Nerede o eski yaz tatilleri?
Bir seçimi daha geride bıraktık, ancak öyle böyle bir seçim değil. ‘Memlekette dengeler alt üst oldu’ demek abartı olmayacağı gibi durumu oldukça doğru özetleyen bir tarif olur belki de...
Seçim sonuçlarından memnun olmayan iki kesim var: birincisi elbette Ak Parti seçmeni ve ikincisi ne seçmeni olursa olsun HDP’nin meclise girmesinden rahatsız olan kitle. Onlara göre ülkeyi çok kötü günler bekliyor, çok tehlikeli şeyler yaşayacağız.
Oysa asıl tehlikenin ne olduğunu ben size söyleyeyim: Bizleri bekleyen asıl tehlike, 2014-2015 eğitim-öğretim yılının yarın sonra erecek olmasıdır. Bir başka deyişle, okullar kapanıyor tehlikenin farkında mısınız?!
Elbette abartılı bir ifade bu, kimsenin endişelerini küçümsemek de değil derdim. Gündemden devşirme bir sansasyon yaratmak istedim, başarabildiysem devam edebiliriz.
Evet, memlekette okulların yarın kapanması sebebiyle bayram eden iki kesim var: (1) Öğrenciler ve (2) Öğretmenler. Nasıl bayram etmesinler ki, eylülden beri, hafta sonları ve sömestr tatili ve bayram tatilleri ve kar tatilleri ve seçim tatilleri ve TEOG tatilleri hariç her gün okula gidiyorlar. Kendi çocuklarımdan biliyorum, her ne kadar okulda eğlenseler, arkadaşlarını özleyecek olsalar da tatili dört gözle bekliyorlar. Biz de öyle değil miydik?
Ya öğretmenler? Başka çocukların sadece öğretim değil, eğitim sorumluluklarını da üzerinde hisseden, gün boyu onlara ders anlatmakla yetinmeyip dertleriyle uğraşan öğretmenler de en güzelinden bir tatili hak ediyorlar.
Yaz tatilinden tek şikayet eden kesim, içinde benim de bulunduğum veliler grubu... Şikayet dediysek, çocuklarımız nefes almadan okula gitsin demiyoruz tabii ki, ancak büyükşehirde yaşayıp, bahçesi olmayıp, kendisi çalışırken/iş yaparken çocuklarını eylemek için ya binlerce lira verip yaz okuluna göndermek ya da apartman dairesinde hep birlikte cinnet getirmek arasında tercih yapmak zorunda kalmak çok da eğlenceli değil...
Çok isterdim ailem bir sahil kasabasında yaşasın da ben de çocuklarımı yaz boyu ona göndereyim (arada ben de gideyim). Herhalde yaz tatillerinde en çok kıskandığım kesim bunu yapabilenler...
Bizler küçükken daha basitti ya her şey, buna yazlar da dahildi... Mersin’de yaşadığımızdan, ya yaylada ya kampta/yazlıkta geçerdi yazlarımız. Annem gündüz bizimle olurdu, babam işe gider gelirdi. Yaz günlerinden aklımda ve damağımda kalan bol bol kızartma, tavuklu sandviçler ve karpuz... Ah bir de zeytinyağlı barbunya/fasulye... Ve akşam olup da babamın arabasının eve yanaştığını gördüğümüz anlar...
Bütün günümüz dışarıda geçerdi o zamanlar. Şehirde olduğumuzda bile aşağı iner, sokak aralarında oynardık: ip, top, bisiklet, kaykay, paten, aklına ne gelirse... Sadece yemek yemek için eve çıkar, sonra yine koşarak aşağı inerdik. Tek kuralımız akşam ezanıyla birlikte evde olmaktı.
Ya şimdi? Mersin’de nasıl bilmiyorum ama –ki oralar da değişti sanırım- İstanbul’un merkezi yerinde çocuğumu tek başına bırak sokağa bırakmayı, parkta oynarken iki dakika gözümü üzerinden ayırmaya korkuyorum. Ya manyağın biri kandırmaya kalkarsa? Ya, sokakta oynarken dikkatsiz bir şoför çarparsa... Hem zaten oynayacak yer de yok ki, daracık kaldırımlarda –motosiklet, çöp kutusu, araba, ağaç- yoksa zaten yürüyebilene aşk olsun.
Büyük şehirde yaşayan çoğu ebeveyn, eğer ki okulların tatil olduğu dönemde iş temposunu hafifletme/değiştirme imkanı yoksa, çocuğunu yaz okullarına göndermek zorunda... Bir yandan bütün sene okulların disiplininden sıkılan çocukların dikkatle denetlenen kurumların sunduğu okullarda bol sporlu, aktiviteli günler geçirmesi en azından enerjilerini tüketmelerine fırsat verse de, bir yandan ‘nerede o çocukluğumuzun kuralsız, naif tatilleri?’ demeden edemiyor insan...
Şimdi çocuklar o alternatifi bilmiyorlar. Neyse ki mi desem, ne yazık ki mi desem, bilemiyorum.
YORUMLAR