Yaşar Kemal’in yeni çıkan romanı Tek Kanatlı Bir Kuş’a novella ya da uzun öykü demeyi tercih ederdim. Gerçi önemi de yok pek. Zira edebiyat eserlerini uzun yahut kısa oldukları için beğeniyor değilim. Borges’vâri kurgusuyla dikkat çeken Tek Kanatlı Bir Kuş, sonuçta etkileyici, sarsıcı bir kitap.


Olaylar bir trende başlıyor. Anadolu’nun Yokuşlu kasabasına tayini çıkan Posta Müdürü Remzi Bey ve bir gözü sarı bir gözü mavi kedisini peşi sıra her yere sürükleyen eşi Melek Hanım günler süren çileli bir tren yolculuğunun sonunda gidecekleri yerin yakınlarında bir yerde inerler. Lakin karşılarına çıkan herkesin suratı beş karıştır, vakit varken geri dönmelerini söyler hepsi. Halkı Yokuşlu’yu çoktan terk etmiştir ve sebebini bilen yoktur. Bildikleri, daha doğrusu bildiklerini iddia ettikleri tek şey evleri, binaları, çarşısı artık bomboş olan bu kasabanın tekinsiz, uğursuz bir yer olduğudur. Neden? Belli değil.


Böylece yeni posta müdürüyle karısı bavullarını, sandıklarını, sepetlerini, halılarını, kaplarını, kacaklarını hatta Ankara’daki konu komşularının hazırladığı ve onlara aylarca yetecek yiyeceklerini alıp kasabanın az dışındaki ceviz ağaçlarının altına yerleşirler. Tepelerinden bir de kalın muşamba geçirdiler mi, alın size yaşayacak münasip bir yer!


Yalnızlığın timsali bir istasyon şefiyle tanışırlar önce, mutluluğu başka ülkelerden gelen çay yapraklarını harmanlayarak elde ettiği karışımları demlemekte bulan... Ardından “Alamanya’ya” kaçar gibi giden ve şimdi de döndüğüne döneceğine pişman bir genç kadın çıkar karşılarına. Sonra başkaları, mesela insan yiyen kuşlar, kanat çırpan ecinniler... Kaçmak isteyenin bilinmeyen bir kuvvet tarafından adeta belinden iple bağlıymış gibi geri çekildiği bu kasabada neyin gerçek neyin hayal olduğunu anlamak da gitgide güçleşecektir. Nedir peki bütün bunlar? Metafor mu, alegori mi? Yoksa karanlık bir ayna mı?


Uçamayan, kaçamayan, aslında yaşayamayan kuşlar

Okuma hazzınızı zedeleyemeyecek bir şekilde söyleyeyim sırrı size: Tek Kanatlı Bir Kuş’ta karanlığın o gizemli kasabada değil, bizzat korkunun, korkmanın kendisinde olduğunu düşündürüyor bize Yaşar Kemal. Kendimizi korkuya bu kadar kolay teslim etmesek ve onu birbirimize bu kadar hızlı bulaştırmasak belki biz de uçacağız. Uçmak mı dedim? Şöyle...


Beş duyuya seslenen bir yazar ya Yaşar Kemal; bu kitabı okurken insan arıların vızıltısını, kuşların kanat seslerini duyuyor. Çimenler kokuyor, rüzgâr üşütüyor ve yedi rengin yedisi de tüm tonlarıyla karşınızda beliriyor satır satır. Trenin raylarda çıkardığı sese alışıyor hatta sustu mu şaşırıyorsunuz. Kaşlarını çatmış Atatürk resmi gibi sizin de canınız sıkılıyor, yan yatıyorsunuz. “Ecevit’i de, İsmet Paşa’yı da, Fevzi Çakmak’ı da götürmüş ve gene de kırılmamış olan” kanepede rahat rahat oturuyorsunuz, bu defa da kırılmayacağını bilerek. İki gözü birbirinden başka kedinin tırnakları sanki sizin teninize batıyor. Ve “bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor” korku. Bir yılan gibi üzerinize çörekleniyor çaktırmadan, usul usul... Demin uçmak dediğim şey de ne biliyor musunuz, korkuya teslim olduğumuz için kitaptaki karakterler gibi biz de tek kanatlı birer kuş oluyoruz bu küçük ama eşsiz romanı okurken. Uçamayan, kaçamayan, öyle olunca da yaşayamayan. 72 sayfa boyunca. Hatta belki daha uzun...


Kitaptan

“Ceviz ağacı çok değerlidir ama altında uyumayacaksın, gölgesi ağırdır. Bir de ceviz ağacının bir huyu vardır, budaklarından birisi oluşurken yakınında kim varsa, ne varsa hemencecik budağın içine resmini nakşediverir. Budakla birlikte resim de büyür zamanla. Ceviz budağından çok acayip resimler çıkmıştır. Ulu ağaçlar, bulutlar, denizler, uzun yollar, kamyonlar, otobüsler, otomobiller, sincaplar, tilkiler, ayılar, kurtlar, çakallar. Zinhar, ceviz ağacı altında cima etmeyesin, sakıncalıdır. Ola ki, resminiz olduğu gibi, o durumda budaklara çıkar.”

Yaşar Kemal’e göre korku

“Ben korkudan çok korktum. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı. Bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin diyordum. Seneler senesi hep bu korkuyu yazmak istedim.”


Haber: Gülenay Börekçi



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.