matitas, Ahmet Muhip Dranas” dedi. Sonra da “Dranas, Orhan Veli’nin şiir düzeyine gelinceye kadar daha çok manzume yazar” diye konuştu.


Soy adının yazımı konusunda da bazı karışıklıklarla karşılaşan, kendisi bile bazen Dıranas, bazen de Dranas diye yazan, ölümünden sonra Sinop’taki evine belediye tarafından “Dıranaz’ın Evi”diye yazılınca, soy adı yeni bir biçime bürünen Ahmet Muhip, şiir hayatında iddiacılıktan hep özenle kaçındı.


Belki de bu yüzden pekala da ‘Hoyrattır bu akşamüstleri daima’, ‘Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan lavanta çiçeği kokan kederleri’, ‘Ey unutuş kapat artık pencereni’, ‘Yeşil pencerenden bir gül at bana’ve ‘Yüzün beyaz, abajur yeşil, gece mor’ dizeleriyle de anımsanabilecek olan Ahmet Muhip Dranas, Fahriye Abla’nın hiç solmayacak olan gölgesiyle yetinmek zorunda kaldı…





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir şair, moshe'nin, "komşunun karısına bakmayacaksın” emrini ihlal etmiş, bir de oturmuş yaptığı bu işin şiirini yazmış, büyük günah işlemiş. lakin, komşu karılar hepten fingirdek, insanlar ne yapsın? avram.
    CEVAPLA
  • Misafir fahri hemşehrisi ve sinop dranaz üniversitesi vakfı kurucusu olarak, şairle hayatta iken karşılaşamasam da; ilk gençliğinin platonik aşkını ben de biliyorum. hem kimimimizin yok ki, o ilk uyanışta, mahallemizde adını koyamadığımız duygularımızla farklı bir yerdeki fahriye ablalarımız. şiirinin, şairin yakındığı kadar ünlü olması, hepimizin ortak duygusunu ifadesindeki başarısındandır. lemi ağabey, yine bizleri en asil yanımızdan yakalamış! fy
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.