‘Anna Karenina’yı boşandırıp Amerika’ya yerleştirdim’


Her oyuncunun hayali bir müzikalde oynamak için teklif beklemedi. Özel yetenek statüsüyle Green Kart alıp Amerika’da şirketini kurdu. Oyununu yazdı, oynadı, yapımcılığını üstlendi... Fadik Sevin Atasoy, tek kişilik müzikali “One Woman Show” ile Amerika’da ayakta alkışlandı. Kariyerinin en tepesi olarak nitelendirdiği şovu sonrası İstanbul’daydı.


Henüz 4 yaşındayken Selçuk Tiyatro Festivali’nde Devlet Tiyatroları’nın “Teneke” adlı oyunuyla ödül alan, TRT’de çocuk programlarında sunuculuk yapan, çocukluğu anne ve babası sayesinde tiyatro kulislerinde geçen ve doğal olarak oyunculuğa gönül veren bir isim Fadik Sevin Atasoy. En son “Fadik ve Kırmızı Bavul” adlı kitabını çıkardı. Şimdi ise çok daha iddialı bir projesiyle karşımızda. Kendisinin yazıp oynadığı ve yapımcılığını da üstlendiği “One Woman Show” adında bir müzikal yaptı Fadik. ABD Los Angeles’taki Edgemar Center For The Arts’ta ayakta alkışlandı. Bu projeyi kariyerinin zirvesi olarak yorumluyor. Haksız da sayılmaz. Çünkü tarihte ilk kez bir kadın oyuncu kendi yazdığı, oynadığı, farklı aksanlarla İngilizce sahnelediği tek kişilik oyunuyla Amerika’da sahne aldı. Bu projenin kendisi için bir omurga olacağına inanan Atasoy ile hayata geçirdiği “Muse” karakterini, Amerika’daki hayatını ve özel ilişkisine dair bilinmeyenleri konuştuk.





Büyük bir başarının ardından İstanbul’dasınız. Önce oyunu dinleyelim mi? Ne kadar süre üzerinde çalıştınız?

Bundan 12 sene önce Penelope Cruz, James Franco ve Selma Hayek’in oyuncu koçu Michelle Danner, beni burslu olarak okuluna aldı. 3 ay birlikte çalıştık ve bana “Sen tek kişilik oyun için yaratılmışsın. Bunun üzerine git” dedi. Araya jürilik, film, Amerika girdi ve özel yetenek statüsüyle Green Kart alıp kendi şirketim “A Red Case Entertainment”ı kurdum. Aradan bir süre geçti ve bir gün Michelle ile yemek yerken “Hani sen yazıyordun, ne oldu?” deyince “Tamam” dedim. Ve bu iş için kapanmaya karar verdim. Bir arkadaşımın tanışıklığı sayesinde Los Angeles’ın solo performans şovu koçu ile çalışmaya başladık. Onun yönlendirmesiyle oyunu sildim yazdım, sildim yazdım ve 9 ayın sonunda bu şov çıktı.


Oyunun ismi “Muse 90401” nereden geliyor?

Muse, ilham perisi demek. Bir sanat gezegeni tarafından Shakespeare’in Kleopatra’sı, Tolstoy’un Anne Karanina’sı ve Da Vinci’nin Mona Lisa’sını yazması için dünyaya gönderiliyor. Fakat kız o kadar haylaz ki, dramatik sonlara tahammül edemiyor. Ve mesela bir trenin altına atlayıp intihar eden Anna Karenina’yı kocasından boşandırıp sörf tahtasıyla Los Angeles’a yerleştiriyor. Biz oyunda hem klasik eserlerin orjinalini görüyoruz hem de Muse’ın özgürlükçü, kadına güç veren, mutlu bir final yaratan müzikalini izliyoruz. 90401, Santa Monica’nın posta kodu. Benim fantezimde güya sanat gezegeninde, her ilham perisinin bir dosya numarası varmış. Sanat mahkemesinde kendini haklı çıkarıp insan olmak için oy alabilecek mi, alamayacak mı? Burada seyirci, mahkemenin jürisi oluyor. Yani interaktif bir tarafı da var.


Oyunun müzikleri de size ait...

Evet, oyunda 7 tane de şarkı var. Sözlerini de yazdım. Berkeley mezunu kompazitör Emir Işılay besteledi. Oyunun güzel geri dönüşümleri oldu. “Altından kalkabilir miyim?” telaşı yaşatan ama bu riski göze almaya değer bir sonuç çıkardı. Ve tarihte bir ilk oldu. Çünkü bugüne kadar kendi yazdığı tek kişilik kadın oyunuyla, Amerika’da sahneye çıkan tiyatro oyuncusu yok.


Oyun tekrar ne zaman sergilenecek?

New York ile görüşmelerimiz oldu. Bir turnemiz olacak. San Diego’da uluslararası bir festivalden ve Paris’ten teklif geldi. Amerika ve Avrupa turnesi olacak. Geldiğimden beri de insanlar “Neden bu oyunun prömiyerini İstanbul’da yapmıyorsun?” dedi. Bunu da değerlendireceğim.


Oyuncu olarak sizi etkileyen ama bu oyunda yer almayan başka hangi karakterler var?

Onların hepsi hazır. Bu oyunu istediğim gibi tanıttıktan sonra ikincisini yapmak istiyorum. O, dünya masalları ile ilgili olacak.





Daha önce oyun yazmış mıydınız?

Ortak yapım bir proje için bir senaryom vardı ama son dakikada durmuş bir işti. Sinema eleştirisi yazmıştım ama daha önce hiç tiyatro oyunu yazmamıştım. Bu oyunu da yazar olarak öyle zor yazmışım ki, oyuncu olarak şikâyet ettim! Kendimi zorlamayı çok seviyorum. Dedim ki, 1 saat boyunca sahne üzerinde kalayım şarkı söyleyeyim, dans edeyim, kıyafetimi değiştireyim.


‘Kleopatra bir holdingde yönetici olabilirdi’


Tarihi karakterlerin hangi bilinmedik yönleri var oyunda?

Mesela Anna Karenina’da bizim belleğimizde bir erkeğin kadına bakış açısı var. Erkeğin bu bakışını kırmak istedim. Kleopatrada egzotik, zehirli, erkeği baştan çıkardığı için başarılı olmuş bir figürdür. Kleopatra’nın 7 dil konuştuğunu biliyor muydunuz? Bu kadın bir holdingin başında olabilirdi, farkında mıydık? Mona Lisa’nın son zamanlarda ortaya çıkmış ilginç bilgileri var. Lisa Gherardini del Giocondo diye bir kadının portresi bu. Ben o kadını araştırdım. Mona Lisa acaba bir kontes mi, zengin birinin karısı mı? Kimdi? Derdi neydi? O kadının derdini, Da Vinci’yle ilişkisini dile getiriyorum aslında. Tolstoy’un Anna Karenina’sı belleğe işlenmiştir ve “Bir kadın âşık olursa sonu intihardır” diye bizde aşkta korku vardır. Hayır, aşk mutsuzluk değil. Biraz perspektifi kırmak, kadını güçlendirmekti derdim. Güç bizim tercihlerimizde yatıyor. Ama edebiyatta erkekler tarafından yazıldığı için kadınlara hak ettikleri gücün verilmediğini düşünüyorum. Bunlar edebi şaheserler. Asla ustaları yargılamak değil sadece bir bakış açısında kurguyu delmek. Her eserin otobiyografik olduğuna inanıyorum. Bu oyunu yazarken toplumun, coğrafyanın, cinsel kimliğimin bana yerleşmiş baskılarını kalemimle kırdım diyebilirim.


Üretim süreci hep çok sancılıdır ya. Yazım dönemindeki ruh haliniz nasıldı?

Bu aslında 12 seneyi aşkın bir süreç. Benim için herkesin bildiği bir karakter olması önemliydi. Belleklerde yer etmiş 3 karakter seslerini duyurmak istedi. Onların üzerinden evrensel bir kadın olgusu doğdu.


Bir oyuncunun en büyük hayalidir bir müzikalde oynamak, dans etmek, şarkı da söylemek. Bu iş sizin kariyerinizde nerede duruyor?

Evet, kesinlikle. Üstelik yapımcılığını da üstlendim. Ben bu projeyle elbisemi buldum. Oyuncu olduğum için sinema ve dizi yapabilirim ama “One Woman Show” bir iddia gerektiriyor. Korkmadım çünkü herkes bunu yapabilir zannediyordum. 4 yaşından beri tiyatronun içinde büyüdüm. Annem ve babam oyuncu. Bu, biriktirdiğim deneyimin patlaması oldu. Dolayısıyla kariyerimdeki en yüksek nokta diyebilirim.





‘O insan geldiğinde sen hazır mısın?’


Türkiye’de istediğin kadar iyi işlerde yer al, eğer yurtdışında başarılıysan, ödül aldıysan değerli oluyorsun. Orada durum nedir?

Orada bir görüşmeye gittiğimde sanırım daha önce yaptığım işlerden dolayı, “global artist” diye kabul ediliyorum. Sadece bir ülkeye ait değilim.


İnsanın bir yanı da bir yerlere ait olmak istemez mi? Gerçi sizin bavulu alıp gitmişliğiniz de var...

Öyle bir coğrafyada büyümüşüm ki, Türkiye’de Doğu ve Batı elinin altında. Kapalı gibi gözüküyoruz ama aslında burası çok açık bir ülke. Amerika o anlamda daha kapalı. Daha uzak. Bayraklara da kimliklere de inanmıyorum. Ben dünya vatandaşıyım.


Türkiye’de yaşayan ve ortak projelerde yer almak isteyen oyunculara neler tavsiye edersiniz?

Türkiye dünyaya çok açıldı. Amerika’da herkesin İstanbul’dan haberi var. Ama orada sinema büyük bir endüstri ve bunun kuralları var. Herkesin yabancı dil bilmesi gerekiyor, en önemlisi bu. O insan geldiğinde sen hazır mısın? Bütün olay bu.


Bundan sonrası ne olacak? “En iyisini yaptım, şimdi sırada ne var?” duygusu var mı?

Evet, aslında o da beni zorluyor. Ama bu benim omurgam olacak. Sanırım bu çizgide devam edeceğim. Kendi ürettiğim, yarattığımı hayata geçirmek üzerine yol alacağım.


“Bana gelen senaryoları beğenmiyordum, oturdum kendim yazdım” gibi bir duygu değil ama değil mi bu?

Güzel senaryolar da yazılıyor ama çok senaryoya “Bunu böyle söylemeyelim” diye müdahil olmuşluğum da vardır. Galiba bu, yönetmenlerin pek hoşuna gitmiyor. Ama insanın kendi derdini yazıp onu kendisinin oynaması büyük bir özgürlük. Bunun tadını hiçbir şey veremez artık bana.





‘Hadi teyze güle güle dediğimden beri rahatım’


Hiç kendinizi eleştirmez misiniz?

Hatalarımla kendimi takdir ettiğim zaman daha verimli iş çıkarıyorum. Zihnimize yerleşen “Onu yapamazsın”, “Bu böyle olmaz” diyen sese “Hadi teyze güle güle” dediğimden beri rahatım. Amerika’da terapist oldum. Herkesin terapiye gitmesi gerektiğine inanıyorum. Bir yerimiz yırtılıyor. Üzerine bant koyuyoruz. Oysa ruhumuz en hassas yerimiz. Sıkıntılı olmaya gerek yok, mutluyken gidin. İnsan zihni öyle bir şey ki, mesela ödül alanlara bakın ağlarlar. Zihin öyle bir şey der ki: “Geçmişteki acıyı kaldırabilecek tarlayı yarattı, mutlu. Hadi onu hatırlatalım.” İnsan kendinden vazgeçmemeli.


‘Yakamozun altında yüzmek gibisi var mı?’


Bir güne iyi başlamak için olmazsa olmazınız nedir?

Meditasyon yapmadan güne başlamıyorum. Her sabah 06.00’da kalkıp yarım saat meditasyon yapıyorum. Erkek arkadaşım Kore sporu sando yapıyor. Tai chi, meditasyon ve yoga karışımı bir spor. Arada ben de yapıyorum. Bunları ihmal etmediğim sürece güzel bir gün. Yoksa zihin konuşmaya başlıyor. Tek kötü huyum sigara. Los Angeles’a gidip de sigarayı bırakmayan yegâne kişiyim. İnşallah bırakacağım.


Yaz tatilinizi planladınız mı?

Yazın kendimi bir anda provada bulabilirim, ekimde sezonu açıyoruz. Erkek arkadaşım da çalışıyor. Yazın erkek arkadaşımın ailesiyle buluşmak için Florida’ya gideceğiz. Akdeniz’e gidip denizde yüzmeyi çok özledim. Çünkü okyanusta dayak yiyorsun. Tuzlu tuzlu yaksın; yakamozun altında yüzmek gibisi var mı?


‘Yazar olarak torpil yapıp başlığa ismimi koydum’


Kitap projeniz film olacaktı. Bu alanda bir gelişme oldu mu?

O süre alacak bir proje. Bu oyunun turnesi 2 yılı alacak gibi görünüyor. Kitap İngilizce’ye çevriliyor. Daha yolu var.


“Kitapta kurgu var” diyenler oldu. Var mıydı?

Kitap kurgu zaten. Roman. Benimle alakası yok. İnsanlar benim hikâyem zannetti ama hiç alakası yok. Adının “Fadik’le Kırmızı Bavul” olmasının sebebi karakterin ismi yok. Kitap boyunca isimsiz. Okuyucu kendi ismini koysun istedim. Torpil yapıp yazar olarak başlığa ismimi koydum.





‘Her perşembe galerideyim’

Koyu renk saç, renkli gözlerinizle ben sizi Bollywood’a da çok yakıştırıyorum. Sizin aldığınız geri dönüşler nasıl?

Amerikalı bir menajerle çalışıyorum. O bana “Paletinde hem Akdeniz hem Güney Avrupa hem de Doğu var” diyor. Dolayısıyla avantajlı görüyorlar. Amerika’da “beyaz Amerikalı” dedikleri nüfus azalırken etnik nüfusun arttığı bir dönem. Yapılan istatistiklere göre artık filmlerde beyaz Amerikalı görmek istemiyorlarmış. Etnik, kendi gibi olanı görmek istiyorlar. Cast ona doğru gitti. Hepimiz için avantajlı bir dönemdeyiz.


Oradaki sanat gündemini takip edebiliyor musunuz?

Resim, heykel ve plastik sanat delisi olduğum için her perşembe açılan galerilere gidiyorum. Moca ve Lacma Müzesi’nin delisiyim. Sanatla iç içe olmak sanatını da çok besliyor. Zaten oyuna Mona Lisa’yı koymamın sebebi, resim sanatına düşkün olmamdı. Sanatın bütün disiplinlerini çok seviyorum.


Resim ya da müzikle aranız nasıl?

Çöp adam bile çizemem. Müzikte iyiyim. Oyunda şarkıların sözleri de bana ait.


‘Beni seveni ben de severim’


Farklı ülkelerde de yaşadınız; uzun zamandır Amerika’dasınız, neden?

“Özel yetenek” diye beni takdir ettiler. Beni seveni ben de severim. Türkiye’den ayrılmış değilim, burası benim ülkem. Dışarıdan ülkeye daha romantik bakıyorsun. Ben insanıma güveniyorum. Kronikleşmiş bir yaramız var ama onun sarılacağını düşünüyorum. Ne oradayım, ne buradayım; aslında her yerdeyim. İşim neredeyse ben oradayım.


Erkek arkadaşınız da Amerikalı değil mi? Orada hayat nasıl geçiyor?

Evet. Yaşadığım yerde doğayla iç içe olabildiğim bir ortam var. Oldukça sakin bir yer. Sabah kalkıp yoga, kundalini yapıyorum. Paten kayıyorum, toplantıya giriyorum, sağlıklı besleniyorum ve erken uyuyorum.


Erkek arkadaşınız bu oyunun başarısını nasıl karşılıyor?

O, opera sanatçısı ama bir süre ara verdi. Aynı zamanda psikoterapist. İkimiz de ortak meslekleri paylaşıyoruz. Hatta oyunda solo bir ses var, onu o söyledi. Çok destek veriyor, gurur duyuyor. Amerika’da konservatuarda en yakın arkadaşı Türk’müş. Dolayısıyla o arkadaşı sağ olsun onu bana hazırlamış; Türk kahvesini biliyor, yemeklerimize bayılıyor, Türkçe öğrenmek istiyor. Hatta bir süre gelip burada yaşamayı da düşünüyoruz. Çünkü “Senin anadilinde seninle konuşmak istiyorum” diyor.





‘Erkek arkadaşıma hava atacağım ya!’


Ona Türk yemekleri yapıyor musunuz?

Erkek arkadaşıma hava atacağım ya yapıyorum. Arada annemi arayıp tarif alıyorum. İranlı marketten Türk ürünlerini bulabiliyorum. Hamsili pilavı hep yiyebilirim ama yapmayı bilmiyorum. Bir yol buldum; iç pilav yapmayı öğrendim, üzerine konserve sardalyalardan koyup yedirdim erkek arkadaşıma.


‘Bizde genler biraz iyi’

Oyunun prömiyerinde giydiğiniz kıyafet çok hoştu. Orada alışveriş duraklarınız nereler?

Tüm günüm kot, tişörtle geçiyor. Galalar olduğunda Türkiye’den Özgür Masur ile çalışıyorum. O kıyafet Özgür’ündü. Ama kısa zamanda bir kıyafete ihtiyacım olduğunda Amerika’da Mike Wensel ile çalışıyorum. Ben de modayla ilgilendiğim için kafamda hikâyesi olan bir koleksiyon var. Belki onu da ileriki yıllarda hayata geçiririm.


Süper, sizde proje bitmiyor. Kariyerinizin en güzel dönemindesiniz ama ya anne olmak?

İstiyorum tabii, nasip işi. Tabii ki bilgimi, birikimimi aktarıp bir birey olduğunda da serbest bırakarak büyütmeyi isterim. Zamanı gelirse neden olmasın? Dünyanın en güzel duygusu, kısmet. Niyetim var.


Gün geçtikçe annelerimizin kopyası oluyoruz. Sizde de öyle bir durum var mı?

Kendimi çok şanslı hissediyorum. Annem, Lamda Akademi’den mezun. O da kariyerinin en yüksek noktasında almış bavulunu; Londra’ya gitmiş, yerleşmiş. Annemin özgürlükçü ruhunu almışım. Babamın kalemi çok kuvvetliydi. 10’dan fazla tiyatro eseri var. Yazar, yönetmen, oyuncuydu. Yani bizde genler biraz iyi.


Röportaj: Ekin Türkantos

Fotoğraflar: Ece Oğultürk

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.