Şu sıralar nostaljinin çok ekmeği yeniyor. İyisi de yapılıyor kötü iş de arada kaynıyor. Ama bu akşam 80’leri hatırlamak, o günleri yâd etmek ya da eğlenmek isteyenlere göre bir konser var: Funda Arar 80’ler konseri. Şarkılardan dekora kadar her şey düşünülmüş. Üstelik “Seksenler” deyince aklınıza kimler geliyorsa onların parçalarını okuyacak: Fikret Kızılok, Coşkun Sabah, Zeki Müren, Sezen Aksu, Nilüfer, Kayahan, Zerrin Özer, Edip Akbayram, Ajda Pekkan, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur... Var da var! Bu konser için aylarca çalışan Funda Arar’ı son provasında ziyaret ettik; darbeden o dönemlerin modasına kadar her şeyi konuştuk.


Birkaç yıl önce de 80’ler konseptli bir konser gerçekleştirmiştiniz. Çalışmalar nasıl gitti?

Epeydir yapmak istiyordum bu konseri. Repertuvara yılbaşından beri çalışıyoruz. Uzamasının bir nedeni de şarkı seçmekti, çok var ve hangi birini alsak diye düşündük. Sevdiklerime ve yakınlarıma danıştım ve sonunda ortaya çıktı.


‘Ben doğuştan vatkalıyım’


Gelenleri neler bekliyor?

80’lere dair görsellerimiz de var. Sahneyi bir görsen, kaset kapakları, disko topu ve daha neler neler... Orada hikâyeler de anlatacağım. Şarkılar söyleyip o dönemlere gideceğiz. Ona göre de giyineceğim. Ama vatkaları azalttırdım, ben doğuştan vatkalıyım. Kapılardan sığamam! Hem eğlenceli hem de komik olacak gibime geliyor.


Peki saçlarınız? O dönemde benim aklıma hep Serpil Çakmaklı saçı geliyor.

O denli abartmayız herhalde. Gerçekten de o zamanlar kızların kulak arkasında saçı yoktu. Kelebek tokayla iyice gerginleştirilip en tepeden toplanırdı. Bakalım nasıl olacak?


Siz nasıl giyinirdiniz ki, hatırlıyor musunuz?

Benim çocukluk zamanlarıma denk geliyor ama hiç unutmadığım kırmızı ruj sürülüp dudak kenarının siyah kalemle boyanmasıydı. Onlara heves etmedim de permaya çok heveslendim. 80’lerin sonuydu perma istedim, kuaför de diyor ki “Doğal bukle olacak, çok yakışacak.” Bir baktım ki kafam topoz! Nasıl kabarık olmuş anlatamam. Bin pişman oldum düzeltmeye çalıştım. İki kere yaptırdım.





Fotoğrafı yok herhalde, yaktınız sanırım.

Yok, çektirmedim bile!


80’lerden kalma unutamadığınız bir şeyi anlatır mısınız?

Herkesin başından geçmiştir o dönemde; misafir odası sendromu. Bizim evde de misafir gelmeden evin salonunun kapısı açılmazdı. Oturma odası ayrı, salon ayrıydı ve biz giremezdik içeri. (Gülüyor.) Kız kardeşimle ola ki bir fırsat bulursak koltukların üstüne çıkıp zıplardık. Salonu bir görsen her yerde dantel vardı. Vitrinin içinden tut telefona kadar her yere dantel serilmişti. Neden konulmuş hâlâ anlamıyorum. Tozlanmasın diye mi? Telefon tozlanır mı? Modaydı sanırım. Şimdi kalmadı böyle şeyler, salonda yaşıyoruz.


‘O zamanlar şarkı sözünü bulamazdım’


Siyasal anlamda da çalkantılı bir dönem. Size, ailenize nasıl yansıdı?

Birkaç sokak ötede oturan dayımlara belli saatlerde gidip gelemediğimizi hatırlıyorum. O zamanlar 5-6 yaşlarındaydım ama bende etki bırakmış, unutamıyorum. Korkudan belli ki, sokağa çıkma yasağının başlamasına yakın koştura koştura eve dönerdik. Eve döndüğümüzde annemle babamın gündem hakkında konuşmaları, endişeli yüzleri aklımda. Biz konser yapacağız eğlencesindeyiz ama zorlu yanları da oldu. Onlara da ufak tefek değineceğiz.


Çocukluk hayaliniz neydi?

Klişe olacak ama şarkıcı olmak isterdim. Ayna karşısında saç fırçasını mikrofon yapıp şarkı söyleyenlerdendim. Bir de o zamanlar şarkı sözünü bulamazdım, radyoda çıktığı an hemen kâğıt kalem bulup yazardım. Geri sarma ya da doğruluğunu teyit etme ihtimali yoktu. Ne zamanlardı...


Kimlerin kasetlerini dinlerdiniz?

Bizim evde Türk müziği çok dinlenirdi. Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Meliha Şensancakoğlu, Safiye Ayla... Başta plakta ısrarcıydık epey sonra kaset aldık. Arabada kasetler dinlerdik hey gidi hey! Bir Selami Şahin çalmayadursun...


Sürekli kasedi başa sarıp dinlediğiniz kimdi?

Sezen Aksu’yu ne dinlerdim. Aşk acısı falan değil de etkileniyordum. Müziğe de merakım vardı, farklı geliyordu kulağıma diğer parçalardan.


‘Muz lükstü, yılbaşından yılbaşına yerdik’

Televizyon programlarını hatırlıyor musunuz?

Ay o Dallas ömrümüzü yedi, hayatımızı bitirdi! Ah o JR! Sonra Mavi Ay vardı, Bruce Willis’in gülüşüne nasıl hayrandım, ona hepimiz âşıktık. Alf’i de kaçırmazdık kız kardeşimle, komikti. Cosby Ailesi, Yakari, Adile Naşit’in Uykudan Önce programı... Pazar konserleri vardı. Bir de şiir programı vardı, kim unuyordu? Böyle karizmatik sesiyle “Şimdi de Yahya Kemal Beyatlı’dan bir şiir okuyacağız” der başlardı. Hah, Necdet Evliyagil. Meraklı diye bir çizgi film vardı “grak puha” gibi sesler çıkarırdı, gülerdik. Radyo da çok dinlerdik.


Tek kanallı çocukluğa göre iyiymiş.

Tek kanallı çocuklarız, daha kıymet biliriz. O zaman her şey çok değildi. Elimizdekiyle yetinirdik. Memur çocuğuyum, babaannem de bizimle beraberdi. Bize hiçbir şeyin yokluğunu hissettirmediler.


Aklıma şu geldi; hep anlatırlar, “Özal döneminde muz ve kivi yemek lükstür” diye. Sizin eve muz girer miydi?

Kiviyi hiç hatırlamıyorum. Gerçekten de muz lükstü, yılbaşından yılbaşına yerdik. Kivi var mıydı o zaman yahu? Kivinin ne olduğunu bilmiyorduk. Şimdi muz uygun,eskisi gibi değil.





‘Ulaşılabilir olmak büyüyü bozdu’

Müzikal anlamda o zamandan bu zamana neler değişti?

Böyle çok hızlı tüketilmiyordu müzik. Bir kaseti alıp sürekli dinlerdik. Hevesi hemen bitmezdi. Şimdi teknolojiyle isteyen istediğini dinliyor hatta indirebiliyor. Yapılan şarkıların bir değeri vardı. Günümüzde söz ettiğim şeylerin değerini kaybettiğimizi düşünüyorum. Bunun sebebi de her şeye ulaşılabilir olmak bence, büyüyü bozuyor. Bir de kimileri bedava ulaşmak istiyor müziğe, ortada emek var, bunların bir karşılığı da olmalı. Bir gün bir şey olsa ve insanlar bu kadar kolay ulaşamasa “Vay be, müzik ne kadar değerliymiş” der.


15 yılı aşkın süredir sektörün içindesiniz, aldığınız en acımasız ders ne oldu?

Bildiğinden şaşma, belirli kişilere güven. Sektörle vıcık vıcık ilişkim yoktur. Kimse bir şeyi beğenmez, acımasız eleştiriler yapılır. Her şeye rağmen doğru bildiğinizi yapmanız gerek. Ama çok badire atlatmadım, çok da ders aldım diyemem.


Komedi filminde yer aldınız. “Funda Arar ile komedi çok uzak gibi geliyor ama değil” demiştiniz. Bu algıyı kırdınız herhalde.

Kesinlikle. Kaçma Birader çok güzel bir film. İnsanlar da epey beğendi, “Ne kadar doğal oynamışsın, neden daha önce oynamadın?” diyenler oldu. Öyle görünmese de ben komediyi çok seviyorum. Bir sanatçının başına gelebilecek en kepaze şeyi yaşıyorum filmde. İleride karakter canlandırmayı severim. Bir de komedi içeren bir müzikalde yer almak istiyorum.


Sırada ne var?

Var var. Ancak seneyeçıkar. Bekleyiniz!


‘Asıl bizim bir dikiş makinemiz vardı...’

80’ler yine de sizin için iyi, daha doğrusu eğlenceli geçmiş anlaşılan.

Asıl bizim bir dikiş makinemiz vardı. Bak nereden geldi aklıma... Singer’in ayaklı olanlarından, keşke saklasaymışız. Onun kilitli ince uzun çekmeceleri vardı, babaannem oralara lastik saklardı. Malum o zamanlar hazır çamaşır alınmıyordu, söz ettiğim lastikler de don lastiği! Kız kardeşimle lastik oynamak istiyoruz, sokakta hiç olmadı sandalyeye bağlayarak ama lastik yok. Madenin nerede olduğunu biliyoruz, anahtarın nerede olduğunu da! Çekmeceyi tam açtım, ölçüp yeteri kadarını makasla kesecekken babaannem pat diye içeri girdi. Bir elimde makas, diğer elimde don lastiği kaldım. “N’apıyorsunuz siz? Sizi fareler demek siz aşırıyormuşsunuz. Ben de diyorum lastikler neden bitiyor?” Bayağı yemiştik kalayı.


Yaramazmışsınız anlaşılan.

E vardı biraz. Buz pateni izlerdik kardeşimle. Nasıl hoşumuza giderdi Ece anlatamam. Sonra kimsecikler yokken parkede vızır vızır kayar, onları taklit ederdik.


Röportaj: Ece Ulusum

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.