“Mazhar Olmak” kitabının lansmanı için Zorlu PSM’deyim. Bir sahne hazırlanmış, tam da ona göre... Birden ışıklar karardı, piyano çalmaya başladı ama kimse yok. Arkamı dönüp baktım, Mazhar Alanson, iki sıra arkamdaki sandalyeye oturmuş bizi izliyor. Sonra ağır ağır sahneye doğru yürüdü, biraz kitabından söz etti, birkaç da şarkı söyledi. Bu kitabı belli ki çok önemsiyor. Zira her kolajı, resmi kendi yapmış. Üstüne de yazılar yazmış... Uzun zamandır röportaj yapabilmek için Mazhar Bey’in peşindeydim, “Mazhar Olmak” vesilesiyle kendisini ikna edebildim. Birkaç dakika dinlendikten sonra sohbetimiz hal hatır sorarak başladı, Alanson da bir şarkısıyla yanıtladı.


Nasılsınız?

Nasıl anlatsam, nereden başlasam...


Kitabınız ikinci kez basıldı. İlk kez okuyacaklar için biraz anlatır mısınız?

Kitabım şöyle bir kitap; içinde hatıralarım ve çocukluğum var. Hippi günlerimden hatıralar var. Yaptığım resimler bolca var. Sağ olsun eşim çekti beni, 6 ay boyunca masa zamklar içinde, her yerde kesilmiş fotoğraflar vardı. Kitabı büyük bir kitap olarak yaptım ama küçülttüler. Bu kitabın dünyada bir eşi olduğunu sanmıyorum çünkü hiçbir sanatçı oturup da tek tek onları yazıp çizip yapmaz.




Bir roman değil, tam otobiyografi de değil. Farklı...

Değişik bir kitap, karıştırılacak bir şey. Ya başucu kitabınız ya da tuvalette okuyacağınız bir kitap olacak. Bir oturuşta okunacak bir kitap değil bir kere. Resimler, küçük notlar var bir sürü. Üşenmedim, heves edip yaptım. Hatta ilk Alametifarika’ya götürdüğümüzde, Serdar Erener baktı, sayfa numaralarını da koymuşum, “Bize hiçbir iş bırakmamışsın Mazhar Abi” dedi. Yaş da biliyorsunuz artık kemale eriyor benim. Yani 70 olmadık daha ama... Böyle şeyler yapmak lazım.


İyi görünüyorsunuz gerçekten, lansman sırasında da böyle dediniz.

Soruyorlar bana “Nasıl böylesin, sabahları süt mü içiyorsun, ne yapıyorsun?” diye. Alternatif tıptan faydalandım. Akupunktur yaptırdım. Üşütünce de vantuz çektirdim, hani dedelerimizin yaptırdığı... Sonra sülük tedavisi uygulattım. Cilt bakımı için de karımdan çaldığım maskeleri kullandım. Modern tıptan tabii faydalandım, her zaman. Ancak modern tıbbın da şöyle bir yanı var; “Karnım ağrıyor doktor” diyorsunuz, “Kolonoskopi yapacağız” diyor. Şimdi o dediğin şey de 2 metre boru, kolay değil. O yüzden alternatif tıbba daha meyilliyim.

Neden farklı bir yayıneviyle çalışmak istediniz?

Onlardan teklif geldi. Tekrardan Nesil Yayınları sağ olsun piyasaya sürüyor. Yeni pek bir şey yok, sadece kapak değişti.


Niçin böyle konservari bir lansman yapmak istediniz?

Lansmanlarda genelde fotoğraflar çekilir, iki-üç bir şey söylenip gidilirmiş. Birkaç şarkı söylemek istedim. Sonuçta bir müzisyenin kitap lansmanı bu. Fena mı oldu canım?


Bu kitap işi tuttu, nasıl dönüşler almıştınız?

Valla “Kitabı bulamıyoruz, bayıldık” gibi şeyler duyuyorum. Artık bulacaklar. Köşe yazarları da Twitter’dan da çok beğendiklerini söylediler.



Bir röportajınızda “Kalıcı olmak istemiyorum” demişsiniz, öyleyse bu kitap ne için?

“Ah Bu Ben” diye bir şarkım vardır benim. Ben, benden çok şikâyetçiyim. Güya sûfi olmaya da kalktık ama bizim meslek de bu benlik üstünde. Benim filmim, benim kitabım, benim şarkım, ben, ben... Bunu halletmenin de bir yolu yok sanırım.


Kitaptan da anladığım gibi şarkı sözü yazarken hep parça parça ilerliyorsunuz... Her satırın başka zamanda yazıldığı oluyor.

Öyle. Benim “Yandım Yandım” diye bir şarkım var. Sözlerini hatırlatayım: “Yandım yandım yandım yandım ah ki ne yandım...” Bu satırları ben Medine’deyken yazdım. Bunu söyleyince olay olmuştu. Sonra “Mazhar Abi, şarkının devamında sana şarkılar söyleten kadın çıkıyor bir anda” diyorlar. “Bu mistik halden ne oldu da kadına geçtin?” diye şaşırıyorlar. Onu da başka bir zamanda, başka bir anda yazmışım. Ee şimdi diyeceksin nasıl oluyor bu? O satırları birleştirerek bir aşk şarkısı yazmak da benim işim. Bunu da ben yapıyorum...


Döneminizde tektiniz... Sizi örnek alanlara şarkı sözü yazarlığı konusunda ne dersiniz?

Yeni söz yazan arkadaşlara da bir şeyler söyleyeyim. Ben şiir gibi başlarım, sonra onlara kafiye eklerim. “Kafiyesiz şarkı olmaz” denir. Olmaz, olmaz deme. Adam kalkmış pencereyi açmış, meteoroloji haberi verir gibi “Bu sabah yağmur var İstanbul’da” demiş. Hiç şairane değil. Sonra sanata kaymış: “Gözlerim dolu dolu oluyor, bilinmez niye...” Devamında da başında da hiçbirinde kafiye yoktur. Anlayacağınız, kafiyesiz de olur.





‘Baktım yapıyorum ben de bıraktım’


Birkaç müzisyen de sizin gibi kitap hazırlığında. Ancak kitap için çalışmaya başlandığında geçmişe çok dönülüyor ve kusurlar fark ediliyor. Sizde de böyle oldu mu?

Olmuştur valla, 5 yaşımdayken de olmuştum. Hatalar çok oldu... Hatadır diyemem ama şunu söyleyebilirim; Diday’ın Eurovision konserinden önce provaya gitmedik biz. Ona çok üzülürüm. Nefesli sazlar konser sırasında çok kötü çıkmıştı.


Kolaj yapmayı seviyor musunuz? Kitapta bolca var ve içindeki rengârenk kişiliğinizi de yansıtmış.

Çok seviyorum, resim de yaparım. Evde birkaç resmim de vardır. Bu kolaj çok tuttuğu için valla diyorlar ki “Yaparsın ikincisini de” ama hiç yani... Biraz tembelimdir, üşeniyorum. Tekrar o kadar kes biç. Bir daha yapacaksam, sadece yazayım istiyorum. Ancak yazmak o kadar zor bir şey ki... Oturup bir kitap yazmak ciddi iş. Ben yine sözümü yazayım, bestemi yapayım dedim en iyi. Pek o işleri tekrarlamadım. Kitap işini baktım yapabiliyorum, ben de bıraktım.


Bundan sonra neler planlıyorsunuz?

Sağlığım olduğu müddetçe işe devam edeceğim. Hemen hemen problemler sağlıkla ilgili. Onları da aşacağız...


‘Bana para ödemeseler bile ben söz yazarım’


Yeni albüm müjdenizi vermiştiniz MFÖ olarak. Ne aşamadasınız?

11 yeni şarkı var. Hepsinin sözlerini ben yazdım. Çocuklar besteledi. Zaten ben hazır olmadan, 10 şarkı sözü yazıp birkaçını da besteleyip hazır olurum. Ancak o zaman Fuat ile Özkan’a gidiyorum. Bir teklifte bulundum bu sefer, “Yapalım mı?” dedim, onlar da “Yapalım” dedi. Güzel oldu ama piyasaya aykırı bir çalışma oldu. “Dup-dup” davul koymadık... Çoğu parçayı üç sesle yaptık, birkaç hızlı parçamız da var ama manası olan bir albüm olacak. İnşallah benden öldükten sonra ozan diye bahsederler.


Niçin etmesinler, efsane şarkılar yazdınız. Hiç bırakmadınız...

Söz yazmak kolay, bana para ödemeseler bile ben söz yazarım, zaten içimdeki bir şey. Şarkıyı yaptım mı tamam... Diyorlar: “Bu yaşa kadar niye sahnedesin?” Kardeşim besteyi yapıyorsun küçücük odanda, sonra şarkıyı çıkıp icra etmen gerekiyor. Hadi tanıtım için dolaşman isteniyor. Bunları seyirci de istiyor.


Geçen MFÖ albümünde kayıtları ayrı ayrı stüdyolarda yapmıştınız. Yine öyle mi oldu?

Hayır, Fuat’ın kendi evindeki özel bilgisayarıyla kaydettik. Şimdi de stüdyoda mix’lerini yapıyoruz. Zaten albümün ismi de “MFÖ Kendi Kendine”... Üçümüzden başka bir aranjörümüz yok. Güzel, değişik.


‘İyi iş be Mazhar!’

“Anacığım emekli öğretmen, parasından biraz aldım. Paris’e gittim. Yanımda da 700 Frank var. Her şey taneyle satılıyor, bir elma, bir bifteklik et... Ben bizim usul ‘Ver oğlum yarım kilo, şundan da tart 2 kilo’ derken üçüncü gün para bitti. Arkadaşımın karısı ‘Para getirin’ deyip bizi kapı dışarı etti. Bende o zaman plak falan yok. Ama starım! Gittik metroya, en güzel parçamı çaldım. Millet gelip geçiyor. Orada rahmetli Sadık bana ‘Samimi olması lazımdır Mazhar’ dedi. Ben de gözlerimi kapattım, samimi bir parça çaldım. Bir gözlerimi açtım etrafımda insanlar toplanmış. 40 Frank atmışlar! Ekmek, çikolata, sigara bir de süt aldım. Kendime ‘Ya Mazhar iyi iş be, parasız kaldığında git çal ekmeğini kazanırsın’ dedim. Anladım ki samimi olmak lazım.”


Röportaj: Ece Ulusum

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.