Psikolog Gülay Okutucu Karaman’la hamilelikte bağ kurmadan güvenli bağlanmaya; çocuklarımızı paylaşmayı öğretmeye teşvik etmekten onların yanında ebeveynlerin tartışmalarına birçok şeyi konuştuk. Son dönem kaygılı ebeveynleri rahatlatacak şeyler duyduk; "Çocuğunuzla aranızda kaygı odaklı olmayan, zorlanmadığınız bir ilişkinizin olması, ilişkinin akıp gittiğini gösterir" diyor.
Hamilelikte bağ kurma konusu nedir? Bebek kendisinin ve cinsiyetinin istendiğini hissediyor mu, hissediyorsa doğduktan sonra ne yaşıyor?
Anne-baba ‘Bebeğimiz olsa mı acaba?’ diye düşünmeye başladığı ilk andan itibaren bebeğin enerjisi, onların enerjisinden etkileniyor. Orada ilk kodlama başlıyor zaten. Kimi çift, evliliğini kurtarmak için, kimi aile büyükleri istediği için bazen de sadece mutluluk perçinlensin diye bebek sahibi oluyor. Hiçbir bebek sürpriz bebek değil, çağrılmayan bebek gelmez. Tam boşanma arifesinde hamile olduğunu öğrenen kadınlar örneğinde olduğu gibi ilişki devam etsin diye gelmiş olabiliyor bebek. Her bebeğin bir misyonu var aslında.
Annelerin kaygıları, hissettikleri çocuğa nasıl yansır? Neler oluyor o etkileşimde?
Her çocuğun bir mizacı var ama çocukların sahip oldukları mizaçla doğmasının ve o aileye doğmasının sebebi var, bunu fark etmek gerek öncelikle. Anne çok kaygılıysa 'Şimdi şunu yapmam lazım, bunu yapmam lazım' gibi sürekli direktifleri takip ediyorsa bu onun kaygılı olduğunun göstergesidir. Bebeğin de ona yabancı olan bu dünyada öncelikle bildiği tek kişi olan annesi (ya da bakım veren) sürekli bir kaygı halinde ve yapmadıklarının sonuçlarını düşünürken, annenin algısı bebekten başka bir şeye yoğunlaşmış oluyor. Anneyle birlikte olma, birlikte hissetme, birlikte yapma deneyimini yaşayamayan çocuk sürekli bu hale geldikçe yalnızlaşmaya ve kaygılanmaya başlıyor. Annenin yansıması böyle ortaya çıkıyor. Sürekli öfkelenen dolayısıyla da kaygılı bir çocuk karşısında siz önce nasılsınız, ne kadar kaygılısınız bunu fark edin. Ya da onun öfkesini nasıl anlamlandırıyorsunuz? Mesela bunu bir başarısızlık olarak mı görüyorsunuz? Buna bakmalısınız. Bebek için bu dünyanın ilk anlamını oluşturan kişi; annedir. Memeyi verince, sarıp sarmalayınca, gülümseyince yani ihtiyaçlarını fark edince anlaşılmış hissediyor bebek. Dünya anlaşıldığım ve güvenilir bir yer diye algılıyor dünyayı. Tersi olduğunda da dünyayı sevgisiz, güvenilir olmayan, sevilmediğim bir yer diye algılıyor, bebek. Yani anneler bir bebeğin dünyayı algılayış biçiminin temelini oluşturuyor.
Peki, dünyayı algılama biçimlerimiz ile ilgili farkında olduklarımız/olamadıklarımız ile ilgili neler söylersiniz?
Hepimiz pek çok farklı role sahibiz ve her anımız rollerle geçiyor. Anne rolü, eş rolü, iletişim kuran rolü, çocuk rolü, öğretmen rolü, öğreten rolü ya da öğrenen rolü, yiyen rolü vs gibi çokça örneği var. Annelik rolünün de bolca alt rolü var; seven, ilgi gösteren, birlikte eğlenen, oyun oynayan gibi. Sizin anneniz size hiç bakım vermemişse veya bakımı sorunlu vermişse sizin de bakım veren rolü ile ilgili algınız bozuluyor. Bu kez de bu durum kendi anneliğimizde bu alt rolü sorunlu yaşamamıza neden olabiliyor. Yani sürekli bakım veren rolünde kalmaya çalışıp, çocuğun ihtiyaç duymadığı noktada bile ona bakım vermeye devam etmek ya da bakım vermeyi reddetmek de olabilir bu sorun, yani sadece vermemek/yapmamak sorun değil, bunu yapmadığında suçluluk duymak, kaygılanmak ve sürekli yapmaya çalışmak da sorun olabiliyor. Örneğin sizin anneniz sizinle hiç eğlenmemişse siz de bu kez çocuğunuzu her şeye katmaya hep eğlenmeye çalışıyorsunuz. Bunun aşırı biçimde ortaya çıkması söz konusu olabiliyor çoğunlukla bu da kaygı temelli oluyor. Nerede kaygı yaşanıyorsa o role bakmak lazım. Bu olmazsa annelik toptan iyi/kötü olarak ayrılır bu da mümkün değil, alt rollere bakmak çok önemli. Zaten iyi/kötü anne diye bir ayrım da olmamalı.
Son birkaç jenerasyonun ebeveynlik konusundaki hassasiyeti ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Bizler kitapları uygulamaya, daha çok araştırmaya çalışırken kaçırıyor muyuz bazı şeyleri acaba?
Ben kendi danışanlarıma, grup çalışmalarına katılanlara eğer çok doğru/yanlış odaklı bir yaklaşımları varsa bir süre Google’da araştırma yapmamalarını, kitap okumamalarını öneriyorum. Kendi süreçleri oturmadan kitaplar üzerinden gitmek, kitaba göre hareket etmeye neden oluyor. Bu da sizi iç sesinizi duymanızı engelleyen bir noktaya sürükleyebiliyor. Çocukların kitaba göre yaşamadığını hatırlamak iyi olacaktır. Kitap okuyup çocukluklarını yaşayan çocuklar olmadığı halde biz kitap okuyup ebeveynlik yapmaya çalışıyoruz. Anneler, çocuklarının sürekli ‘isteyen’ olmaları ile kendilerini nerede ortaya çıkaracaklarını bilemezken bir yandan da toplumun beklentileri ile çocuğun istekleri arasında çok sıkışıyor.
Değerleri çocuklarımıza anlatmaya, öğretmeye çalışırken neler yapmak gerekir?
Aslında doğumla başlıyor. Mesela saygıyı çocuğa aktarmak; bebeğin doğacağı tarihe kendi karar versin diye beklemek ona saygı duymak demek. Tabii ki zorunlu sezaryenden bahsetmiyorum. 04.04.04'te ya da 05.05.05'te doğsun diye bebeğin kararını beklememek saygıyla ilgili ilk sorun bence. Bunun yanında daha büyük çocuklar için onlar televizyon izlerken (eğer ona tanınmış ekran süresi içindeyse) hadi şimdi yemek saati diyerek ilgiyle izlediği bir şeyi yarısında rahatlıkla kapatmak; dışarıda hırka giymek istemeyen ve üşümediğini söyleyen bir çocuğa, sen bilmezsin ya da sen anlamazsın üşüyüp üşümediğine ben karar veririm diyerek hırkayı giymeye diretmek de aynı şey. Onu öpmek istemeyen bir büyüğüne "Aa olur mu çok ayıp, öp anneanneni ya da dedeni" demek, çok benzer. Yani süreç içinde çocuğun yapmak istediklerine/istemediklerine saygılı olmak, ‘hayır’ını kabul etmek, onun bir birey olduğunu hissettirmekle başlıyor. Kendinin birey olarak kabul edildiğini anlayan çocuk başkalarının da birey olduğunu ve başka şeylere ihtiyaç duyabileceğini anlıyor. Bu demek değil ki çocukların her istediklerini sınırsızca yapalım, hayır, çocuğun yaşı ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak sınırları belirlemek ve ama bu sınırlar dahilinde müdahalede bulunmadan onlara alan açmak, onların alanlarına saygı duymak çok önemli. Yani küçüktür anlamaz demek değil, eğer kapısı kapalıysa kapısını çalarak ve o onay verdikten sonra odasına girerek, yaşamın içinde böyle örnek olarak kazandırabilirsiniz değerleri.
Güvenli bağlanma konusu biz annelerin hep merak ettiği bir konu. Çocuğumuzla güvenli bağ kurduğumuzu nasıl anlıyoruz?
Ben hiçbir formülasyonun içinde yer almıyorum. İlkelerden, formüllerden ziyade süreçle ilgileniyorum. Bu süreçte bağlananın da bir alt rol olduğunu hatırlamalıyız. Aramızdaki ilişkide kaygı ön planda değilse, sürekli öfkeli değilseniz, sorunların olacağını kabul edip onlarla başa çıkabiliyorsanız bu ilişki akıp giden bir ilişki demek oluyor. Diğer türlü olunca yani bağımlı ilişkide temel duygu kaygı oluyor ve taraflar tüm modu birbirlerine göre ayarlıyor. Burada akıp giden bir ilişki durumu yok.
Siz bu dönem ebeveynlerini çok rahatlatan şeyler söylediniz. Çok detaylara takılıyorduk biz…
Ama böyle gerçekten, çok genel olarak hayatın kendisinde de zorluklar olmaz mı, mümkün mü zorluk olmadan yaşamak? Değil! Annelik de böyle, mutlaka sizi zorlayan şeyler olacak. Zorluklarla baş etmekte çok çok zorlandığınız noktalar da olabilir. Örneğin çocuğunuza zaman zaman öfkelenebilirsiniz, asıl konu ise bu öfkelenme çok sık olmaya başlarsa durup kendinize bir dönebilmeniz. Önemli olan bu işin içinde zorluğun olduğunu bilmek ve zorluğun dönüştürücü etkisini fark etmek. Nerede zorlanıyorsak oraya bir yakından bakalım. Anne olarak siz elinizden geleni yaparsınız ama bazı şeyler vardır ki, elimizde olmadan, yetersiz kalırız. İşte bu boşluk, gelişebilmek için bir alan. Çocuk orayı çözmeye çalışarak gelişir, bu boşluklar geliştirici, korkulacak şey değil. Tabii ki özellikle çocuğu zorluğa maruz bırakmaktan bahsetmiyorum. Örneğin çocuk bir yerde mutlu değilse zorla orada tutmaya çalışmak gibi şeylerden bahsetmiyorum. Çocuk dönüştürücü bir şey, buradaki özgürleştirici meseleyi bulun. Çocukta toplumsal kuralların bir anlamı yok. Biz eğer bunlarla büyümüşsek çocuğumuzu o alana uydurmaya çalışınca sorunlu anne-çocuk ilişkisi oluyor; biz birazözgürleşir çocuk da biraz öğrenerek ortak alanda buluşmuş oluruz.
Çocuklarımızı yeni bir şey öğrenmeye, kuralları anlamaya nasıl motive ederiz?
Çocuklar aslında motive, önemli olan onların motivasyonlarını nasıl bozmayız olmalı. Çünkü onlar zaten motive durumdalar. Çocuklarınıza sürekli eleştiride bulunuyorsanız, olumsuz eleştirinin davranış değişikliği sağlamadığını hatırlatmak gerekir. Bunu sağlayan şey; olumlu geri bildirimdir. Biz çok fazla geri bildirimde bulunma eğilimindeyiz, çocuk bir şeyi taktığında, yemek yediğinde vs. hemen bununla ilgili alkışlar falan. Bu aslında kendi çocukluğumuzdaki ‘görülmemişliğin’ telafisi de olabilir. Çünkü çocuğa her attığı adımda ‘ben seni görüyorum’ diyoruz. Oysa ki bunlar çocuğun gelişimi için normal şeyler. Biz daha çok süreci takdir etmeliyiz. ‘ Denedin, sabrettin, çabaladın’ gibi süreci destekleyen geri bildirimlerde bulunmalıyız. Bir de yapılamayacak şeylerden çok yapabileceği şeyleri anlatmalıyız. ‘ Çiçekleri koklayabilirsin, yere topu atabilirsin gibi cümleler ‘yapma, etme, atma, alma’ gibi cümlelerden çok daha iyi olur.
Çocuklarımızın yanında tartışma konusu ile ilgili ne dersiniz?
Çocuklarımızın yanında tartışmak son derece normal. Karşıt fikirler üzerinde nasıl konuşulacağını, farklı fikirlere rağmen bir arada yaşanabileceğini görür. Çocuklarımızın yanında kavga etmemeliyiz, hakaret etmemeliyiz. Diğer türlü hasır altı etmeden farklılıkları konuşabilmek son derece normaldir.
Çocuklarımız diğer çocuklarla bir şey paylaşmak istemedikleri zaman tavrımız ne olmalı? Onları paylaşmaya nasıl motive ederiz?
Ben hep aynı örneği veririm, biri gelse, çok sevdiğiniz giysilerinizin olduğu dolabı açsa ve "Ben bunu giymek istiyorum" dese, siz hemen vermek ister miydiniz? Anne/babanız gelip "Aaa çok ayıp" deyip, o giysiyi verse... Oyuncaklar biz yetişkinlerin dünyası için çok basit nesneler olabilir ama çocuk dünyası için öyle değil. Paylaşmak istemediğinde saygı duyulduğunda çocuk ‘paylaşmak istemezsem sorun yok’ olarak algılıyor. Bu ona saygı duyulması anlamına da geliyor. Elinden zorla almak, paylaşmak için zorlamak o paylaşmak istememe halini çok körükleyen bir şey. Zaten doğal akışı içinde öğrenecekler paylaşmayı da bu 4-5 yaş civarında arkadaşlarıyla oynarken, okulda. Duygusal öğrenmeye fırsat tanımak gerek bu süreçte. Bizim paylaştıklarımızı görerek, birilerine yardım ettiğimizi görerek yani yaşam biçimimizi görerek o da süreç içerisinde bu değerleri kazanacak.
Röportaj: Bengü Kantekin Günal
YORUMLAR