Elmas 13 yaşında evlendirilen ve sevmediği kocasıyla kayınvalidesini bir kaza sonucu kaybeden bir genç kadın; travmatik... Şehnaz ise kentli ve mutsuz bir psikiyatr. Cem, Şehnaz’ın aldattığı narsist kocası. “Tereddüt”ün 3 ana karakterine hayat veren Ecem Uzun, Funda Eryiğit ve Mehmet Kurtuluş karşımdaydı. Ben sordum onlar anlattı, filmi, kadınları, erkekleri uzun uzun konuştuk.


Filmin bitmiş halini gördüğünüzde ne hissettiniz?

Funda Eryiğit: İlk izlediğimde bir şey anlamadım, çok absürd şeylere takıldım hatta. İkinci izlediğimde daha iyi anladım, üçüncüde artık oynadığımın da, izlediğimin de ötesinde şeyler gördüğümü fark ettim.

Ecem Uzun: Kompozisyonun tamamını görmek beni çok etkiledi. Çok ağladım.

‘İki kuvvetli kadının öyküsü’

Ben de ağladım...


Funda: Hepimiz ağladık. Mehmet sen ağladın mı?

Mehmet Kurtuluş: Yok, ben ağlamadım. Ecem’i gördüğümde ben de ağlamaya başlasam olmazdı. Ben daha ziyade mutlu oldum çünkü senaryoyu okurken hissettiğim kuvveti filmde de gördüm. Bazen senaryoda bir kuvvet görüyorsun ama sonrasında hayal kırıklığına uğruyorsun. Ama Yeşim (Ustaoğlu) senaryodan aldığım elektriği direkt perdeye yansıtmış.


“Tereddüt” kadınlık ve erkeklik üzerine bir film diyebilir miyiz?

Mehmet: Bana sorarsan bu film, iki kuvvetli kadının öyküsü. Filmin ismi şuna gönderme: İnsan hayatta tereddüt eder ama adım atmak da gerekir. Ve bu cüret gerektirir.

Funda: Karakterlerin başından geçenler evet, bizi kadınlık ve erkeklik durumları üzerinde düşündürüyor ama bu soruya en doğru cevabı Yeşim verecektir. Nasıl adlandırılmasını ister bilmiyorum. Yine de ben çok ad koyma taraftarı değilim, bulamıyorum da. Erkekliğin baskıyla iki kadına yaşattıkları, iki kadının hikâyesi denebilir.


Hayatınızda Elmas gibi bir kadın oldu mu hiç?

Ecem: Benim hayatımda yok ama böyle şeylerin burnumuzun dibinde yaşandığını da biliyoruz. Anneannem Karadenizli, orada eskiden çok küçük yaşta evlendirilirlermiş. Şu an hâlâ öyle bir şey var mı bilmiyorum ama Elmas gibi kadınların varlığından haberdarım.

Funda: Tabii ki var, dibimizdeler çünkü. O hikâye önümüze koyulduğunda nelerden bahsedildiğini hissediyoruz. O kadının derdini, ne tür bir şeyin içinde olduğunu, içindeki buhranı biliyoruz, empati kurabiliyoruz.

İki kadın da çok mutsuz. Birinin çekip gitme gücü var, diğerinin yok; zor şartlar altında yaşıyor ve sevişirken acı çekiyorlar. Sonuç olarak biz nasıl yaşarsak, hangi noktaya gelirsek gelelim ilişkilerimizi ortaçağ tadında mı yaşıyoruz hâlâ?


Funda: Olabilir. Bunu ben de çok düşünüyorum. Olay kendimizle ne kadar yüzleştiğimizle çok bağlantılı aslında. İnsanın ilişkide en çok kendine açık olması gerekiyor.

Mehmet: Önce kendinizle barışmanız gerekiyor.


Cem kendini sevmeyen, kibirli ve küstah bir adam.

Mehmet: Bildiğiniz narsist.


Siz nasıl kabul ettiniz rolü?

Mehmet: Rolü kabul etmek en basit kısmıydı çünkü senaryo çok güzeldi. Yeşim’le yıllardır arkadaşız, birlikte bir şeyler yapmak istiyorduk ama esas olay senaryonun şahane olmasıydı. Böyle kadınlar çevremizde ama biz çok azını tanıyoruz.


Biz daha çok Şehnaz gibi kadınları tanıyoruz galiba.

Funda: Tanıyor muyuz acaba? Tamam görüyoruz ama ne kadar tanıyoruz? Ben bu film sayesinde hayatımda olup biten birçok şeyle yüzleştim. Çocukluğumuzdan itibaren aslında kendimize kapalı büyüyoruz, kendimizi inkâr ediyoruz. Hep başkalarına bakmaktan kendimize bakamıyoruz. Sonra yıllar yılları kovalıyor ve Şehnaz-Cem ilişkisi gibi bir ilişkinin içine düşüyoruz. Şehnaz’a bakıp kendimizle yüzleşebiliriz. Hâlâ reddettiğim bir sürü gizli alanım var. Kendimizi bu kadar yargıladığımız yerde ne kadar sağlıklı bir hayat sürdürüyoruz bilmiyorum.


‘Kadınlar bir sürü zorluğa katlanıyor, sonunda da terk ediyorlar’

Elmas’ın kocası seviştikten sonra “Sobaya kömür at” derken Cem ise arkasına bakmadan duşa giriyor. Bu iki adamın da birbirinden çok bir farkı yok sanki...


Mehmet: O iki adamın çok büyük bir farkı var; aynı değiller. Ama kalkıp giden hep erkek olur; orada verilen mesaj bu. Biz bunu yapıyoruz, kadınlar bir sürü zorluğa katlanıyor, sonunda da bizi terk ediyorlar.


Cem de tüm kibrine ve kentliliğine rağmen kapana kısılınca şiddete başvuruyor.

Mehmet: Sonuçta erkeklerin ortak noktası bu maalesef.


‘Monodrama sahnesi değil, öncesi...’

Funda siz hiç terapiste gittiniz mi?

Funda: 2 kere gittim.


Şehnaz psikiyatr olmasına rağmen yargılayıcı da. Elmas’ı ne kadar anlıyor sizce?

Funda: Ben yargılayıcı bir ton oluşturmamaya çalıştım aslında. Öte yandan Şehnaz, Elmas’a onun büyüğü olduğunu ve ona güvenebileceğini telkin etmeye çalışıyor, belki orada yargılayıcı bir ton oluşmuştur, bilemiyorum. Niyetim yargılayıcı olmak değildi ama benim kafamda da Şehnaz’ın Elmas’ı ne kadar anladığıyla ilgili en başından beri birtakım soru işaretleri var. Onunla ne kadar empati kuruyor, bilmiyorum. Psikolog olarak evet, Elmas’ı kesinlikle anlıyor ama kendi kimliğinin etkilenip etkilenmediği muğlak. Psikologlarla bu meseleyi oturup konuştum, etkilendikleri vakalar olsa da o dengeyi kurmaya, hastaya yansıtmamaya çalışıyorlar. Şehnaz’ın bende o gizle kalması hoşuma gitti.


İkinizin etkileyici bir monodrama sahnesi var, nasıldı o sahneleri çekmek?

Ecem: Çekerken değil ama öncesinde zorlandık. Müthiş konsantrasyon gerektiren bir sahneydi.


Bir cinsel istismar tasarısıyla çok uğraştık. Siz o haberleri duyduğunuzda ne hissettiniz?

Funda: Öfkeleniyorum. Bunlar tartışmaya açık konular değil. Bize düşen tartışmak değil engel olmak.


‘Avrupa’nın durumu karanlık’

Yeşim Ustaoğlu’yla çalışmak nasıldı?

Funda: Kolay değildi. Zor zamanları oluyor ama bazen de kolay akıyor. Değişik yani...

Mehmet: Yeşim’le çalışmak çok kolay. Çünkü çok güzel bir insan. Ancak sahnelerini, senaryolarını ve öykülerini zorladığı için işi zor ve detaylı oluyor. Bazen böyle cümle cümle gidiyorsunuz. Öyküsünü zorladığı için biraz bize yansıyor.


Elmas “Anne beni neden gönderdin?” diye ağlıyor filmin sonunda. İnsan en çok annesine güveniyor herhalde değil mi?


Ecem: Galiba Elmas için bunu diyebiliriz. Çünkü en büyük yaraları oradan almış belli ki.


Mehmet, siz yurtdışında yaşıyorsunuz. Türkiye’yi ne kadar takip ediyorsunuz?

Mehmet: Oldukça iyi takip ediyorum. Şu an Film Akademisi’ne üyeyim. Oradan Avrupa sinemasına, Yunanistan’da, Fransa’da neler oluyor diye bakabiliyorsun.


Peki politik olarak...

Mehmet: Her gün peşimde zaten. Avrupa’nın durumu karanlık.


Röportaj: Gizem Sevinç Selvi

Fotoğraf: Tayfun Çetinkaya

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.