Susma, Haykır: Engelliler Vardır!
Amerika’da ilk yaşamaya başladığımda en çok dikkatimi çeken şeylerden biri etrafta ne kadar çok engelli insan olduğuydu... Toplu taşıma araçlarında, bankalarda, restoranlarda, yollarda... Her yerde görürdüm tekerlekli sandalyede bir sürü insan, çoğu da tek başına üstelik... Zihinsel engelliler de vardı ve ortalıktalardı... O zamanki yorumum ‘Burada engelli nüfusu ne kadar fazla, Türkiye’de böyle değil’ olmuştu.
Gerçeğin çok farklı olduğunu Türkiye’ye döndükten sonra ve anne olup kaldırımlarda bebek arabasıyla gezmeye başlayınca fark ettim. O zamana kadar hayatımı hep iki ayağımın üzerinde sürdürmüştüm. Kaldırıma park eden arabanın yanından yürüyüp yola inmiş, alışveriş merkezlerinde asansöre binme ihtiyacı duymamıştım. Merdiven çıkmakta sorun yaşamadığımdan ne apartmanımın, ne de gittiğim müzenin girişinde rampa aramamış, toplu taşıma araçlarına inip binerken hiç sorun yaşamamıştım.
Ne zaman ki bebeğimin pusetini sokaklarda ittirmeye, otobüslere inip binmeye başladım, o zaman fark ettim ki bütün şehir iki ayağının üzerinde kolaylıkla yürüyebilen insanlar için tasarlanmış – ki etraftaki çukurlar, kaldırımlardaki engeller yüzünden iki ayaklılar için bile ciddi riskler söz konusu... Ve o zaman anladım ki Türkiye’de de -yurtdışında olduğu gibi- engelli birçok insan var, bir farkla: Sokağa çıkamıyorlar. Eve mahkumlar. Bırak tek başlarına sokakta gezebilmelerini, tekerlekli sandalyelerini ittiren birileri olsa bile birçok yere girip çıkmaları fiziksel olarak mümkün değil.
Herhalde bundan daha büyük bir kibir ve haksızlık olamaz. Bugün iki ayağının üzerinde yürüyebilen insanların hemen yarın engelli olmayacaklarının garantisini kim verebiliyor? Kimse... O halde engelli insanları görmezden gelmek nasıl bir aymazlıktır? İşte bunlar hep eğitim(sizlik).
Aslında engelleri yaratanlar da, onları sürdürenler de ‘engelsiz’ insanlar... Bütün dünya tekerlekli sandalyedeki insanların, zihinsel ve gelişimsel farklılıkları olan insanların da rahatlıkla gezebileceği, ihtiyaçlarını giderebileceği bir şekilde düzenlenmiş olsaydı o zaman ‘engel’lerden bahsediyor olmazdık...
Bence belediye başkanlarına görevlerine başlamadan önce bütün şehri tekerlekli sandalyeyle gezme şartı getirilmeli... Bunu yapmadan bir insan belediye başkanı olamamalı... Acaba öyle bir tecrübeden sonra aynı bakabilir mi insan şehirdeki yaşama? Ama evinin ihtiyacını karşılamak ama oy vermek için olsun evinden çıkamıyor olmanın, ya da çıkınca istediğin yere gidemiyor olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamanın başka bir yolunu düşünemiyorum.
Elbette bunun naif bir teklif olduğunun farkındayım. Böyle gelmiş-böyle gider’ler ülkesinde bazı şeyleri değiştirmenin hiç kolay olmadığını da biliyorum. Ancak ne yazık ki rantsal, pardon, kentsel dönüşümün esir aldığı İstanbul’un gıcır gıcır, yüksek ve lüks residanslı sokakların kaldırımlarının bile yeniden yapılırken engelli giriş çıkışlarına uygun yapılmadığını, park yerlerinin ona göre gözetilmediğini, engelsiz vatandaşların arabaları çizilmesin ya da AVM’nin girişine yakın olsun diye engelli park yerlerine rahatlıkla park ettiklerini çünkü herhangi bir yaptırımla karşılaşmadıklarını görüyoruz.
Yapabileceğimiz en basit şey etrafımızdaki herkesi fark etmek. Bunu da ‘Bir gün biz de engelli olabiliriz’ gibi bir ‘kendini kurtarma’ duygusuyla değil, bu dünyanın her çeşit insanla daha güzel bir yer olduğunun farkına vararak yapmak...
YORUMLAR