Annelik ve siyaset

Geçen gün okuldan dönerken oğlum “Anne, Aykurt Nuhoğlu CHP mi?” diye bir soru sordu. Şaşırdım. Evde konuşulan siyasete tanık oluyordu, eve giren gazete ve mizah dergilerini görüyordu ve sorduğunda sorularını da yanıtlıyorduk ama böyle nokta atışı bir analiz beklemiyordum yedi yaşındaki bir çocuktan. Okula yürürken gördüğü pankartlar, okuldaki arkadaşlarıyla yaptığı konuşmalar da duyduklarına eklenince gayet güncel ve geçerli bir soru çıkmıştı ortaya…


Gezi Parkı direnişine, başladığı günden beri aktif bir şekilde katılan biri olarak oraya neden gittiğimi çocuklarıma açıklamıştım: Parktaki ağaçları söküp yerine alışveriş merkezi yapmak istiyorlar. Biz de buna karşı çıkmak için, ağaçları korumak için gidiyoruz.

İlerleyen günlerde “bunu yapmak isteyenler” Başbakan’da vücut buldu. “Bizim karşı çıktığımız şey” de “ağaçların kesilmesi”nden öteye, “özgürlüklerimizin kısıtlanmasına direnme”ye dönüştü.


Yaz boyu devam eden süreç boyunca direniş, eylem, biber gazı, çevik kuvvet gibi kavramlar çocuklarımın (özellikle de büyük olanın) kelime dağarcığına planladığımdan daha erken bir şekilde girmiş oldu. Evin içinde “Her yer taksi, her yer otobüs!” şeklinde gezen, odalarını toplamazlarsa ceza alacaklarını söylediğimde “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganını gediğine oturtan çocuklar türedi. Böyle olmasını amaçlamamıştım aslında ama çok da saklamamıştım bazı şeyleri… Babalarıyla eyleme giderken “Sinemaya gidiyoruz” dememiştik onlara… Ya da Kadıköy rıhtıma inerken karşımıza çıkan otobüsler dolusu çevik kuvveti görmesinler diye değiştirmemiştik yolumuzu… İçinde bulunduğumuz gerçek bu değil miydi? Ajitasyondan uzak olmak kaydıyla bunları görmeleri/bilmeleri zaten kaçınılmazdı.


Neslimin birçok örneği gibi ben de apolitik bir çocuk olarak büyüdüm. Sol eğilimli bir ailede yetişmeme rağmen siyasi bilgi ve ilgi alanım “80 darbesinin bu ülkenin başına gelen en kötü şeylerden biri olduğunun” ötesine pek geçmedi. Zaten sosyal medyanın olmadığı bir dönemde, ayrımcılığın pek yaşanmadığı, olaysız bir taşra bölgesinde yetişirken biraz fazla merak ve çaba istiyormuş siyasi konularla ilgilenmek, ki bende de o yoktu.


Açıkçası çocuklarımı çok da politikayla iç içe yetiştirmeyi düşünen bir anne değildim. Hele de Türkiye gibi kirli ve çözümsüz bir siyaset ortamında varsın her şeyden uzak yetişsinlerdi. Nasıl olsa büyüyünce ucundan da olsa ilgilenmeye başlayacaklardı.


Bu düşüncem bir gece ansızın Gezi Parkı’ndaki çadırların yakılmasıyla değişti. Gezi sürecinin ilk günlerinden itibaren kendimi ister istemez bulduğum aydınlanma sürecinde dünyadaki en temel gerçeklerden birini fark ettim: Bir şeyi görmezden gelmek onun olmadığı anlamına gelmiyor.


O günden beri birçok konuda yaşadığım gelgitleri çocuklarıma olan biteni anlatmak konusunda da yaşıyorum. Bir yandan Siyasete Giriş 101 şeklinde hak, hukuk, demokrasi, çeşitlilik gibi temel kavramları onların seviyesiyle açıklamaya çalışırken, kendimin hazmedemediği kötülükleri çocuklarımdan gizlemeye çalışıyorum. Ve ne zaman bunları saklamaya çalışsam kendimi ters köşeye yatırılmış buluyorum: “Anne, Abdullah Cömert’in kafasına mermi geldiğini ben korkmayayım diye mi bana söylemedin?”… “Anne, Berkin Elvan’ı polis mi öldürdü?”…


Çocuklarım, benim yaşadığım hayatla kesişmeyen, steril bir dünyada yaşamıyorlar. Tam tersi, Sami Elvan “Oğlum toprağın altında üşüyor” derken ben utanarak kendi çocuklarımın üzerini örtüyorum. Emel Korkmaz Ali İsmail’in doğum gününü onu hiç tanımayan yüzlerce insanla kutlarken ben dört yaşına basan küçüğüme sessiz sedasız pasta kesiyorum. Bu iki dünyanın bu kadar iç içe olmasının ağırlığını, utancını, üzüntüsünü, bunda hiçbir sorumluluğu olmayan çocuklarıma istemesem de yansıtıyorum.


İşte bu sebeple de bazı şeyleri açıklamayı çocuklarıma borç biliyorum. Şu günlerde içimi saran öfke ve isyanımı, iki elim ve iki ayağım bağlanmışçasına beni hareketsiz kılan çaresizliğimi ve sesim kısılıncaya kadar bağırma isteğini bastırmaya çalışarak onlara vicdan, adalet, ahlak ve merhamet kavramlarını anlatmaya çalışıyorum. Bugün içinde bulunduğumuz duruma gelmemizden sorumlu olanlarda en eksik olduğunu gördüğüm özellikleri…


Hiçbirimiz, yaşadığımız dünyadan soyut değiliz, çocuklar bile… Bizler apolitik yetiştirildik. Geldiğimiz noktaya bir bakın. Varsın bir nesil de politik yetişsin. Belki o zaman farklıkların, bireylerin ruhlarını zenginleştirmesi ve insanlığın güzelleşmesi için birer fırsat olduğunun bilincinde olan, nefretten arınmış bir nesil çıkar ortaya…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.