Çok severdim Uğur Yücel’i. Dün ne yediğini hatırlamayan ben, şu an bile Selamsız Bandosu’ndaki o muzip bakışları, Canım Ailem’de Meliha’yı tavlamak için girdiği şekilleri hatırlıyorum. Sonra Roma’da Türk Filmleri Festivali’nde tanıştık... “Soğuk” filmini birlikte seyrettik. Şimdi daha çok seviyorum. Keşke daha önce tanısaydım, hatta yol ayrımlarında ona sorabilseydim dediğim biri artık o hayatımda. Yanında hem kafana göre davranmak istiyorsun hem de ağzından çıkan her kelimeye dikkat ediyorsun. Bana böyle oldu ama Ezgi Mola’yla, Şebnem Bozoklu’yla ilişkisini görünce de sevgisini herkese eşit dağıttığı hissine kapıldım. Bu iyi bir şey... Bu arada herkes yorulup otele döndü, Yücel’le Roma kazan biz kepçe dolaştık durduk, kendisi benim gözümde “Yaşsız” bir insan. Ve tabii yakalamışken röportaj da yaptık...


Mutlu musunuz? Rol aldığınız yapımların çoğunda mutsuz ama her şeye rağmen gülümseyebilen karakterleri oynadınız. Gerçekte?

Mutsuz değilim... Hayat istediğimden uzak. Teselli edecek istasyonlar yaratıyorum kendime. Evet bir yandan canlandırmalar yapıyoruz oyunlarla. O da oyalıyor. Ama rolden çıkıp yorgan altına girmek istiyor insan. Öyle her şeye rağmen gülümseyenlerden değilim ama kendi gırtlağımı sıkacak kadar da bozmadım. İnandığım her şey yıkıldı sadece. Bu durumda daha iyi kavrıyorsunuz hayatı ve uzağından yaşamayı seçiyorsunuz. Bu mutlu bir durum bir yandan. O halde gündelik tuzaklara ve hayata kapılmadığım için mutluyum. Müziğime, kitabıma, filmime, az buçuk lezzetime gömülebiliyorum ve bunun mevcut hayatla ilgisi yok.


Sizin için “Zor insan” diyen de var, “Dünya tatlısı, anlaşması çok kolay” diyen de... Hangisisiniz?

Kime zor kime kolay geldiğimi kestiremiyorum. Kendime zorum en çok. Yoruyorum kendimi. Hayata ve çevreme karşı da fazla geveze ve patırtılıyım. Bu aralar kendimi tanıyamayacak kadar gürültülüyüm. Bu yılki tempoma şaşıyorum en çok. Çok çalışıyorum. İyi de geliyor. Esas sorudan tüydük. Kendini önemseyen, aptallığının farkında olmayıp kendiyle gurur duyan ve ortalama bir zekâyla kendine kibri yakıştıranlar için çok zor biriyim. Püskürüyorum bu tiplere. Herkese yutturuyorlar kendilerini. Ve hepimizden mutlular. Böyle bir öküzlük imrendiriyor insanı. Dalga dalga geliyor karşılarında otururken insana öfke.


Ve tabii açık sözlüsünüz, dobrasınız. İyi bir şey mi?

O kadar da değilim. Yaşlandıkça manzarayı idare ediyorum. Daha kaypaklaşıyor muyum ne? Oğlum, göz yumduğum her şeyin farkında. En son dün kahkahalarla “Sen cennetliksin” dedi. Sabırla karşıladıklarıma şaşıyor. Açık sözlü olmaktan da sıkıldım... Bir de hani aklı eriyor zannettiklerimin olay mahallinden ne kadar uzakta olduğunu geç fark ediyorum. Faydam olur diye konuşuyorum. Bakıyorum nabız, kan dolaşımı boşa gitmiş. Trene bakar gibi bakıyor gece sonunda. Kendimi tükettiğimin farkına varmıyorum. O fosur fosur uyuyor ben makineye bağlanıyorum uyumak için.


Aman boşver!


İyi bir oyuncu olmanın altın kuralı ne? Doğru enerji, süper yetenek, hayatın fotoğrafını iyi çekmek...

Aman boşver! Hiçbir özelliğimin farkında değilim. Daha doğrusu başkalarına oyunculuk hakkında dertlenirken kendime özgü özellikleri fark ediyorum, yalan söylemeyeyim. İyi bir oyuncu olmak için içgüdülerini harekete geçirmek, kendi suyunu bulandırmak; bunu becerebilmek için de zekâya sahip olmak gerek sanırım. Ama en bıktığım ve kendimi alıkoyamadığım, “nasıl olmalı” konusunda fikir saçmam. Bir gün, çok yakında tamamen susacağımdan kuşkum yok. Dün akşam bilgisayarımda geçmişe ait ne varsa, bazı günlük notlar ve bitmiş senaryolar ve taslaklar da dahil, hepsini attım. Şimdi masa üstümde bomboş. Biriktirdiklerimin yüklerini attım. Hiçbir şeyim yok... Bu yarın bir boşluk yaratmalı. O halde yine istemeden yeni düşünceler gelecek.


Selamsız Bandosu, Muhsin Bey... Yolunuz Şener Şen’le sürekli çakıştı. Neydi sizi hep bir araya getiren?

Çok genç yaşta tanıdım Şener Ağabey’i. Hâlâ görüşüyoruz. Birlikte rol aldığımız işler çok konuşuluyor, anılıyor. Bana en sık sorulan soru, neredeyse sözleşmişler gibi “Şener Şen’le ne zaman film yapacaksınız”? Bu soru çoğunlukla sitem şeklinde. Bazen azar çekenler de var! Ayar verenler de... “Proje bulamıyoruz” diyorsun, “Biz mi yazalım” diyorlar. “Yaz ulan” desen yazacak. Şener Şen tanıdığım en kendine özgü insanlardan biri. Tam komedyen içgüdüsüyle gelmiş dünyaya. Çaktırmadan öğretir de. Onu masa sohbetlerinde azdırmaktan çok zevk alıyorum. Bin kere dinlediğim komik hikâyelerine her seferinde başka bir yerinden gülüyorum. Haa nedir sürekli bir araya getiren sorusuna cevap, aynı tepeden bir köye bakıp konuşmadan oturmanın kederi. Ya da büyük kalabalığın içinde komiği görüp kıs kıs gülmenin hazzı.


Her rolün oyuncususunuz ama Hırsız Polis’t Mavi’ye, Canım Ailem’de Meliha’ya bakışınız gözümün önüne geldi, âşık adamı ayrı bir güzel oynuyorsunuz. Sizce?

Sadece hayata yakınlık. Acısını, sevincini, aşkını, ayrılığını damardan hissetmek. Oyunla değil yürekle bakmak. Sofraya kalbini koymak. O kadar! Her bakışında eski bir aşkın ve yaranın acısı gelir gözüne ya da sevinci. Kamera karşısında öpüşmek değil ağlamak mahremimdir benim. Sette kimse olmasın istediğim zamanlar onlardır. Aşk ilan etmeye utanırım, öpmeye değil. Ulan böyle manalı sütlaç konuşmalara açık halimi de ayrıca sevmiyorum. Çünkü kendiyle barışık ve sevişik bir sunum görünüyor. Ama insan konuşuyor işte.


"Bu güzelim ülkenin içini kirlettiler, yüz yıldır"


Türkiye’nin Al Pacino’su diyorlar size... Bana da mantıklı geldi, filmleri karşılaştırınca. Ne dersiniz?

Bana da iyi oyuncu diyorlar, hiçbir değer ifade etmeyen mallara da. Galiba tek kapılmadığım şey övgüler. Onun dışında kolay kanar, aldanırım. Bir yanım ağır saftoriktir. Pacino da diyen var Brando da. Her ikisine de benzerliği kabul ediyorum. Gençken Al Pacino’ya benzerdim. Yaşlanınca da Brando’ya benzedim. Ama fiziksel olarak. Kimse tasalanmasın tek seçkin özelliğim, ne olduğumu nasıl olduğumu bilmemdir. Kendime utanç verici yakıştırmalarım yoktur.


Roma’da İtalyan gazetecilerle yapılan basın toplantısında dediniz ki, “Havaalanında satılan kitap vardır, bir de sadece sahafta satılan. Benim filmim‘Soğuk’ sahafta bulunan cinsten...” Oyuncu olarak daha komik ama yönetmen olarak daha sert filmler yapmayı mı tercih ediyorsunuz?

Yazı-Tura benim için çok değerlidir. İlk çocuk. Onu övmek istemem. Yermem daha kolay. Ama o benim serseri ruhum. Bana en çok benzeyen işim. Soğuk’a yakıştırdığım kimlik, türüyle ilgili. Karanlık işleri seçmeye gayret etmiyorum. Bana bunu toprağım hissettiriyor. Folklorunu ve doğasını çok sevdiğim bir memleket burası. Buralıyım. Başka memleketli olmaya hiç heves etmedim. Bu güzeli mülkenin içini kirlettiler. Yüz yıldır... Cennet ülke üzerinde yaşananlar çok trajikti. Kendi işlerimi yazarken kendime yalan söyleyemiyorum.


“Soğuk”tan önce bir başka filminiz “Benim Dünyam” sinemaseverlerle buluşuyor. 1950’li yıllarda geçiyor ve 2 yaşındayken görme ve duyma yetisini kaybeden bir kız, Ela’nın hikâyesini anlatıyor.

Helen Keller isimli bir Amerikalı kadının gerçek yaşamı. Kör ve sağır. 12 yılda üniversite bitiriyor, dil okuyor. Ve konuşuyor. Yaşanmış gerçek bir hikâyeden birkaç ayrı yorum yapılmış sinemaya. Arthur Penn de bir versiyon çekmiş, “Miracle Worker” diye. Oscarlı sonuçlar alınmış filmden. Berbat başka uyarlamalar var. Biz Hint versiyonu üzerinden adapte ettik. Yapısı bize uygundu.


Hintliler “Benim Dünyam”ın yönetmen Sanjay Leela Bhansali’nin “Black” filminden tamamen kopyalandığını iddia etmişti. Onun üzerine TMC Film“ Black’in bir uyarlaması, ‘remake’idir. Pek çok ünlü yönetmenin ‘remake’ filmi var ve pek çok kült film başka filmlerin ‘remake’i durumundadır” şeklinde bir açıklama yapmıştı. O mesele tamamen kapandı mı?

TMC kontrat imzalamış. Uzlaşılmış sonuçta. Ben uzağım gelişmelere. Bu remake. Adlı adınca. Yani sadece uyarlama değil. Yeniden yapım. Çoğu sahne bire bir neredeyse. Ama önemli yorum farklılıkları var. Hintlilerinki Katolik metaforlara dayalı bir mucize hikâyesi. Bizimki Türk filmi ve mucizelerden çok kendi yüreğini, varlığını koyan bir hoca ve ona inanan bir öğrencinin başarı hikâyesi.


"Beren bu rol için en iyisiymiş"


Uğur Yücel’in gözünden Beren Saat nasıldır? Hem oyuncu hem insan olarak...

Bu rol için en iyisiymiş. Sanırım oyunculuk olarak onun için öncesi pek yoktur. Sonrası da zor denk gelir. Hem disiplini hem de zekâ ve gönlüyle bütün sette iz bıraktı. Onunla çalışacağım. Kimsenin beklemediği sonuçlar alacağım...


Onunla ilk çalışmanız, yer aldığı projeler sizin çizginizden farklıydı bugüne kadar, hep aynı isimlerle çalışan biri olarak, bu sizin açınızdan bir risk miydi?

Çok garip tepkiler aldım “Beren Saat’le oynayacağım” dediğimde. Özellikle oyunculardan! Kızı nereye koyduklarını kestiriyordum aslında. Yarışmadan gelmiş star... Tıpkı dindar bir kasabaya dekolte bir kadın gelmiş ve ben de aynı dinin mensubu bir keşiş olarak bu kıza kucak açmışım gibi kaygıyla karşıladılar. Bu utanç verici bir cehalet... Gidip osuruktan dizilerde berbat kompozisyonlar çizeceksin sonra böyle öğrenmeye, gelişmeye aç oyuncuları yereceksin.


Ve filmde bir diğer önemli isim Ayça Bingöl, Beren Saat’in annesi rolünde. Uğur Yücel, Ayça Bingöl ve Beren Saat... Nasıl belirlendi isimler? Dizileri seyredipprojenize uygun isimlerle ilgili notlar alır mısınız mesela?

Not almam, dizi izlemem. Ama bazen hızla gözümün önünden geçen resimlerde dikkatimi çeken isimleri araştırırım. Yıllarca hafızamdan silinmez bir resim. Galiba genel olarak oyuncu seçimi konusunda isabetli davranıyorum. Bakınız kendimizi beğendiğimiz yerler de var. Ayça da çekici bir aktris. Oyunculuğu ve güzelliği olgunlaşmış. Kolayca kendi içine gidebilen biri. Aramıyor çok. Çabuk buluyor. O da filmin değerli bir parçası oldu. Dertsiz tasasız çalıştım. Çalışacağımda bundan sonra.


"Tuncel Ağabey daha yaşasaydı"


Tuncel Kurtiz gibi kayıplarda neleri sorgularsınız?

Tuncel Ağabey’i tanımlarken böyle naftalinli, edebi tasvirlere meylediyor insan. Ama o bir haz adamıydı. Kendine özgü bir gezegen. Ben daha yaşamasını isterdim. Çünkü insanlara acılar çektirmiş kötülük yığını 90’lıklar boğum boğum yiyip içip keyif çatarken böylesine hayatı seven, çocuk heyecanıyla uyanan ve bir günün her anının tadını doya doya içen, insanlığa iyiliği dokunmuş bir adamın aniden yok olması hakiki acı veriyor insana... Ekşi kokuyor hayat.


Röportaj: Nazenin Tokuşoğlu

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.