Basgitar dehası olarak anılan ve UNESCO’nun kölelik karşıtı projesi “Slave Route”un sözcüsü seçilen Marcus Miller (56), tekrar İstanbul’a geliyor. Grammy ödüllü Miller’ı artık “bizden biri” olarak görmek çok da yalnış olmaz. Çünkü hem çok sık İstanbul’a geliyor hem de Türkiye’deki sanatsal ve politik olaylarla yakından ilgileniyor.


Festival seyircisinin yakından tanıdığı Marcus Miller son projesi “Afrodeezia” ile 2 Temmuz Perşembe 21.00’de Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde müzikseverleri cazdan Latin müziğine, afro beat’ten reggae’ye uzanan bir yolculuğa çıkaracak. İstanbul’a gelmeden Miller ile sohbet etme fırsatı bulduk; Miles Davis’i, ailesini, müzik tutkusunu ve daha birçok şeyi konuştuk. Benden söylemesi, röportaj kaçmaz!


Müzik sizde nasıl anlam buluyor? Yaptığınız müziği nasıl tanımlarsınız?

Müzik benim için, bir sanatçının gözünden hayatın yansıması, bir sanatçının hayatı nasıl gördüğü ve onu nasıl yorumladığı... Dünyayı çaldığım notalarla tanımlamaya çalışıyorum. Konserlerimden birine gelirseniz, orada hayatın tüm duygularını bulabileceğinizi umuyorum: Neşe, keder, enerji, sükûnet... Müziğimin hayat için bir kutlama olmasını istiyorum.





Sahne öncesi ritüelleriniz var mı? Kulisteki Marcus Miller nasıldır?

Eğer yapabilseydim, sokaktan direkt olarak sahneye yürüyerek hemen çalmaya başlardım. Bu şekilde müziği, normal akışı içinde hayatın bir uzantısı olarak ele alabilirdim. Fakat performanslarımdan önce parmak egzersizlerimi mutlaka yapmam gerekiyor ve dolayısıyla da direkt olarak sahneye yürüyerek çıkmam maalesef mümkün değil. Yine de konserlere çıkmadan evvel sahne arkasında çok fazla vakit harcamayı sevmiyorum. Mekâna varmak ve hemen sahneye çıkmak, olaya girişmek istiyorum!


‘Hostesler beni çok sever’


Siz tam bir turne sanatçısısınız. Bu kadar gezerken nasıl yeni projelere imza atabiliyorsunuz, zor olmalı...

En büyük zorluk, yeterli istirahat zamanı bulamamak. O ülkeden bu ülkeye seyahat ederken programımız gerçekten çok yoğun bir hal alıyor. Uçaklarda ve otobüslerde uyuyabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Uçaklardaki kabin görevlileri de en çok beni sever çünkü onlardan uçuş boyunca hiçbir şey istemem! Sadece oturur oturmaz uykuya dalarım. Üstüne üstlük, uçak yere iner inmez de uyanıyorum!


Bu günlerde hangi sanatçıları dinliyorsunuz? Özellikle dinlediğiniz bir Türk sanatçı var mı?

Burhan Öcal birkaç yıl evvel bana kendi müziklerinden oluşan bir albüm koleksiyonu vermişti. Hâlâ çok hoşuma giderek dinlerim. 50’lerin cazını dinlerim; o dönemi çok seviyorum. Gerçekten çok şık ve zarif müzikler üretilmiş. Miles Davis, Sonny Rollins ve Ella Fitzgerald gibi müzisyenler... 70’lerin funky müziğini de çok dinlerim. Gençliğimde ilk olarak bu tarz müzikle çalmaya başlamıştım. Günümüz popüler müziğini de dinlemeye çalışıyorum. Günümüz sound’larını kendi müziğime dahil etmek için sürekli çalışırım.


Hayat dolu birisiniz. En mutlu anınızı merak ediyorum...

Eşimin ilk çocuğumuzu doğurduğu günkü kadar mutlu olduğum başka bir gün hatırlamıyorum. Şimdi dört çocuğumuz var fakat bir hayatın başladığını ilk defa görmek gibisi hiçbir zaman olmuyor.





‘Davis hâlâ benimle gibi’

Miles Davis’i özlüyor musunuz?

Hâlâ benimle birlikteymiş gibi hissediyorum. Ruhunu gerçekten çok kuvvetli bir şekilde hissediyorum. Onunla birlikte çalan pek çok arkadaşımın da aynı duyguları hissettiğine eminim. Bana söyledikleri aklıma gelince gülesim geliyor. Yani Wayne Shorter ve Herbie Hancock’la birlikte Miles Tribute yaptığımda, bana şöyle dediğini neredeyse duyabiliyordum: “Neden bu eski şeyleri çalıyorsun?”. Bunu düşünmek beni güldürüyor. Miles yeni müzikler çalmayı severdi. Eskimiş, “geri kafalı” şeyleri çalmaya devam etmekten hoşlanmazdı. Sahnedeyken kendinizi öyle kaptırıyorsunuz ki bazen müziği dinlemeyi bırakıp sizi izliyorum! İhtirastan dolayı müziğe, o sanki bir kadınmış gibi yaklaşıyorum fakat diğer zamanlarda gayet maskülen bir şeymiş gibi geliyor; herkesi dans etmesi için bir araya getirdiğimde örneğin... Sanırım müzik hepsini kapsayarak içine alıyor.


‘Michael’ın gençlik sesi ilham veriyor’

Hayatınızı etkileyen sanaçtı ya da biri var mı kim?

Sly and the Family Stone grubunda bas çalan Larry Graham, benim için gerçekten büyük bir ilham kaynağıydı. Onun “slapping” tekniğinden fazlasıyla etkinlendim. Aynı şekilde, birkaç yıl önce birlikte İstanbul’da da çaldığım Stanley Clarke da beni etkinleyenler arasındadır. Jaco Pastorius da tabii ki... Ruhsal olarak beni en çok etkileyenler ise, aynı zamanda rol modellerim olan, ebeveynlerimdir. Babam gün boyunca metro trenini kullansa da kendini müziğe adamış bir adamdı, müzisyendi. Annem ise kendini kocasına ve iki çocuğuna adamış bir kadındı. Bunlar bana gerçekten çok sağlam temeller kazandırdı.

Mutsuz olduğunuzda ne yaparsınız?

Duygusal olarak kendimi iyi hissetmek istediğimde genelde Michael Jackson’ın 8, 9, 10, 11 yaşlarındaki şarkılarını dinliyorum. O beni, profesyonel olmam için ikna eden sanatçıydı. Gençlik sesi, küçük yaşlardaki vokali bana her zaman ilham verir. n Gezi Parkı olayları sırasında sosyal medya hesaplarınızdan birçok şey paylaştınız... Gezi protestoları sırasında İstanbul’da tanıdığım insanlardan çok fazla mesaj alıyordum. Olanlar hakkında çok duygusallardı ve ben de gerçekten onlara destek vermek istedim. Gösterilerden hemen önce İstanbul’da, Taksim’in oralardaydık ve dolayısıyla da kendimi buraya ait hissettim. Olayların hemen yatışmasını gerçekten çok istiyordum.

UNESCO ile yeni bir proje gerçekleştirecek misiniz?

UNESCO’yla birlikte pek çok farklı kültürden müzisyenleri, dansçıları ve şarkıcıları bir araya getirecek bir konser serisi üzerinde çalışıyoruz. Çok önemli bir noktaya değinerek insanlara, aslında herkesin birbiriyle ne kadar çok ortak noktası olduğunu gösterecek. Gerçekten çok heyecan verici bir şov olacak. Şimdi bu projeyi geliştirmeye çalışıyorum.





İstanbul’a şarkı yazdı


İstanbul’a sıklıkla geliyorsunuz...

İstanbul’da geçirdiğim zamanlardan etkilenerek yazdığım “Blast” gibi bir şarkı var. İstanbul ve New York’un üzerimdeki etkilerini birleştirerek bu parçayı yazmak istedim. “The Istanbul Project” adıyla, Burhan (Öcal) ve Hüsnü Şenlendirici’nin de aralarında bulunduğu, Türkiye’den gerçekten muhteşem sanatçılarla işbirliği yaptığım bir proje de oldu aynı zamanda. Ve bu gerçekten inanılmaz bir deneyimdi. Türkiye’deki müzikler hakkında gerçekten çok fazla şey öğrendim.


Sahnede her zaman çok iyi görünüyosunuz.

Stil danışmanım yok fakat düzenli olarak gittiğim birkaç kıyafet dükkânı var. Beni gayet iyi tanıyorlar ve dolayısıyla da bana rahatlıkla önerilerde bulunuyorlar.


Şapkalarınız çok havalı. Özel olarak tercih ettiğiniz bir şapka çeşidi var mı?

Özellikle basık tepeli bir şapka olan Porkpie şapkası takıyorum. Porkpie şapkasının tepesi, üstünde bir kat yeri bulunan Fodora cinsi şapkaların aksine düzdür. Ben de Marcus Miller modeliyle bir Porkpie şapkası yaptım ve kendi web sitemde satışa sundum. Konserlerde seyircilerin hepsinin aynı şapkayı taktığını görmek gerçekten çok eğlenceli!


Müzikseverler ülkemize gelişinizi dört gözle bekliyor!

İstanbul için gerçekten çok sabırsızlanıyorum. Seyircilerin, grubumu ve yeni müziğimizi beğeneceklerini düşünüyorum.


Son olarak yeni bir projeniz var mı?

Bu aralar son projem olan Afrodeezia’dan müzikler paylaşıyoruz. Proje Afrika etkileri taşıyor. Dünyanın her yerinde bu müzikle turlamaya devam edeceğiz.


Röportaj: Ece Ulusum

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.