2005’te ‘Davetsiz Çapkınlar’la (Wedding Crashers) akılda kalıcı bir işe imza atan senaryo yazarları Bob Fisher ve Steve Faber ‘Bu Nasıl Aile!’de yine zekâdan nasibini almış bir komediyle geliyorlar karşımıza. Patronuna borcunu ödemek için Meksika’dan ABD’ye uyuşturucu kaçırmak zorunda kalan esrar satıcısı David (Jason Sudeikis), polisin dikkatini çekmemek için sahte bir aile kuruyor ve karavanla Meksika’nın yolunu tutuyor... Kucak dansçısı Rose (Jennifer Aniston) anne; sokaklarda yaşayan kaçak Casey (Emma Roberts) evin kızı; saf, bakir Kenny (Will Poulter) ise evin oğlu oluyor. Birbirlerini pek tanımayan dört kişinin aile numarası yapmasıyla elbette hayli komik durumlar ortaya çıkıyor. Bunda, yazarların durum komedisi yaratma konusundaki becerisinin büyük payı var.


Öyküye Meksika sınırında dahil olan Fitzgerald Ailesi de, filme şahane katkılarda bulunuyor. Özellikle iki ailenin birlikte kamp yaptıkları gecede komedi zirveye çıkıyor. Çadırda yanlış anlamalar ve Miller’ların karavanındaki öpüşme dersleri eğlenceli anlar vaat ediyor. Filmin avantajı, hâlâ liseli gibi yaşayan ama alttan alta aile özlemi çeken torbacı David başta olmak üzere dört ana karakterin de inandırıcı bir biçimde yazılmış olması. Uyuşturucu mafyasının karton karakterlerini ve ucuz macera filmi numaralarını bir yana bırakırsanız, herkesin kendini yeniden keşfettiği hoş bir yolculuk öyküsü bu. Zaten hikâyenin akışından ziyade, karakterler, aralarındaki çatışmalar ve yaşadıkları komik durumlar ön plana çıkıyor.


2004’de ‘Yakar Top’ (Dodgeball. A True Underdog Story) ile dikkat çeken yönetmen Rawson Marshall Thurber senaryoyu başarıyla beyazperdeye aktarıp oyunculardan iyi performanslar elde ediyor. 44 yaşındaki Jennifer Aniston’ın her anlamda inandırıcı bir striptizci portresi çizdiği filmde, genç Emma Roberts ve Fiztgerald’ları oynayan Nick Offerman ile Kathryn Hahn da çok iyi. Filmin en büyük kozu ise David’i şov yapmaya çalışan bir komedyen gibi yorumlamadığı halde seyirciyi bol bol güldüren Jason Sudeikis.


‘Sinsi Savaş’ın kurbanları

Soğuk Savaş biteli yıllar oluyor ama Fransız yönetmen Eric Rochant’ın yazıp yönettiği ‘Karanlık Şerit: Möbius’, casuslar arasında daha da acımasız ve sinsi bir savaşın sürüp gittiğini söylüyor bize. Herkesin ikili üçlü oynadığı, casusların piyon gibi kullanıldığı, karışık entrikaların döndüğü bir film ‘Möbius’. Hikâyenin özeti yerine, olayın CIA, Rus istihbaratı ve bir Rus işadamı (Tim Roth) arasında geçtiğini ve en önemlisi herkesin kendi menfaatinin peşinde koştuğunu söylememiz yeterli.


Bir aşk hikâyesini odağına alan filmde, Oscar’lı Jean Dujardin Moise adlı Rus ajanını, Cecile De France ise Rus işadamının finans danışmanı Alice’i canlandırıyor. Yer yer Hitchcock’un ‘Aşktan da Üstün’ünü (Notorious), genel olarak da ‘Soğuktan Gelen Casus’ tarzındaki karanlık Soğuk Savaş dramlarını hatırlatan bir film ‘Möbius’. Kartpostal tadındaki Monaco görüntülerinin ardından bizi iç mekânlarda sürüp giden casusluk entrikalarına dahil eden Rochant, hikâye anlatıcısı olarak iyi ama iki ana karakterin, özellikle de Alice’in başına gelenler çok heyecanlandırmıyor insanı.


Alice ekranındaki bir tuşla masum insanların kaderiyle oynamaktan zevk alan biri, Moise ise sıkı bir yalancı. Dolayısıyla, “Aman Alice’e, Moise’e bir şey olmasın!” hissiyatı oluşmuyor seyircide. Rochant, kara komedilere yakışan bu iki anti-kahramanla göz yaşartıcı duygusal bir gerilim yapmaya çalışarak belki yeni bir şey denemek istiyor ama hedefine ulaşamıyor. Yine de Jonathan Morali’nin müzikleri, Pierre Novion’un görüntüleri ve Rochant’ın akıcı anlatımıyla ilgiyle seyredilen bir film.




Haber: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.