Yazı film çekimlerinde geçiren ve zaman yaratarak Yaz Köşesi’ne konuk olan Keka, “Emeklemeden koşmayı hiç istemem” diyor. Erkan Kolçak Köstendil’in rol aldığı ‘Yok Artık’ ve ‘Karabela’ adlı filmler, sezonda seyirciyle buluşacak.



Erkan Kolçak Köstendil, ikincikat’ın ‘Aut’ adlı oyununda izlediğimden beri, sihri doğallığında oyunculuğunu ilgiyle takip ettiğim biri. Geçtiğimiz ocak ayında yine bir röportaj vesilesiyle ilk kez uzun uzun sohbet etme imkânını bulduğumuzda; hayatın içinde de son derece doğal, samimi ve keyifli bir adam olduğunu anladım. Lakabı Keka da bu keyifli halinden geliyor, “Keyifler keka” cümlesinden...


Bu seferki sohbetimizde yetenekli, doğal, samimi ve keyifli kelimelerinin yanına bir de hakikatliyi ekledim. Kendisine “Yaz Köşesi’nde oyun arkadaşım olur musun?” diye sorduğumda, sezonda vizyona girecek Burak Aksak imzalı ‘Karabela’ filmi için Adana’ya gitmeye hazırlanıyordu.


Elinde bavulla röportaja geldi. Erkan son dönemde elektrikli bisikletiyle gündemde. Kendisiyle Caddebostan sahilinde buluştuk. Röportajdan sonra Adana’ya uçacağı için kendi bisikletini getiremedi. İmdadımıza Bisiklet Evim Bike&Cafe’den Eyna Gençtürk yetişti. Eyna’nın getirdiği mavi bisikletle turladık önce. Sonra da geçtik bana bir kez daha “Bu Keka ne güzel adam” dedirten sohbetimize..



‘Hangi ağacın ne zaman meyve vereceği belli olmuyor’

Bana çocukken annenin seni buzdolabının üzerine oturttuğunu, orada şarkılar söylediğini anlatmıştın. Bu sene verdiğin ‘Sing Up’ konserlerine bakacak olursak buzdolabının tepesi sese iyi geliyor olmalı...

Olabilir. Çocukluğumdan sonra uzun süre şarkı söylemedim. Müzikal dersler yüzünden konservatuvar eğitimim uzadı. 5 yıl önce bana ismimin şarkı söylemekle bir araya getirileceğini söyleselerdi gülerdim. Hangi ağacın ne zaman meyve vereceği belli olmuyor. Zamanla anladım ki şarkı söyleyememek bir oyuncu eksikliği. Oyuncuysan şarkı da söyleyeceksin, dans da edeceksin.


‘En çok yakışıklı denmesine şaşırıyorum’

İnsanlar hep bakışlarındaki masumiyetten dem vuruyorlar...

Evet ya, çok konuşuluyor. Nasıl öyle bir yanılgıya düşülüyor anlamıyorum. (Kahkahalar)


Bugüne dek hayranlarından gelen yorumlar arasında seni en çok şaşırtan ne oldu?

Vallahi en çok bana yakışıklı denmesine şaşırıyorum. Eskiden sevimli ve karizmatik arası bir yerlerde gezerdim. Şimdi “Yakışıklı” diyorlar, ben de “Niye diyorlar acaba?” diye şaşırıyorum.


‘Daha çok tiyatro'

‘Şarkılarla Filmler’ konseri sonrasında aramızda aşktan konuşurken, “Şimdi Şems’le Mevlânâ’dan girerim, çıkamayız” demiştin bana. Ne zamandır tasavvufla ilgilisin?

1.5 sene Olimpos Dağı’nın köşesinde bir evde oturdum. Televizyon ve internet yoktu. Zor bir dönemimdi, tasavvufla ilgili kitaplar okumaya başladım. Anladım ki insan ilişkilerinde canımızı sıkan, kendimizi perişan ettiğimiz her duygunun bir üst seviyede karşılığı var. Tekamül diye bir şey var. “Okudum, aydınlandım, bambaşka biri oldum” gibi büyük cümleler kuramam ama kelime aşksa, okuduklarım aşka başka bir yerden bakmamı sağladı.


Bakış açında ne değişti?

Eskiden aşk duygusu karşımdaki kişiyle alakalıymış gibi gelirdi. O zaman işin içinden çıkmak zorlaşıyor, beklenti devreye giriyor. Artık beklentisiz sevmeyi öğrenmeye çalışıyorum. Her zaman başaramasam da bunu hatırlatacak bir bilgi var ruhumda. Artık eskisi kadar kafa yormuyorum, akışa bırakıyorum. Aşkın en kıymetli tarafının bende olması olduğunu biliyorum. “Güzelliğin 10 para etmez şu bendeki aşk olmasa” misali...


Var mı hayatında biri?

Şimdi Ece, ne diyor Mevlânâ...


‘Beklentisiz sevebilmeye çalışıyorum’

Sosyal medya hesaplarında sık sık inşaatları süren Baba Sahne ve Entropi Sahne’yle ilgili paylaşımlarda bulunan Keka, “O inşaatların taşını taşırım, taşıdım da. Şevket Abi’yle de (Çoruh) Yurdaer Dayı’yla da (Okur), bu sahneleri kurdukları için gurur duyuyorum. Siyaset yapar gibi mahalle mahalle dolaşıp tiyatro açmak gerekiyor” diyor.

Ne ara başladı bisiklet sevdan?

Çocukluğum Yalova’nın sahil sitelerinde bisiklete binerek geçti. Geçen yıl İstanbul trafiğine çözüm olarak elektrikli bisiklet kullanmaya başladım. Her yere bisikletimle gidip geliyorum. Eskiden hep geç kalma sıkıntısı yaşıyordum ama artık dakikaların hâkimiyeti bende. Çok rahat ettim. Trafikte bekleyen son model otomobillerin yanından tısss diye geçmek de çok keyifli oluyor.


Sen de bisiklet kullanmayı babasından öğrenen çocuklardan mısın?

Evet. Ben de tutmaya devam ettiğini zannederken babamın arkamda olmadığını fark ettim. Babaların en büyük numarasıdır bu. Bu sahnede genelde düşülür ama ben düşmemiştim. Bisiklet çocukluktaki ilk büyüme sınavıdır. Kullanabiliyor olmana göre tekerleri değişir. Büyüdüğüne dair ilk rozetlerini de böylece takmaya başlarsın.


Baban çocukken seni alnından öperek sahura kaldırırmış. Rakı içmeyi de o öğretmiş. Ne güzel; sana herkesi, tüm renkleri kucaklayabilecek bir dünya görüşü vermiş...

Evet, mekânı cennet olsun. Annemle birlikte bana öğrettikleri en değerli şey bir insanı herhangi bir sebepten dolayı ötekileştirmemek oldu. Bu, bir ailenin evladına bırakabileceği en değerli miras. Ben de bu doğrultuda yaşıyorum. İnsan ilişkilerine bak, birbirimizle ilgili sevmediğimiz huyların hemen hepsi kendimizde de var. Dolayısıyla birbirimize artistlik yapmanın âlemi yok! Sürekli yargılayacağımıza biraz özeleştiri yapmayı denesek hayat başka bir yere gidecek. Birbirimize sarılmamız için Türkiye’de haftalarca konuşulacak bir şey yaşanmasına gerek yok. Bunu anladığımızda Kazım Koyuncu’nun bahsettiği devrimi hayata geçirebileceğiz.


Bunu nadiren başarıyoruz. Mesela tiyatroda alternatif sahneler iki dayanışma konseri düzenledi. Birinde senin de şarkı söylediğin bu konserlere üst jenerasyonların da destek verdiğini görünce “Nihayet” diye duygulandım.

Şarkı söyledik de dilimiz mi yoruldu? Olması gereken bu! Bazı tavırları anlayamıyorum. Mesela konservatuvar yıllarından bahsederken “Biz gittikten sonra okul bitti” diyenler var. Demek ki herkes bir alttaki nesle bir şey bırakmayı becermiş ama onlar becerememiş. Arada mezun olduğum Mimar Sinan Üniversitesi’ne gidip öğrencileri gözlemliyorum. Alttan gelen her nesil seni eskitiyor, yetişememekten korkuyorum. Asla anlayamadığım bir mevzu da sanatla uğraşan insanların sosyal medyada halkı siyasi ve toplumsal olaylar karşısında cahillikle suçlaması. Sanatçıysan, herkesten fazlasını biliyor olma iddian varsa ve halk cahilse, kendine dönüp “Ben neyi eksik yaptım?” diye sormalısın bence.


‘Ben oldum dersen bitersin’




Vay be! Bravo bu arkadaşa! (Gülüyor) Olmak ünlü olmaksa olursun. Bu ülkede en kolay ünlü olunuyor zaten. Ama her meslek için geçerli; “Ben oldum” diyorsan bittin demektir, kendi yolculuğunu bitiriyorsun. Aslında ben de isterim emeklemeden koşmayı” diye bir şarkı var ya; ben hiç istemem emeklemeden koşmayı. Allah her zaman merdiven çıkmayı nasip etsin. Konservatuvarı üçüncü senemde kazandım. Konservatuvarı kazanamadığım yıllar, okul öncesi ve sonrası setler, okul, kamera arkası benim için futboldaki antrenman gibiydi. İyi koşmak için antrenmanını iyi yapmalısın.


‘Halk bunu istiyor lafı büyük yalan!’

‘Sing Up’ konserleri nasıl doğdu?

Ben çocukken pazar günleri TRT’de klasik müzik olurdu. Annem ve babam Zeki Müren, Müzeyyen Senar dinlerlerdi. Sing Up’la “Nereden nereye?” demek istedim. Bu ülke benim şarkı söylememe ihtiyaç duyulacak hale nasıl geldi? Toplum kendi kendine bu hale gelmez. Nasıl bu hale geldiğini anlamak için müziğine, sinemasına, tiyatrosuna bakmalıyız.


Bizde niteliksiz işlerin kılıfı hazır; halk bunu istiyor!

Büyük yalan o! Bu halk ‘Süper Baba’yı seyretmiş, ‘Devekuşu Kabare’yi tıklım tıklım doldurmuş, ‘Hababam Sınıfı’, ‘Tosun Paşa’ gibi kurgusu ve zekâsı inanılmaz yüksek filmleri izlemeye doyamamış, Zeki Müren dinlemiş bir halk! Şimdi “Halk bunu istiyor” diyorlar. Hayır halk istemiyor, sen bunu istiyorsun. Ve halk o kadar vefalı ki senin bu yaptığını bile yalnız bırakmıyor. Ama gün gelir halk da seni yalnız bırakır. Arkadan hiçbir şeyi kolay kolay yemeyen bir internet nesli geliyor. İnsanlar o gençlerle bağlarının kopmaya başladığını yeni yeni anladılar. Çok değil 5 sene sonra sırf matematik üzerine yapılan dandik film ve şarkılar kendilerine yer bulabilecekler mi acaba? Hiç sanmıyorum!


Röportaj: Ece Saruhan

Fotoğraflar: Milja RAMÖ

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.