Eylül hem vedanın hem de mutlu başlangıçların ayı. Oğlum, “Büyükada’dan ne zaman İstanbul’a insek, içimi bir kızgınlık kaplıyor” diyor. Ada’yı arkada bırakma duygusu bu. Adalılar bilir. Mutfağa gelince; biraz şaşkın. İncire, üzüme doyacağız ama kirazımız bitti, vişne son zamanlarında. Bamyaya ehemmiyet vermeli. Bu arada kereviz gözüktü. Yakında pırasa da gözükür.


Mutlu başlangıçların en önemlisi balık mevsiminin açılması, babamın çingene palamudu sevinci... Mümkün olsa her öğün yiyecek, yedirecek. Hoş olan, her seferinde sanki ilk sefermiş gibi hepimizi heyecanla adamızın en otantik lokantalarından Façyo’ya davet ediyor. Kapıda bizi Berati Ağabey karşılıyor. Daha babam sormadan palamutların boyu hakkında bilgi vermeye başlıyor. Milim milim büyütüyoruz balıkları.

Anlayacağınız; babam her sene bu dönemler özenle, gün be gün, palamut irdeliyor! Çingene palamudunu zamanı geçmeden kaçırmayın. Aman üzerine sızma zeytinyağı ve tuz koymayı da unutmayın.


Günün ilk hazırlığı

Balık mevsimiyle beraber daha çok deniz mönüleri yapacağız ama bu hafta “Günün ilk hazırlığından konuşalım” diyorum. Yaz bitmeden, okullar açılıp kış temposu başlamadan hafta sonu kahvaltılarını es geçmemek lazım.

Çocuklu evler bilir, kışın hafta sonları da öyle uzun uzadıya kahvaltı sofralarında oturulmuyor. Antrenmanlar, müzik dersleri, kurslar derken bir bakıyorsunuz, herkes çil yavrusu gibi dağılmış.


Yazlar başka. Her şeyden önce daha geç kahvaltı ediliyor. Sanki daha bir iştahla sofraya oturuluyor. Domatesin ve meyvelerin de en güzel zamanı olduğu için mönü daha bir renkli oluyor. Kahvaltıda insan manzaraları da görülmeye değer. Çocukluğumun yazları dedemin evinde büyük bir ailenin içinde geçti. Her sofra iz bırakmıştır ama yaza denk gelen kahvaltı sofralarını ayrıca hatırlarım.


Sabah vakti herkesin haletiruhiyesi farklı olduğu için sofrada mutluluk, çeşitlilik demekti. Ortak bir salona bakan yatak odalarının kapıları bir bir açılır ve güne tipik bir Türk ailesinin kahvaltı sofrasıyla başlanırdı. Ekmek, peynir, zeytin, bal, reçel, yumurta, tereyağı ve mutlaka çay. Hafta sonları şarküteriyle beraber sandviç ekmeği de olurdu. Kaymaklı kahvaltıları da unutmamalıyım. Tabii bu arada çeşidi belirsiz tercih de göz önünde bulundurulurdu. Yağsız peynir, tuzsuz zeytin, paşa çayı, kepek ekmeği, kayısı rengi yumurta ve daha onlarcası. Bu arada ilk öğün sonrası güne hemen başlamaya hazır olanla, hayatı biraz daha ağırdan alanlar da kahvaltı sofrasında belli olurdu. Kahvesini içmeden güne başlamayanlar gibi...


Giyim kuşam da fark ederdi. Anneannemin sabahlık giydiğini hatırlıyorum mesela. Şimdilerde dikkat ediyorum artık pek sabahlık kadını kalmadı etrafta. İşe gitmeyenler doğru spora.


Hayat durdurulamaz bir

Hızla dışa dönüyor

Dışarıda kahvaltı etme fikri de çok yaygınlaştı. İstanbul’da havanın güzel olduğu tatil sabahları Boğaz’da sabah yoğunluğu aslen kahvaltı trafiği. Büyükada’da da iskeledeki kafeler sabahları yürüyüş sonrası kahvaltı yapanlarla dolu. Hayat durdurulamaz bir hızla dışa dönüyor. Bunda acaba azalan bakkalların da mı etkisi var? Köşe başına gidip kahvaltılık almak artık kolay değil. Büyükada’da şanslıyız. 5 dakikada ne istesem eve yollayan Çankaya Market’e ne kadar teşekkür etsem az.


Kafeler pek tabii keyifli ama yine de güler yüzle “Günaydın” diyenlerin buluştuğu evdeki kahvaltı sofrasının tadına doyum olmaz. Bir de yazın kahvaltı sofralarına arılar konuk olur. Özge’nin kocaman arıların içinde, risk altında çektiği fotoğraflarda, arılar gitsin diye tabaklarda yaktığımız Türk kahvesinin dumanını hissedersiniz şaşırmayın!


Missing converter: #haber#1016116#Krep tarifi için tıklayınız...#
Missing converter: #haber#1016115#Kargabeyni tarifi için tıklayınız...#

Haber: Selin Kutucular


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.