Kendine has üslubuyla yıllar içerisinde hatrı sayılı bir dinleyici kitlesine sahip olan Yeni Türkü, kurulduğu günden bu yana değişti, dönüştü. Ama hiçbir zaman müziğinden, tarzından ödün vermedi. 29 Ekim’de Akasya Acıbadem’de sevenleriyle buluşacak Yeni Türkü, eski parçalarından oluşan bir repertuvar hazırlıyor. Konser öncesi Derya Köroğlu ile CVK Park Bosphorus Hotel’de buluştuk, hayattan, şiirden, müzikten konuştuk.


Özledik sizi. Neler yapıyorsunuz, hayat nasıl gidiyor?

Konserler sürüyor. Yeni bir şeyler yapmaya fırsat bulamadık. Ocak ayında biraz soluklanıp yeni single için hazırlıklara başlamayı düşünüyoruz.


Albüm için yoğunlaşmamışsınız ama yine de rahat durmuyorsunuzdur siz?

Bence müzik sosyal hayatın bir ürünü. Mesela Beatles’ın arkasından gelen rock akımı, yaşanan çağla ilgiliydi. Şu an beslendiğimiz kaynaklar konusunda şanssız bir dönemdeyiz. Çoğu insan ilham alamıyor. Kıyımızda savaş varken, politik olarak çeşitli girdapların içindeyken ve çatışmaların ortasında insan, maalesef daha az üretken oluyor.

Bu tip dönemlerde de farklı bir bakış açısı oluşuyor ama değil mi?

Elbette, protest müzik muhalefetten çıkar. Ama işte muhalif bir hareket de yok. Kendimizi bağdaştırabildiğimiz Gezi olayı vardı ama o da politik bir hareket değil, insani bir başkaldırıydı. “Ben baskı altında olmadan kendim gibi yaşamak istiyorum” demekti. Ne yazık ki polis gücüyle bastırıldı. Gayri insani bir dönemden geçiyoruz. Bu anlamda protest müzik yeniden gündeme gelebilir.


Sizce sanatçı bu tip durumlarda sessiz mi kalmalı yoksa tavrını ortaya koymalı mı?

Şu dönem ne yazık ki aşırı bir taraflaşma var. Müziğinizi seven ama aynı fikirde olmadığınız insanlar kırılabiliyor. Bir fraksiyonun sesi ya da bir partinin propaganda ekibi olamazsınız. O zaman yaptığınız sanat, sanat olmaktan çıkar. Her ne kadar bizi eskiden beri keskin bir yere oturtmaya çalışsalar da, bizim müziğimiz insancıl, hümanist bir temele oturur. Doğrusu da budur. Konserlerimde Gezi Parkı’nda yaşananlardan söz ediyorum. İnsanlara gaz sıkılmasından, buna rağmen onların ağaçlara yapışıp bırakmamasından ve çevresel duyarlılık gösterenlere gazla, copla müdahale edilmesinden bahsediyorum. Bunu her yerde de dile getiririm.


Türkiye’nin gündemi malumunuz. Karikatüristler için inanılmaz bir hareketlilik bu. Müzisyen olarak yaratıcı sürecinizi nasıl etkiliyor?

Bence mizahla, müzik arasında bu anlamda hiç paralellik yok. Mizah bir ironiyi içermezse mizah olmaz. Ama müzikte ironik bir şarkı yapsanız bile ironik bir albüm düşünemiyorum. Geçmişte bunun güzel bir örneği ‘Vitamin’ grubudur. Aslında evet, müziğin mizahı Vitamin grubuydu. Cover şarkılar üzerine kurulmuş rap tarafı da kuvvetli olan parçaları çok sevildi. Müzik ancak özgürlük ortamında gelişir. 60’lar öyleydi.


Yeni Türkü bir lise grubu olarak kuruldu ve zamanla değişti. Sürekliliği sağlamak zor muydu? Dönüşmesi olağan mıydı?

Dağılmalar ve birleşmeler grupların kaderidir. Grup olmak kolay değil. Evlilik gibi boşanmalar da olabiliyor. Ama ben azimle devam ettirdim. Yeni Türkü olarak başından beri nasıl müzik yapacağımızın fikrini belirlemiş ve 10 yıl ciddi üretim yapıp, yapı taşlarını oluşturmuştuk. Müziğe saygımızı koruyarak, üzerinde çok düşünerek, şairlerin dizeleriyle üretimler yaptık. Müzikal çizgimizi 90’lara kadar genişletip rembetiko ile zenginleştirdik. “Deliler” parçasında olduğu gibi Latin rock da yaptık. Yeni Türkü şarkıları yıllar geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Bazı şarkıları konserlerde çalmazsak dinleyiciler bizi bırakmıyor.


‘İlk dizi CD'sini ve ilk film müziğini biz yaptık'


Şiirlerin ruhu sizin şarkılarınızda yeniden canlanıyor. Yeni şairleri takip eder misiniz? Çok şiir okur musunuz?

Şiir maalesef Türkiye’de giderek daraldı. Yayınevleri artık şiir kitabı bile basmıyor. İnsanların kendi kitaplarını bastığı bir dönemdeyiz. Yeni şeyler bulmaya hep gayret ettim. Kendi dağarcığıma yeni insanlar ve şiir kitapları almaya çabalıyorum.


İlk özgün film ve dizi müziğini de siz yaptınız değil mi?

İlk dizi CD’sini ve 1984’te ilk film müziği kasetini yaptık. Bu gibi öncülüklerimiz vardır. Zaten Türk müziğinde ud, kanun, kemençe kullanan çok az kişi vardı. Türk müziğinin makamlarını ortaya çıkarttık. “Eskiden özgün müzik yoktu” demeyeyim ama Yeşilçam korkunç şekilde çalıyordu. Ama elbette bizden öncesinde Cahit Berkay çok güzel şeyler yaptı.


Film ve dizi müziği anlamında başka projeler neden olmadı?

Aslında yaptım da ortaya çıkarmadım. “Yeditepe İstanbul” dizisinin müziklerini çok kişi istiyor, sanıyorum internet ortamında yayınlayacağım. Selim Atakan ile 90’larda ayrıldık ama o kendi çizgisinde film müzikleri yaptı. Ben 97’de “Musikarium” diye belgesel bir albüm çıkardım. Cengiz Onuralp arya üzerinde çalıştı. Yani Yeni Türkü’nün dallanmış hali gibi dizi ve film müziklerine damgamızı vurduk.


Televizyonla aranız nasıl? Dizileri izliyor musunuz?

Açıkçası mizah üzerine olanları eğlenmek için izliyorum ama dramlar bana çok ağır geliyor. Dizilerde müziklerin tekrar edildiği o boş sahneleri kurtarmak müzisyenin rolüymüş zannediliyor. Ve dizinin arkasında müzikle bir yorgunluk yaratılıyor.


Film izler misiniz?

Biraz haber, belgesel ve bolca film izliyorum. Nuri Bilge Ceylan, Tarkovski ve David Lynch filmlerini severim.


Sevdiğiniz müzisyenler kimler?

Rock grupları güzel hamleler yaptı. Şebnem Ferah, Mor ve Ötesi, Aylin Aslım ve son dönem Jehan Barbur da özel şeyler yapıyor, çok üretken.


Başka müzisyenlerle ortak işler yapmaya sıcak bakıyor musunuz?

Maalesef olamadı öyle işler. Ortak bir şeyler yapmanın yolunu bulamadık bir türlü. Aslında yapmalıyız. Candan Erçetin’in balkan havalarıyla bizim Ege dünyası birleşebilir gibi duruyor. Mesela “Olmasa Mektubun” adlı parçayı Haris Alexiou’nun üzerine yapmak çok iddialıydı farkındaydık. Haris’i çok severdik ve Murathan Mungan’da öyle bir söz yazdı ki, güzel oturdu. Ve bu parçayı rahmetli Müslüm Gürses söyledi. Ama Müslüm Gürses’in Bülent Ortaçgil şarkılarındaki başarısı çok daha çarpıcıydı. Bir şarkıyı başkasından duyup sevmek zor iştir. Beatles’ın ‘With a Little Help From My Friends’i Joe Cocker söyledi ve yorum gücüyle Beatles’ın pabucu dama atıldı. Zakkum ile “Anason”u söylemiştik gerçi bana yakışmıştı. Benim başka bir şarkıyı söylemem konusuna biraz daha eğilmem lazım.


Yeni albümde neler planlıyorsunuz?

“Şimdi ve Sonra” adlı albümümüz çıkalı 2 yıl oldu. Şarkılar, var olan tarzların devamıydı. Ama bundan sonra daha cesur denemeler yaparız. Ekipte çok iyi enstrümanistler var. Çok iyi virtiözlerle yürüyoruz sanırım konserlerimiz de o yüzden çok iyi gidiyor.


Konserlere çıkmadan derin bir nefes


En son kimi dinlediniz?

İngiltere’de yaşayan evli bir çift Ebruli Muharrem var, funky arabesk yapıyorlar. Onları seviyorum. Fırat Tanış, Jehan Barbur da dinledim son dönem.


Konsere çıkarken heyecanlanır mısınız?

Evet, derin bir nefes çekip kendimi hazırlarım.


Sahne ritüelleriniz var mıdır?

Konsere çıkmadan 2 saat önce yemek yemem. Su boğazın, ses tellerinin ilacıdır. Grup olarak spor takımları gibi kendimizi motive edip öyle çıkarız.


29 Ekim konserinde dinleyiciyi ne gibi sürprizler bekliyor?

Repertuvara eski şarkılardan ekleyip eski günleri anmak güzel olacak. Furkan Bilgin’in söylediği parçalar da sürprizimiz olsun.

‘Belki de Kamboçya’ya gidip telefonu kapatmak lazım!’

Şu an lise döneminde müziğe yeni başlamış olsanız sosyal medya aracılığıyla şarkılarınızı paylaşır mıydınız?

Açıkçası 10 yıl önce daha yaratıcı şeyler çıkar diye bekliyordum ama olmadı. Teknoloji ile beynimizi yıkıyoruz. Şu an hepimizde olan hastalık bu, kendimizi internetle oyalıyoruz. Olay “sörf” diye başladı şimdi de sörf ederek kayboluyoruz! Yaratıcılığı teşvik edecek bir ortam yaratmak, sessiz olmak, kitap okumak lazım. Bazıları Kamboçya’ya gidip bir ay telefonunu kapatıp yaşıyor. Belki onu yapmak gerek. Sessizliği ihmal ettiğimiz için de yaratıcı şeyler çıkmıyor.


En son ne zaman kendinizle baş başa kaldınız?

Düşündüm de çok olmuş. 3-4 günlük kaçamaklar yapıyorum ama yetmiyor, uzun süreler lazım. İtiraf edeyim yapamıyorum. Kendimizi ihmal ediyoruz. Grup olarak, ocak ayında bir ay kendimize zaman ayırmaya karar verdik.


Rahatlamak için spor yapıyor musunuz?

Yürüyüş yapıyorum. Aslında her gün 1 saat yürüsen daha fazlası da gerekmiyor. O da bölünüyor ama elimden geldiğince kaçırmamaya çalışıyorum.


Yürüyüş rotanız nasıl?

Bebek, Rumelihisarı, Ortaköy sularında yürümeyi seviyorum.


İstanbul’un en sevdiğiniz yeri neresi?

Eyüp-Balat çok keyifli. Köhneliğini seviyorum. Karaköy’de başka bir hayat oluşmaya başladı. Gündüz lehim sesleri arasında insanlar sosyalleşmeye çalışıyor. Sık giderim. Rumelihisarı her zaman çekicidir. Anadolu Yakası’nda da Kuzguncuk’u seviyorum.


Röportaj: Ekin Türkantos

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.