Kamu malı
‘Kamu malı’na hiç zarar vermemiş bir insan olduğumu söyleyemem... Ortaokul yıllarımda hoşlandığım çocuğun baş harfiyle benimkini kalp içine alıp sıraya tükenmez kalemle kazımıştım.
Lisedeyken okuldaki irili ufaklı bazı isyan hareketlerini bir kenara bırakırsak sonraki yıllarda da ‘kamu malına’ zarar veren biri olmadım. Hem zaten artık sevdiğim çocuk da beni seviyordu, aşkımızı duvarlara kazıyarak mesaj vermek zorunda değildim, doğrudan kendisine mektup yazabiliyordum.
Yetişkin hayatımda da ‘kamu malı’na zarar vermekten ziyade sahip çıkmaya çalışan bir insanım. Yerlere çöp atmam, atanı uyarırım, vapura binerken görevli büyük oğlumu gösterip ‘Tamam, kart basmasanız da olur’ dese de ‘Aaa, olur mu, neredeyse sekiz yaşında o’ deyip kartımı basarım. ‘‘Ben doğrusunu yapayım da...’’
Toplumumuzun enteresan bir kamu malı anlayışı var. Her ne kadar geçmişimiz ‘Mal canın yongasıdır’ türünden veciz sözlerle bezenmiş olsa da malına sahip çıkan, daha doğrusu parasını doğrudan vermediğimiz şeylerin değerini bilen bir toplum –en azından artık- değiliz. Kamu malı, ancak eylemler sırasında, o eylemlerden nemalanmak isteyen fırsatçıların etrafı ateşe vermesi/yağmalamasıyla kıymete biniyor.
Özellikle Gezi Parkı direnişiyle tavan yapan sivil direniş ve eylemler sırasında bu eylemleri fırsat bilen gruplar tarafından ‘kamu malı’na verilen zararlar, şu veya bu sebeple bu direnişlerin karşısında olan kesimin dilinde pelesenk oldu. Sanki Gezi direnişi boyunca bir sürü gencecik çocuk devlet eliyle katledilmemiş (ve insanların gözü çıkmamış ve binlerce insan yaralanmamış...) gibi belli bir kesim ‘fışkiyelere’, seramiklere, otobüs duraklarına, otobüslere ağladı (O otobüsler ki yakanlarca değil, ancak sonradan onları sahiplenenlerce kütüphaneye çevrilmişti. Nitekim otobüslerin yakılmasına oradaki çoğunluk karşıydı, ancak yakılan otobüsü bile değerlendirecek yürek vardı orada...).
Günlerdir ülke yangın yeri, yine her şehirde eylemler, gösteriler düzenleniyor. Bu yazının yazıldığı an itibarıyla 20’den fazla insan öldü ve yine aynı sesler yükseliyor: ‘Ama kamu malına zarar verdiler!’
Elbette kamu malına zarar vermek doğru değil. Kamu ya da özel, hiçbir mala zarar vermek doğru değil. Aklı başında bir insan ne kamunun, ne komşusunun, kimsenin malına zarar vermez. Verirse de bedelini ödemelidir.
Ve fakat ülke yay gibi gerilmiş, bir sürü insan ölmüşken sanki o ölümler olmamış gibi sadece yakılan araçlardan bahsediyorsanız o zaman alıcılarınızda bir sorun var demektir. Lütfen gerekli vicdan ayarını yapınız.
İnsanlar sokağa döküldüğünde, o insanların neden sokakta olduğunu görmezden gelip, o insanların sokakta olmasını fırsat bilen grupların yakıp yıkma eyleminden başka bir şey göremeyen kamu malı ağlayıcılarına sormak istiyorum:
Gezi Parkı’ndaki ‘üç beş ağaç’ kamu malı değil miydi?
Tüm çevreci kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin karşı çıktığı üçüncü köprü için katledilen Kuzey Ormanları peki?
Ya mahallenizdeki, bir gecede imam hatip lisesine dönüştürülen devlet okulu? O, ağanın malı mıydı?
Henüz geçtiğimiz hafta özelleştirileceği açıklanan Haydarpaşa Garı peki? O kamuya ait değil mi?
Her gün üzerine AVM, rezidans, otopark dikilen deprem toplanma alanları fabrikatöre mi ait?
Ya sokakta yürürken sigaranızı attığınız kaldırım? Arabada giderken dışarı fırlattığınız pet şişenin düştüğü asfalt? Sahilde çıt çıt çitlediğiniz çekirdeklerin kabuklarını boca ettiğiniz çimenler? Onlar kamu malı değil mi?
Ne zaman bir yerlerde birileri bir baskıya karşı gelse ‘28 Şubat’ta neredeydiniz’, ‘12 Eylül’de neden sustunuz?’, ‘Viyana kuşatmasında neden boy göstermediniz?’ diye soruyorlar ya... Ben de aynı şekilde sorayım:
‘Kamuya ait’ ağaçlar kesiliyor, okullar kapatılıyor, tarihi binalar otelleştiriliyor. Tüm kültürel mirasımız yok ediliyor, çocuklarımıza gidecek okul, nefes alacak alan kalmıyor...
Neredesiniz?
YORUMLAR