Alzheimer ve kanser gerçekten insanın ömründen ömür yer ve bazen çözüm konusunda insan naçar kalır, çünkü moralsizlik devreye girer. Kanser için en önemli şey, pozitif olmayı başarıp, polyannacılık oynamaktır. Alzheimer içinse, durum biraz farklıdır; hafıza güçlendirici metotlarla anıları canlı tutmak ve her yapılanı not almak gerekir. Hafıza belirli aralıklarla geri gelse de, “ben nasılsa her şeyi, kim olduğumu dahi unutacağım” gibi negatif önermeli içsel seslerle bizi ele geçirmesine izin vermemek yerinde olacaktır. Yani dememiz o ki, o önermelerin bilinç altına kaydolarak, orada kök salmaları, savaşın son buluşudur.


The Leisure Seeker” filminde hayatını zorluklarla boğuşarak geçiren Alzheimer hastası John (dikkatini çabuk kaybettiği için bazen hırçınlaşıyor) ile kanserden mustarip Ella’nın sağlık sorunlarına takılmadan, daha açık bir ifadeyle; “ne olursa olsun, bırak olsun” düşüncesini benimsemeleri gerçekten tebrik edilesi…


Bazen umursamamak, en doğrusudur. Bunu şöyle ifade etmek daha doğru: bir şeyi ne kadar umursamaz ve üzerine düşmezseniz, kapana kısılma oranınız o denli azalır. Aynı Ella (Helen Mirren) ve John (Donald Sutherland) gibi… The Leisure Seeker adını verdikleri eski karavanlarıyla Boston'dan Key West'e giden Ella ve John oldukça neşeli olduklarından dolayı, çılgın taraflarını öne çıkartarak hayatlarındaki son arzularını yerine getirmeye çalışırlar. Onlar için baki olan, beraber çıkacakları yolculukta yaşayacakları deneyimdir!


Çıktıkları yolculukta bazen mutlu, bazen de kederli anlar yaşayan Ella ve John’un birbirlerine olan tutkuları ve coşku dolu hareketleri nefes kesicidir. Kendilerini her daim genç hissederler, çünkü akıllarına gençlik yılları gelir ve o yıllarda yapamadıkları eylemlerden biri olan karavanlarıyla yolları arşınlarlar. Gezi boyunca büyük sürprizlerle karşılaşan Ella ve John’un bu kararı çevresi tarafından onaylanmamış olabilir belki ama, bu gezinin altında gizlenen okkalı bir mesaj vardır. O mesaj da filmin altını dolduran, önemli bir sinyal niteliğindedir. Mesajı okuyucuya bırakıyoruz.


Tutkulu aşk, romantizm, gündelik sıkıntılar, aile dinamiği, haysiyet, ölüm, kişisel tercihler,


ötenazi ve intihar gibi anahtar kelimeleri birleştiren ve seyirciye dikte etmeden anlatan film, kurmuş olduğu çatıda, seyirciyi dramatik bir çerçevenin içine yerleştiriyor. Seyircinin kendini, hikâyeye kaptırıyor oluşu da, filmin hedef kitlesinin doğru belirlendiğini ortaya koyuyor. Dikkat çekici bir şekilde, mizah ve ince esprilerle, acıma duygusunu ortadan kaldıran film, ne aşırı duygusallık ortamı yaratıyor, ne de ajitasyon yapıyor. Her şey ölçülü bir şekilde ilerliyor.


Önemle belirtmek gerekirse, film, gösterişli ya da fiyakalı bir Hollywood filmi değil, bu belki dışarıdan bakınca biraz sıkıcı gibi görünebilir, ancak gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ve dramatikliğiyle beyazperdeye yansıyor oluşu filmin omurgasının sağlam kurulduğunu gösteriyor. Mesela kendilerini tamamıyla özgür kılmak adına her yolu deneyen Ella ve John’un kamp ve bakımevi sahneleri, seyircinin ilgisini katlayıp, hoşça vakit geçirmesini sağlıyor. Nasıl ki; Ella ve John bağımsızlıkları adına mücadele ediyorsa, film de aynı şekilde bağımsız olmak adına uğraşıyor.





Huzurlu bir şekilde hayata gözlerini yummak

Sıradan yaşamla ilgili olağandışı konuları gözden geçirmemizi isteyen film, her kişinin lider olma vasfına sahip olması gerektiğine dair göndermede bulunuyor. Bunun yanı sıra, kadraja yansıyan güzel manzaralar, yaşlanma, aile, tedavi edilemez hastalıklar ve kader hikâyenin eksenini oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda ayakta kalabilmek için cesur olmanın önemine değiniyor. Sadece cesur olmak yetmiyor, bazen daha fazlası lazım. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, ortaya şöyle bir netice çıkıyor: huzurlu bir şekilde hayata gözlerini yummak!


Özetle, kişisel ve sosyal konular hakkında farkındalık yaratma sürecini başarılı bir şekilde tamamlayan film, kişisel dönüşüm argümanına odağımızı çekerek, kafamızdaki fikri ertelemeden gerçekleştirmemizin ehemmiyetini ifade ediyor.


Helen Mirren ve Donald Sutherland’ın başrollerini paylaştığı yol filmi olarak nitelendirebileceğimiz “The Leisure Seeker”, tat almanın, her şeyi olduğu gibi kabul etmenin, kendini tanımanın, keşfin, melankolizmin, eğlencenin ve yeni arayışlar içinde olmanın anlamını sorgulayan eli yüzü düzgün bir film… Helen Mirren ve Donald Sutherland gibi iki önemli oyuncunun hikayeyi sırtlarına alarak oyunculuklarını sergilemelerinin yanı sıra, İtalyan yönetmen Paolo Virzi’nin çok fazla kast kullanmadan filmi seyircinin kollarına bırakması da, oldukça yerinde bir karar. Bu tarz filmleri derinlemesine irdelemek yerine, zevk alarak izlemek lazım, ancak böyle lezzeti anlaşılıyor.


Not: Film, 1 Haziran’da vizyona girecek.


Yazı: Arzu Çevikalp

arzu.kultursanat@gmail.com

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.