Cennetten Kovulmak’ta birbirinin hayatından habersiz, ama aynı kaderi yaşayan iki kişi; 24 yaşındaki İstanbullu Emine ile 8 yaşındaki Muşlu Ayşe’nin hikâyesini izliyorsunuz. Kürt meselesini her iki tarafın gözünden ele almış. Büyük büyük sözler söylemek yerine olanı anlatmaya çalışıyor. Çözüm odaklı, yapıcı... Üstelik hayırlara da vesile olmuş. Filmin yönetmeni Ferit Karahan ve oyunculardan Gülistan Acet, filmden sonra evlenmiş. Antalya Altın Portakal’da en iyi film dahil 3 ödül aldılar. Bir ödül de Gülistan’aydı; en iyi yardımcı kadın oyuncu seçildi. Öyle doğal bir oyunculuğu var ki; jüri başta onun profesyonel olduğunu anlamamış. Aralarında tartışmışlar “Köyde yaşayan kız ödülü ne yapacak, başkasına mı versek” diye... Velhasıl film vizyonda. Yönetmen Ferit Karahan ve eşi Gülistan Acet’le filmde anlatıları ve cennetten kovulmanın nasıl bir şey olduğunu konuştuk.


Filmde inşaattaki bir işçi “Hepsini biz Kürtler yapıyoruz ama tamamlandığında kapının önünden bile geçemiyoruz” diyor.



F.K.: Bir kesimin düşüncesi böyle. İstanbul’da 3-4 milyon Kürt var. Şimdi yavaş yavaş ev sahibi olmaya başladılar. Ama 10 sene önce çok zor şartlarda yaşıyorlardı.

G.A.: Ülkeyi birlikte inşa ediyoruz ama işin alışveriş kısmında Kürtler genelde veren taraf.


Bir tarafa yakınken eşit davranmak zor olmadı mı?

F.K.: Kayabilir. Ama meseleyi kendi içinde çözüp durduğun yeri iyi belirlersen ya da daha vicdani boyuttan bakarsan sorun olmaz. Karşı tarafa tepkilisin ama neden böyle davrandığını gösterebilmelisin. Gündemdeki meseleleri üstünden zaman geçince anlatmak gerek ki, doğru yargılayabilesiniz. Bu yüzden filmde 10 yıl önceyi anlattım.


Ne kadar hâkimsiniz iki tarafın gerçeklerine?

F.K.: Muş’tayken Türkler ve Kürtler arasında bir ayrım olmadığını düşünüyordum. İstanbul’da alttan alta düşmanlığı, ayrımcılığı gördüm. Bir de zor yıllardı tabii. Kürtçe konuşmak problem. Oysa mesela Gülistan geçen sene Artuklu Üniversitesi’nde Kürdoloji üzerine yüksek lisans yaptı. Yavaş yavaş düzeliyor bazı şeyler de, olan bizim güzel yıllarımıza oluyor.



Çözüm öneriniz nedir?

G.A.: Empati kurun.

E.K.: Aynı ülkedeyiz, hepimiz meseleye dahiliz. Mevcut bakış açısıyla durumun içinden çıkmak zor. Ama karşı taraftan bakmayı öğrenirsek, özeleştiri yaparsak belki değişebilir. Birbirimizi anlamamız şart. Başka çözüm yok. Politik olarak yasa çıkabilir ama bunlar bir yere kadar...


‘KÜRT FİLMLERİ BOYUT DEĞİŞTİRİYOR’

Yeni nesil yönetmenlerde Kürt sorununa yönelik bir eğilim var...



F.K.: Tek nedeni; Kürtler artık okuyor. Felsefe, sinema, tarih biliyor. Ve bir dertleri var. Öyle olunca gidip mühendis değil, sinemacı oluyorsun. Büyük sinemacı ve yazarları aklınıza getirin; genelde bir çatışmanın içinden gelen isimler.

G.A.: Büyürken gördükleriniz birikiyor. Patlama noktasına gelince de üretime geçiyorsunuz. 2. Dünya Savaşı yaşanmasaydı Yeni Dalga sineması ortaya çıkmazdı. Galiba şimdi de Kürt meselesini ele alma dönemindeyiz.


Çözüm süreci konuyu gündemde tutmak açısından önemli mi?

F.K.: Süreç nereye varır bilmiyorum ama en azından halklar birbirini daha kabul edilebilir görüyor. Biz de daha rahat konuşabiliyoruz.

G.A.: Kürt filmleri de yavaş yavaş boyut değiştiriyor zaten. Başlarda insanlar sadece kendi dertlerini anlatma çabasındayken şimdi Ferit gibi birileri çıkıp “Biraz daha çözüm odaklı düşünelim, iki tarafın acılarına da mercek tutalım” diyebiliyor. Hâlâ senaryo anlamında eksiklikler var.


Ne gibi?

G.A.:Karakterler gerçekçi değil. Çok fazla propaganda yapılıyor, her şeyi anlatma çabasındalar... Ama öğreniyoruz yavaş yavaş. Üslubu, dili, sinemanın sadece politikanın aracı haline gelmemesi gerektiğini... İstediğin propagandaysa bunu bas bas bağırarak yapmak zorunda değilsin. Daha incelikli, attan alta, estetik bir şekilde kurgularsın ve esas o zaman bir etkisi olur; işe yarar.

F.K.: Genelde imkânların yetersizliği maazeret gösteriliyor. Oysa üslup yakalamak için o kadar da para gerekmiyor. Kamerayı uçağa koymak zorunda değilsin.



Ülkeler tarihindeki karanlık olaylarla genelde sinema vasıtasıyla yüzleşiyor. Kürt meselesinin de bu şekilde üstesinden gelebilir miyiz?

F.K.: Sanat buna zemin hazırlar. Problemli yeri kesip yerine daha iyisini inşaa etmeyi başarabilir. Sanat insanı ortada konuşulan laflardan, politikacıların söylemlerinden daha çok etkileyen bir yapı.


MUŞ’TAN ROMA’YA

Filmin evrensel bir dili var, seyredenin milliyeti ne olursa olsun meseleyi anlayabilir.

F.K.: Hem öyle hem de bu sadece bize has bir sorun değil. Aynı çatışma Filistin’deki iki komşu arasında da geçebilir. İran’da da, Araplar ve Kürtler arasında da. Ve mesela filmin kurgusunu Roma’da yaptım.


Ooo çok bohem...

F.K.: Aynen. Muş’tan Roma’ya... İlk gösterimde bir sürü farklı ülkeden insan vardı. Fransız’ı, Meksikalı’sı, İtalyan’ı.. Tepkileri çok içtendi. Meseleye milliyetçi bir tutumla değil, insani açıdan yaklaştılar. İşte o zaman iyi bir şeyler yaptığımı anladım.


‘Bu bir antitez’

Filme neden ödül verdiler sizce?

F.K.: Üslubu ve oyunculuk yönetimi bunda çok etkili. Oyunculukların minimal olmasına özen gösterdim. Özellikle Muş tarafı belgesel gibi oldu. Filmin yüzde 40’ında tek plan ve hareketli kamera kullandım gerçeklik hissi uyandırsın diye. Ses de tamamen doğal. Bu bir antitez esasen. Doğu’yu tasvir etme biçimlerinde genelde klişeleşmiş karakterler, sabit kadrajlar vardır. Ve uzun planlar... Çünkü orada zamanın daha yavaş aktığını düşünürler. Halbuki tam tersi. İstanbul’da gün içinde en fazla 2 iş yapabilirsin; kalanında trafikte beklersin. Oranın insanı daha hareketlidir, daha fazla konuşur, ağıt yakar, küfreder, bağırır...



Ödüllü filmlerin izlenmeme durumunu ne yapacağız?

Bizimki izlenir bence. İnsanların çok sıkılacağını düşünmüyorum.


Röportaj: Pınar Erbaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.