Elinde papatyalarla yürüyor mezarlıkta. Boğuk sesiyle “Nermin’in öldüğü gün ben de sıktım kafama. Sandım ki mis kokulu bahçelerde güzelimle yeniden buluşacağız. Yıllar var soruyorum kendime dost kimdi, kardeş kimdi, sevdiğin kadın kimdi? Bazen diyorum hepsini unutsam, keşke unutsam. Ağzımda hiç geçmeyen bir kan tadı, burnumda ispirto kokusu...


Ben Kudret Sönmez Tek. İnadına ölmedim” diyor. Sevdiği kadının mezarına gidip çiçeğini bırakıyor, elini toprağa sürüyor, etrafa bakıyor ve başını kaldırıyor. Meydan okuyor... Kudret, Celal’le hesaplaşmak için geri geliyor. Biz de ekrana kilitleniyoruz. İki büyük usta karşı karşıya gelecek, döktürecek tabiri caizse. ‘İçerde’ izleyicisi Uğur Yücel’in de kadroya katılmasıyla sosyal medyayı inletti adeta. Yıllardır kendi ekibiyle iş yapan Yücel, ezberini bozdu.


Bu ona da iyi gelmiş, mutlu olmuş. Kudret’i de sevmiş “Alacakaranlık’taki Tahir Kemal rolünden sonra en kolay gezindiğim bir karakter oldu” diyor. Teklif geldiği günün de ilginç bir hikâyesi var. Gerisini ondan dinleyeceğiz. Kısa ve öz konuşuyor Yücel.


Onunla Galata Kulesi’nde ‘İçerde’nin set arasında buluşuyoruz. Kalabalıkta meraklı bakışlar altında fotoğraf çekiyoruz. Rolünden çıkmadığına eminim. Bir yandan içimden boynuna sarılıp “Sizi çok seviyorum” demek geçiyor, öte yandan mesafeli duruşuna bir kez daha hayran kalıyorum. Kudret’i, hayatını, çocukluğunu, seyahatlerini, kendine kızgınlıklarını anlatıyor. Sakin ve samimi. Sonsuza kadar onu dinleyebiliriz, “Yeter ki anlatsın” diyeceğiniz Yücel karşınızda...


Bu kadar yoğun tempoda sizi bulabilmek büyük mutluluk, şu sıralar ruh haliniz, sağlığınız, hayatınız nasıl gidiyor?

İyidir. Genel olarak iyiyimdir. Sağlığım da iyi. Ruh halim kötüydü birkaç ay önce. Şimdi hani “Mutedil dalgalı” derler ya, öyle.


Hayat da böyle değil mi, inişler çıkışlar... Iskalamasak yeter sanki. Siz hayatta en çok neleri ıskaladınız?

Pek ıskalamam. Galiba gözüm arkada kalmayacak. Daha çok seyahat etmeli, film çekmeli, haa mesela fotoğraf, müzik ve resimle yoğun ilgiliyim ama oraları ıskaladık bak.


Sizin tercihiniz hangisi oldu; hayatın dolu dolu geçmesi mi yoksa anı yaşayıp çok da sorgulamamak mı?

Bu bir dengeyle gitmiyor ne yazık ki. Ben hayattan bana çarpanlarla ilgilendim. Besini oradan aldım. Çok da sorgulamıyorum galiba. Hele son yıllarda “Rahvan gitsin” diyorum. Ama haydi söyleyeyim, tutamıyorum kendimi; son yıllarda çok kırgınım kendime, bir türlü gönlümü okşayamıyorum. Huysuz ihtiyar oldum; kendini genç zanneden. İçimdeki gençle dövüşüyorum. Ama o beni yeniyor.


Mesleğinde takdir görmek, ağzınızdan çıkacak sözlerin kıymetini bilen gençlerin ilham kaynağı olmak ve onlarla çalışmak size ne hissettiriyor?

Gençlerle çalışıyorum sürekli. Onlar bana ilham, yön, yol yordam öğretiyor. Benim sözler öylesine yuvarlanır. Eee işte bir hayat birikimi, az da kültür birikimi, kimi zaman yol gösterici oluyor, evet.


‘İçerde’nin güçlü kadrosunda sizi görmek seyirciyi mutlu etti. Sizi nasıl kandırdılar?

Ben de mutlu oldum. Biliyorsunuz uzun yıllardır TMC’yle çalışıyorum. ‘Familya’ bitince hiç aklımda yoktu başka bir şirketle çalışmak. Aaa güzel bir hikâye var, bu arada onu sıkıştırayım. Giritli Restoran’ın sahipleri arkadaşlarım. Akşam yemeğe birilerini davet ettiğimde erken gidip senaryo okurum, takılırım orada. Bir garson var, “Antalya” diyoruz ona. Çok Mehmet var dükkânda. Bu Antalyalı olanı, matrak bir adam. Dizileri deli gibi takip ediyorlar. Magazin programı gibi konuşmaları. Ben nette dolanırken yanıma geldi. “Abi size bir şey diyeyim mi? Siz şöyle sert bir rol oynasanız çok güzel olur” dedi. “Mesela?” dedim. “‘İçerde’ dizisi var, orada kebapçı rolü mesela, onun karşısına geçip bir estirseniz” dedi. 1 saat sonra Pelin Hanım’dan mesaj geldi, “İçerde dizisine katılmayı düşünür müsünüz?” diye. Erol Avcı’yla konuştuk. “Tabii ki git” dedi. Rolü konuştuk. Sıcak gelişti her şey, girdik işte.


Kudret, “İnadına ölmedim” diyerek girdi oyuna. Siz de Kudret gibi hesaplaşma zamanını bekler misiniz yoksa “Benden uzak olsun” mu dersiniz?

Yahu bu kadar başıma gelenlere rağmen hiç kin tutamıyorum. Ama bir-iki kişi var ki kırgınlık geçmiyor.





Hayatınızdan çok insan çıkardınız mı yoksa ilişkilerinize her şeye rağmen sadık mısınızdır?

Sadığımdır. Ömrümde sadece 2 kişiyi kovdum.


Birlikte çalışacağınız ve hayatınızın her anını rahatlıkla paylaşabileceğiniz insanlarda ne gibi özellikler ararsınız?

Zihin, gönül açıklığı.


Çetin Tekindor ve Uğur Yücel ikilisi aynı projedeyse mesleğe yeni başlamış oyuncular sizi ders gibi izlemeli... Peki sizce Çetin Tekindor oyun arkadaşı olarak nasıl biri?

Tekindor çok beyefendi bir adam. Temiz biri. Disiplinle işinin başında. Titiz ve karşısındakini yormayan, edepli bir oyuncu. Onu tanımaktan mutluyum. Umarım ben de onda aynı hissi bırakmışımdır.


Kudret’e hayat vermeyi sevdiniz mi? En empati yapabildiğiniz yanları hangileri?

Evet ya, ne yalan söyleyeyim iyi geldi oynamak. Ben öyle oyunculuklara filan hevesli değilimdir. Kaçacak delik ararım. Ama bu da mesela ‘Alacakaranlık’taki Tahir Kemal rolünden sonra en kolay gezindiğim karakter oldu. Karakterle bütünüyle empati kurmalı değil mi aslında? Bütün kötülükleri ve iyilikleriyle... Korkusuz ve başka bir âlemden gelişi, ha bir de alaycılığı hoşuma gidiyor. Mesela rol insanın elinden kaçmalı, tıpkı roman karakteri gibi. Yazarken “Haydaa bu karakter benden çıktı, gidiyor” dersiniz. Bu da öyle oluyor, zor tutuyorum kendimi. Kayıp gidiyor adam elimden. Kendinden uzaklaştıkça tadı koyulaşıyor. Evet, seviyorum bu adamı oynamayı.


Bir diziye sonradan dahil olmak sanırım biraz daha zor. Size yansıması nasıl?

En kaçındığım şey bazen en kolayıma gidiyor. Uzun yıllardır kendi ekiplerimizle çalıştık. Bizim setler çok mutludur, baharlıdır hep. “Şimdi kimbilir kimlerle karşılaşacağız?” diye hafif panik ataklarım oldu başta, ama çabuk alıştım.


İnsanlara kolay güvenir misiniz?

“Bu Günlerde Kendimi Hıyaaaaar Gibi Hissediyorum” şarkısını arada tavsiye ederim. Barış Manço’dan...


En son neye kandınız?

Kendime. Yahu eskiden anket defterleri vardı. Ne muazzammış. Sorular öyle geliyor.


Evet biraz öyle gidiyor ama size dair pek çok şeyi öğrenmek istiyorum. Peki iyi bir yaşam size göre nasıl bir şey?

Benim için yaşam denizin üzerinde olmaktır. Yelken açmak, müzik, kitap, sinema. Daha ne olsun?


Sabah uyandınız, güne güzel başlamanız için ortam nasıl olmalı?

Hiç öyle ortamlar filan derdimde değildir. Ruhun iyiyse her yeri kendi atmosferine çevirirsin. Nereye gidersen git kendinle gidersin. Ama minik bir teknede uyanıp gözünü açmadan suya atlamak çok özlediğim bir uyanıştır.


Daha çok kendi kabuğunuzda olmayı mı seversiniz yoksa çok dostunuz var mıdır?

İstediğim zaman kalabalıklaşırım ama kapanmalarım çok oluyor son zamanlarda. Eskiden çok gürültülü, kalabalık bir hayatımız vardı. Koca bir köpek gibi atlaya zıplaya yaşardım. Şimdi daha kedileştim. Çağrıldığımda gitmiyorum. Ben istediğim zaman şimdi.


Peki çocukluğunuza dair en belirgin semt, koku, yemekleri sorsam...

Doğup büyüdüğüm Kuzguncuk, eski Büyükada’nın bahar kokuları, Kapalıçarşı’da yediğim ilk döner, eski İsmet Baba’nın uskumrusu, tabii ki ilelebet Beykoz kalkanı, Boğaz lüferi, İlya’nın bostanındaki bütün meyve sebzeler... Alllaaahh koptuk gene... Hooop beyler. Haydi Mari’ye akşam...





Ne hoş tarif ettiniz. Çocukken en sevdiğiniz oyun neydi?

Hayal oyunları. Çocukları toplayıp ‘film çekmece’ oynamayı çok severdim ama bir türlü çekemedik işte.


Ya en sevdiğiniz çocuk şarkısı?

Babam eve balerinli bir saat almıştı. İlk aşkım o balerinadır. Kurup kurup müziği dinler, kızı seyrederdim. Çocuk şarkılarını sevmezdim. 12 yaşımda yüzlerce plağım vardı. Parayı buldum mu doğru Kadıköy İstanbul Plak’a gidip plak alırdım.


En sevdiğiniz çizgi roman, masal kahramanı kimdi?

Teks, Tenten, Küçük Prens. Kendimi öyle hayal ederdim. Standart işte.


Sizin de küçükken bir idolünüz var mıydı?

Biz çocukken yazları 4 ay her gece film seyrederdik. Kışları da Üsküdar Sunar Sineması’na giderdik. Benim kahramanlarım sinema karakterleriydi. Mesela Spartacus bendim.


Bu kadar çocukluk konuşmuşken geçmişle ilişkinizi merak ediyorum. Geçmişe takılı mısınız yoksa geçmişi düşünmek size sıkıntı mı verir?

Geçmiş hep iç cebimdedir, arada kapağını açıp içerim. Esrarengizdir geçmiş. Güzel bir kadın esansıdır misal. Burnumda tüter.


Peki eski eşyalar, fotoğraflarla aranız nasıl?

Eski eşyalar, fotoğraflar çocukluğumdan beri beraberimdedir.


Mesela bir antikacıda sizinle karşılaşma olasılığımız var mı?

Antikacıya gidip 1-2 saat oturmalı insan her hafta. Çıkarken en azından minik bir şey almalı. İyi gelir, zihin açar, ilham verir.


Antikacıdan eski bir eşya alıp onun üzerine, hikâyesine kafa yorduğunuz bir zaman oldu mu?

Yazarlar daha iyi bilir, tasarımlar çok muhtelif unsurlardan gelir. Benim öyle yola çıkışım olmadı.


Yaş aldıkça hayatlarımızı bazen işe yaramayacak eşyalarla doldurabiliyoruz. Sizde durum nedir, çok fazla eşya biriktirir misiniz?

Öyle göçebe bir hayatım var ki, bir kendim kaldım biriktirecek.


Sizinle en çok hangi konularda güzel tartışılabilir?

Tartışmalarda kolay yön değiştirip yön veririm ama yaşlanınca daha kırıcı, ezici olabiliyor insan. Ama hoşgörü de fazlalaşıyor. Bilemedim.


Peki bu hayatta dinlemekten hiç sıkılmayacağınız biri var mı?

Hiçbiri hayatta değil. Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal hocalarım. Haldun Taner, Çetin Altan, Ertem Eğilmez. Haa bir de Şener Şen. En güldüğüm dostum, ağabeyim. Ahmet Abi’yi atlamayayım. Ahmet Gülhan, o da ustamdır. Kabarenin çalımını ondan öğrendik. Tabii ki Yıldız Kenter hocam. O da hayatımı değiştirenlerden.


Bu kadar önemli isimleri saymışken gençliğinizde aldığınız, unutamadığınız bir nasihat sorayım...

Haa çok vardır. Ama Ertem Abi zekâ üzerine bir şey demişti. Zeki ya da zekâyla ilişkisiz kafalara onu anlatırım. Bir gün bir senaryo çalışmasında kendi fikrini çok beğendi. Ben genç aklımla filmin yapısının gereği bu sahnenin çok erken geliştiğini söyledim. Deli bir kafa adam. Sustu, düşündü. Esecek zannettim. Fikrimi kabul ederken bana ders verdi. “Evet doğru söylüyorsun. Biraz önce bir puşt kendi fikrine ağladı, hayran kaldı. O puşt benim. Unutma evladım, masada senden daha parlak bir fikir öne süren biri varsa ve sen bunu ıskalıyorsan zekân eksiktir. Attık bu sahneyi, paydos” dedi. Buyurun. Ben bunu hiç unutmadım. O yüzden gençlerle çalışırım ve deli gibi onların ne demek istediklerine dikkatimi veririm. Çünkü bir vakitler ben onlar gibiydim. Fikirlerim vardı. Gençtim.





Ezberiniz ne zaman bozulur? Anımsadığınız belirgin bir anı var mı?

Şimdi bir şey söyleyecektim ama Ertem abivari bir cevap olurdu. O gülerken sinkaf ederdi. Ha mesela en iyi ezber bozan adam oydu. Bir İstanbul beyefendisi gibi koyu bir nezaketle konuşurken aniden karşısındaki yazar hanımın kişiliğiyle alakasız bir şekilde küfrederdi havaya. İnce bir küfür mesela. Eğer kadın gülümsediyse bütün sohbet sinkaflı sürerdi. Bir fikir karşısında çok bağlantısızmış gibi bir başka konudan virajla yepyeni bir fikir geliştirirdi.


Ünlü olmak ne zaman zor; yer aldığınız proje tutmadığında mı, aşık olduğunuzda mı?

Aman ne ünlüsü be. Benim hiç öyle hislerim olmadı. Ama son yıllarda bu selfie ve paylaşım teranesi hakikaten yorucu oluyor. Kimseyi de kıramıyorsun.


Önce fotoğrafını çekip hikâyeyi kurgulamak mı yoksa hikâye üzerine görsel yaratmak mı sizi daha mutlu eder?

Ya o işler hiç öyle yürümüyor. Ben şahane bir ev yapmıştım. Bir çalışma odası ki muhteşem. Bütün iyi işlerimi trende, taşra kahvelerinde, turnede arabada yazdım. Şu karın karşısına oturayım da bir dökülsün ilhamlar filan olmuyor hayatta.


Hayatınızı bir fotoğraf ile anlatmak isteseniz bu nasıl olurdu? Rengi siyah beyaz mı renkli mi, nasıl bir mekân, kimler var o karede?

En çok babamı anıyorum. Annem de çok şahane bir insandı. Bildiğin Adile Naşit karakterinin daha az kıkırdayanı. Ama babam benim hayatımı değiştirdi. Konservatuvar sınavında tek veli oydu. Utanç içindeydim. “Git” dedim, gitmedi. Okula kabul ettiklerinde bir el uzandı, onun eli. Sabri Baba her hafta bir gün rakıma eşlik eder hayalimde. Çocukluğumun bütün insanları olsun cevap.


Seyahat etmeyi sever misiniz, gittiğiniz yerlerden mutlaka neler alırsınız?

Benim en büyük seyahatim, tutkum teknedir. Kimsesiz koylar... Ha bir yerlere uçunca da taşınabilir minik antikalar, kitap ve bazı elektronikler.


Bugüne kadar gittiğiniz ülkelerden en çok neresi sizi etkiledi?

Size pek parlak cevap veremeyeceğim galiba ama kimi komşu adalarından çok etkileniyorum. Bildiğin 1980’ler Kuzguncuk. Hâlâ tahta atla oynuyor çocuklar. Teknoloji sıfır. Ve meyhanelerde öfkeli insan yok. “İçelim, pisleşelim” sıfır. Çalışmıyorlar. Üzmüyorlar birbirlerini. Neşeyle ellerindekiyle yetinip zeybek oynuyor, sonra gidip tumba yatak. Bunu onlara da çaktırmamak lâzım. Uyanırlarsa bozulurlar.


En son ne okudunuz, yeni keşfettiğiniz bir müzik grubu, şarkı var mı?

Çok gençken okumuştum, tekrar okuyunca neler kaçırmışım. Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Proust. Müzikte Cory Henry, çok iyi klavyeci. Joey Alexander deha bir çocuk, cazcı. İçine Herbie Hancock kaçmış. Ürkütücü bir çocuk. Eğlenceli ve mutluluk verici bir grup var: Snarky Puppy... Bu ara yine klasik müziğe döndüm aslında, Glenn Gould’ın Bach yorumlarına tutkunum.


‘Yağmur Kesiği’ bizi çok umutlandırmıştı. Yeni kitap gelecek mi?

Yazıyorum aslında bazen. Ama pek hevesim yok yeni kitaba. Senaryo üzerindeyim daha çok.


Röportaj: Ekin Türkantos

Fotoğraflar: Süreyya Dernek

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.