Mavi şortlu adam

Nehir kenarındayım. Seyreyliyorum.



2 hafta boyunca. Her gün.



İlk oturuşumda, nehrin beni yorduğunu hissetmiştim. Bi süre sonra, hızlı akan kısmı izlemeyi bırakıp, kayaların oluşturduğu göletimsi kısma çevirmiştim başımı. Göllerde buluyorum ben huzuru. Yavaşım. Durağanım. Akışa bırakamıyorum kendimi. Belki ezberim, bunu diyen. Belki ritmim böyle. Dönüşene kadar aslını bilemeyeceğim. Bi asıl varsa tabii.



İzlerken yorulduğumu söylediğimde, çok güzel gülüşlü kız, “Nehrin ortasındaki kayanın yerinde beyninin olduğunu hayal et. Hiçbir şey düşünme. Sadece akışı hisset.” demişti. Beynimi saran suyun soğukluğundan ürperip titremiştim önce. Ürpertiyle beraber ferahlık da gelmişti. Yorgunluk çok azaldı sonraki günlerde.



Bi yerde hızlı akıyor nehir. Bi yerde duruyor sanki. Bi yerde sağa akıyor, başka yerde sola. Sağa akanla sola akan az ilerde birleşiyorlar.


Her kayada, batık ağaçta yön, hız, ses, şekil, yoğunluk değişiyor. Nehir, tüm bu farklılıkların toplamı. Ve neye çarparsa çarpsın ne şekle girerse girsin mutlaka akıyor. (İnsan türünün, evrenin efendisi olduğunu zanneden hırtonun biri ırzına geçmediği sürece de hep akacak.)


Mavi mavi parlayan siyah bi kuş var. Uzun gagalı, bi piçlik yapmış da hesabını vermeden bi an önce kaçacakmış suratlı. Nehrin yavaşlayıp ufak bi havuz oluşturduğu kısımda yıkanıyor her gün. Parlak sarı göbekli, hafiften tıknaz bi diğer kuş var. (Bence bütün kuşlar komik. Tıknaz kuşlar daha bile komikler.) Suya yakın dallarda takılmaya bayılıyor. Bi de kahverengi ağırlıklı, komik sesli kuşu görüyorum sık sık. Sabah akşam cikcik. Nehirde yıkan, daldan dala uç, eşini kovala... Oh valla. Ben olsam ben de öterim.



Çapçapçap sesler geliyor nehirden. Yüzünde ilkel maske ve şnorkeli, sağ elinde machetesi (palamsı alet), sol elinde zıpkınıyla bi yerli; balık peşinde. Kafası suyun içindeyken macheteyi sertçe suya vuruyor; kaçışan balıkları da zıpkınla avlamaya çalışıyor sonra. Mayaların katledilmemiş, bi şekilde yırtmış olanlarının torunlarından. Hala kendi dillerini konuşuyorlar. Balık gibiler. Çok güzel gözlere, bakışlara sahipler. Nehrin ormanın çocukları hala oralardalar. Çok şükür.





Her gün, aynı yerde, benzer huzur, mutluluk ve şaşkınlık ifadeleriyle nehri seyreyleyince kendimce bi ün edindim çevrede. Sevimli, meczubumsu bi ün. Hosteldeki gönüllülerin bi kısmı “Gülümseyen Buda” diyorlardı. Sonradan duydum ki nehrin öbür tarafında da tanınıyormuşum. Baysal’ın zamanında ödünç vermiş olduğu mavi deniz şortu da benimle birlikte ünlenmiş bu hiçliğin ortasında. Mavi şortlu adam…



Yine otururken bi bakıyorum, yerli avcı parlayan gözler ve kocaman bi gülümsemeyle bana doğru yürüyor. Taşlardan atlaya atlaya yanıma geliyor. Aynı kocaman gülümsemeyle elini uzatıyor. Sıkıyorum mutlulukla. İspanyolca bilmediğimi söylüyorum. Kullandığı gırtlaktan harflerle fark ediyorum ki o da kendi dilinde konuşuyor.



Söylediğim üç beş basit İspanyolca kelimeyi de sanki pek anlamıyor. E, Türkçe ile Maya lehçesinin ortaklaşması da biraz zor yani şimdi. Karşılıklı kocaman gülümsemede anlaşıyoruz. Belinden sarkan heybesini aralayıp tuttuğu balıkları gösteriyor. Yarım saat önce İsviçreli kız kardeşim bi mango hediye etmişti, onu acemice bölüp, büyük parçayı ikram ediyorum yerli kardeşime.


Kemirip bitiriyoruz. Kabuklar balıklara emanet. Ruhumuzdan sonra ellerimizi de temizliyor nehrin suyu. Göğsüne vurup, “Blanz (gibi bişe. Ben öyle anladım.)” diyor. Göğsüme vurup “Baran” diyorum. Mucho gusto (Çok memnun oldum.) Blanz.



Yan yana oturup sessizce nehri seyreyliyoruz. Arada bi göz göze gelip kocaman gülümsüyoruz. Maya torunları çok gerçek, çok temiz, çok doğrudan bakıyor, gülüyor, yaşıyorlar. Onunlayken ben de onun gibi oluyorum galiba.





Yarım saat sonra kalkıyor. “Ben avlanmaya devam, hacı” gibisinden bişeler söylüyor. Elini uzatıyor, sıkıyorum. Sonra cesaret edip sarılıyorum. Şaşırıp gülümsüyor. Maskesini yüzüne geçirip, machetesini, zıpkınını alıp nehirdeki yerine geçiyor yeniden. Ben de nehrin doğal jakuziye dönüşen kısmına geçiyorum. Her gün sırtıma, boynuma masaj yapan, keyiften bağıra bağıra şarkılar söylememe neden olan mucizevi kısmına… Oradayken de arada dönüp Blanz’a bakıyorum. Bi küçük balık daha yakalamış, gururla bana gösterip sırıtıyor. Sırıtıp alkışlıyorum.



Blanz nehirle birlikte akıyor, hızlı hızlı yüzerek kısa sürede gözden kayboluyor. Ben jakuzimde bağıra bağıra şarkımı söylemeye devam ediyorum…



“Hiçbir zaman hayat bayram olmadı ya da… Her nefes alışımız bayramdı…”



Cevabım, seçimim B şıkkı. Her nefes alışımız bayramdı.


Cikcikcik.


Fotoğraflar: Sebastian Hemme

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.