Uzun zamandır ne ekranda ne de beyazperde de görüyorduk Hülya Koçyiğit’i... Birden iki reklam filmiyle ekranları neşelendirdi.


Oyunculuğuyla bizi tekrar eskiye götürdü. Sırma Su için kamera karşısına geçtiği sette Koçyiğit’le biraz dizilerden biraz da sinemadan konuştuk.


Uzun bir aradan sonra sizi reklamlarda görmeye başladık. Aktif bir döneme mi giriyorsunuz?

Son yıllarda en popüler iş dizi, ama beni doyuracak, içimdeki özlemi giderecek bir senaryo gelmedi. Gelenler beni heyecanlandırmadı. Çünkü çalışma şartlarının ağır olduğunu biliyorum ve değsin istiyorum. Gelen reklam tekliflerineyse çok ısındım, kendim olduğumu hissettim. Reklamda beraber yer aldığım Osman Müftüoğlu zaten hem doktorum hem de eski dostum.


Bir dizide yer almak için sizi nasıl bir senaryo heyecanlandırır?

Aynı hikâyeler değil, farklı bir senaryo arıyorum. Bir de toplumsal bir konusu olmalı. İçinden geçtiğimiz bu dönemde hepimizi ilgilendiren konular var. Sadece aile içi entrikalarla dolu zoraki senaryolardan değil, gerçek hayattan bahsediyorum.

Tarihi senaryolar...

Tarihi ayrı elbette... Muhteşem Yüzyıl’ı zevkle seyrediyorum. O bir başlangıçtı, arkası gelecek. Tarihte insanlara dokunmuş, hayatları etkilemiş bir karakteri canlandırmak isterim.

"Cüneyt Arkın Ortadoğu'nun yıldızıydı"

Muhteşem Yüzyıl 45 ülkeye pazarlandı... Dizilerin yurtdışında bu kadar tutacağını eskiden tahmin edebilir miydik?

Ederdik çünkü biz de Yeşilçam olarak daha önce Arap dünyasına hitap ettik. Yeni değil... Cüneyt Arkın Ortadoğu’nun en popüler aktörlerinden biriydi. Birçok koprodüksiyon yaptık. Mısır ve İran’la beraber işlere imza attık. Dil çok önemliydi o zaman, Türkçe olarak pazarlamak zordu. Ortak yapınca dublaj imkânı doğuyordu. Şimdi daha da geniş bir coğrafyaya hitap ediyoruz. Hoşuma gidiyor, gelecekle ilgili ümitlendiriyor. Türkiye ve sektör için önemli.

Artık pek çok yabancı film de çekiliyor ülkemizde...

Uğurlu bile geliyoruz yabancılara, baksanıza İstanbul’da çekilen Argo Oscar aldı. Türkiye’nin güzelliği bu... Ülkemiz çok güzel bir plato; dağ var, kum var, deniz var, dört mevsim... Ayrıca güçlü bir sektör de var. Çok arzu ederim dünya sineması için imkânlar sunulsun ve burada pek çok film çekilsin. Bir ülkeyi tanıtmanın en güçlü yolu... Sektör de bundan kârlı çıkar.


Türk sineması iyi gidiyor gibi görünüyor, Türk filmleri daha iyi gişe yapıyor. Dizi sektörünün kalkındırdığı sinemada teknik anlamda da pek eksik yok ama duygu anlamında eksik var mı?

Fark ettiğiniz gibi toplum da bu soruları soruyor. Beklentiler giderek büyüyor ama sinemacıların değişik bir şey yapmaya cesareti yok. Amaç reyting ya da gişeyse bunu yakalamak için bilindik hikâyeleri tercih ediyorlar. Sinema teklifler sunabilmeli, farklı açılardan farklı sorular sorabilmeli. Mümkünse görülmemiş zaviyelerden bakılmalı. Yeni bir fikir ortamı yaratabilmeli. Bunları çok az yapabiliyoruz. O tarz hikâyelerimiz de festivallerden ödül alıp geliyor. Sinemayı yürütecek o filmler... Ticari filmler gişe yapıyor, eğlendiriyor tamam ama fikir sinemasıyla dünyaya bir şey söylüyorsunuz, bir bakış açısı sunuyorsunuz ve bir umut, bir teklif getiriyorsunuz. Böyle filmlerin çoğalması gerekiyor.


"Başarılanlar çok daha değerli"

1963 yapımı ilk ödüllü filmimiz Susuz Yaz teknik imkânsızlıklar içinde çekilmişti ama birçok ödül aldı...

Geçmişte maddi imkân yok, teknik imkân sınırlı... Yetişmiş eleman bugünkü kadar değil, başarılanlar çok daha değerli ve anlamlıydı. İyi ki onlar olmuş ki bugünün gençleri için ufak bir yol oldu, bu anlamda çok değerli.

Bu imkânlarla daha çok ödül almamız gerekmiyor mu?

Susuz Yaz film olarak Berlin ve Meksika’dan ödülle döndü, ben de oyuncu olarak Batı’dan biri Nant Film Festivali’nden diğeri Ambiente Film Festivali’nden ve bir de Şam Film Festivali’nden oyuncu olarak da ödül aldım. Dikkat çekiciydi. Şimdi en çok hoşuma gidenlerden biri genç yeteneklerin, kendini geliştirmek isteyen aktör ve aktrislerin işe asılmaları... Gidip Avrupa ve Amerika’da eğitim alıyorlar. Takdir ediyorum, inşallah dünyaya oyuncu, yönetmen, senarist olarak açılabilirler, bu imkânları daha fazla.


Saadet Aksoy konuşuluyor mesela...

Saadet Aksoy’u beğeniyorum ve tebrik ediyorum. İmkânlar var, biraz peşinden koşarsan elde edebilirsin. ‘Biz de Arap dünyasına hitap ettik’


Sinemayla geçen onca yıldan sonra hayatınızın hangi dönemindesiniz?

En çok keyfini çıkardığımız dönemindeyim. Bugüne kadar yapabildiklerime dönüp baktığım zaman, gururlanıyorum. Her şeyden çok seyircinin gönlünde ve hafızalarında edindiğim yer çok değerli. Huzurluyum. Ancak hiçbir sanatçı “Yeter” demez. Daha iyisini arar. Ben de arayış içindeyim, karşılaştığım zaman da değerlendiririm. Oyunculuk biten bir şey değil. “Oturayım artık” demiyorsunuz. 3 sene, 5 sene, 10 sene oturabilirsiniz ama bir gün sizi heyecanlandıran bir iş çıkarsa duramazsınız.

Sesinizin tonuna bakılırsa, titreşimlerden bir sinema projesi olduğunu anlıyorum...

Nedense sinemaya “Hayır” diyemiyorum. Dizilere diyorum ama belki öyle davranmamam gerekiyor. “Ne kadar seyircinin gözünün önünde olursan o kadar iyi” derler. Şimdi reklamlarda oynayınca sitemler geldi. Bu yaz zannediyorum bir sinema filmi var. Çağdaş bir yazarın, çok okunmuş bir romanını senaryolaştırmaya çalışıyorlar. Ben “Tamam” dedim. Ağustos gibi çekilecek sanırım.


Hangi roman bu, kim çekecek?

Şimdilik saklı tutuluyor, birkaç aya açıklanacak.


Sizi ve sizin kuşağınızın oyuncularını izlerken “Bu aşk, bu romantizm var mı gerçekten” diye soruyoruz.

50 sene önceki filmleri izlerken “Böyle insanlar yaşıyormuş” diyoruz. Evet, hayat oydu. Hayat değişiyor, oyunculuklar da değişiyor. Değerler, bakış açıları, arayışlar farklılaşıyor. Günün insanının bir ritmi, bir temposu var. O temponun içinde şekil alıyoruz. Oyunculuk demek “mış” gibi davranmak değil, onu “O zaman Hülya Koçyiğit ne güzel oynamış” demezler. “Şu filmde, şu karakteri bir başkası böyle oynamazdı” derler.


"Ormanda yürümek tek sporum"

Bu soru da kadınlar için gelsin... Kendinize nasıl bakıyorsunuz, güzelliğinizi nasıl koruyorsunuz?

Dengeli besleniyorum ve bol su içiyorum. Spor yapabilen bir insan olmayı isterdim ama bu konuda istikrarlı değilim. Temiz havayı görünce ormanda yürümek tek sporum. Yıllar sonra Allah bana küçük bir bahçe nasip etti; ağaç, toprak, çiçek çok zevk alıyorum. Uzun süre temiz havadan yararlanıyorum. Organik besleniyorum. Hormonlu gıdalar korkutuyor. Tanımadığımız hastalıklarla karşılaşıyoruz. Büyük torunum Neslişah, ailedeki organik merakından hareketle organik pazarlamacılık yapıyor şimdi.


Röportaj: Aysun Öz Kaşi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.