Ankara Ankara...
Burası İzmir Caddesi’dir. Başı Kumrular Sokağı’dır. Yolun iki yanını kaplayan apartmanlara inat göğe erişmeye çalışan çınarlarına, Ankara’ya kasvetli bir akşam inerken ebruli kanatlı kumrular konar ve sokak da adını buradan alır.
Caddenin sonu Necatibey Caddesi’dir. Ankaralılar sivil sivil dolaşırken tam burada başları çelik miğferli, elleri otomatik silahlı askerleri görürler. Burada Orduevi, Orduevi Sineması bulunur. Silahlı Kuvvetler Ankara’da başka hiçbir şehirde görülemeyecek kadar kentin ve sivillerin içindedir.
Geçenlerde bir imza günü için gittiğim Ankara’da dolaşırken bunları düşünüyorum.
Derbeder ömrümün yaklaşık otuz yılının geçtiği Başkent’e, soğuk güneşli bir Şubat sabahında bu kez İstanbul’dan gelmiş bir misafir olarak bakıyorum.
Ankara, gençlik yıllarımdan bu yana sanki hiç değişmemiş gibi. Her yer gri ve grinin türlü çeşitli tonları. Apartmanlar gri, sokaklar gri, bilinmeyen bir yerlere telaşlı telaşlı koşturan insanlar gri. Marmara’ya alışmış gözlerim, puslu da olsa bir mavi, ufaktan da olsa bir “ateş kızılı” arıyor ama nafile. Ankara çoktan gride karar kılmış…
Kızılay’a iniyorum. Güzeller güzeli Sevgi Soysal’ı düşünerek, bu yapay başkentin insanı rahatsız edecek kadar temiz caddelerinde gençliğimi, aşklarımı, bir kısmı çoktan o bilinmez aleme göçmüş dostlarımı arıyorum. Vakit, “Yenişehir’de bir öğle vakti”.
Başımı kaldırır kaldırmaz gördüğüm o Anadolu bozkırı, beni yine şaşırtıyor. Ankara bozkırın göbeğindedir ve çok değil iki üç kilometre şehrin dışına çıktığınızda, kendinizi Kurtuluş Savaşı yıllarının Türkiye’sinde bulursunuz.
Bala, Nallıhan, Ayaş, Yenice gibi adı çok az duyulan Ankara ilçeleri, yemenili kadınlar, kasketli gaziler, tandır ekmeği, bazlama, dut pekmezi ve misket havasıyla, Cumhuriyet’in ilk yıllarını yaşar.
“Başkent neresi olsun” diye bir sormaca yapılsa, tiftik keçili “Angora” son sıralarda yer alır.
Ankara seçilmiş değil, atanmış bir başkenttir...
Son yıllarda orasına burasına yapıştırılan yeşillere rağmen Ankara gridir ve bu kentte göze gönül ziyafeti çeken ebemkuşağı renkleri bulunmaz.
Kafka’nın romanlarını hatırlatan grili siyahlı görünüm içinde bir de kravatlı insanların çokluğu şaşırtır insanı. Gençlik dönemini tamamlamış neredeyse tüm başkentli erkeklerin boyunlarında, iğreti de olsa birer kravat. Taksiye binersiniz, şoför kravatlı, lokantada yemek yiyenlerin hepsinde birer boyunbağı.
Ankara bürokrat bir kenttir…
Ankara’nın Beyoğlusu Kızılay’dan, eski şehre doğru yürüyorum. Cumhuriyet döneminde ucu bucağı belirsiz bir bataklık olup, etrafına amansız bir sıtma salarak, tüm başkentlileri avuç avuç sulfata yutmak zorunda bırakan Gençlik Parkı’ndayım. Zaten Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi, “Bütün sokakları bu kentin, Gençlik Parkı’na açılır”.
Eski Ankira ya da Angora’nın göbeğindeyim. Tiftik ticareti ile uğraşan Yahudi vatandaşların mahallesi. Tehcire kadar “En sadık azınlık” diye payelendirilen Ermenilerin taş evlerinin sırt sırta verdiği eski Ankara sokakları. Bir zamanlar çitlembik gibi Rum kızlarının nazlı nazlı gezindiği kadim bahçeler…
Samanpazarı’na çıkıyorum. Ölmeye yatmış bir iki eski Ankara konağı. Cumbalı pencerelerinden içeriye bir göz atsam, Kuvvayi Milliye subaylarını göreceğim sanki. Başlarında şayak kalpak, Wilhelm bıyıklı ve körüklü çizmeli Miralay Ferit ile Mirliva Necmi Bey’ler, 5 numerolu gaz lambasının ölgün ışığı altında haritayı inceliyor. “7’inci Süvari Alayı sağ cenahtan vururken, mitralyöz birliğini de Polatlı şimalinde pusuya yatırırız ki...”
Ankara asker bir kenttir…
Dönüp üniversite yıllarımın geçtiği Cebeci’ye geliyorum. Muammer Aksoy, Bahri Savcı, Mümtaz Soysal, Nermin Abadan Unat, “sıfırcı hoca” Kurthan Fişek ve daha nice paha biçilmez hocadan memlekete ve hayata dair ilk dersleri aldığım okulum.
Veresiye yemek yediğim esnaf lokantaları. Afiş yapıştırırken sokaklarında polislerle kovalamaca oynadığım gecekondu mahalleleri. Kırşehirli Neşet Ertaş’ı canlı olarak ilk kez dinlediğim kavak ağaçlı yoksul bahçeler. Devrim rüzgarlarının estiği o güzelim 70’li yıllar.
Hukuk ve Siyasal Bilgiler öğrencileri. Aynı benim bir zamanlar yaptığım gibi, telaşla koşturuyorlar. Ellerinde medeni hukuk kitapları.
Ankara talebe bir kenttir…
Ankara’daki sevdalar. O gri ve karanlık başkent sokaklarının bir anda içinde yıldız alacası yüzen bir zakkum pembesine bürünmesi. “Sevmek insanın yüreği kadar, küçükse büyüğünü taşıyamazsın” sözünü düşünmek ve yaşamak. Tevatür sevdalar ki, Leyla ile Mecnun kaç para?
Biliyorum, bu yazı biraz tek kişilik oldu.
Nedir, Ankara yalnız başına yaşanan bir kenttir…
YORUMLAR