ABD’nin komünizm paranoyasından beslenen 1956 tarihli “Invasion of the Body Snatchers”ta uzaylılar, yumurtalardan çıkarak uyuyan insanların bedenlerini ele geçiriyorlardı. İnsan bedenine giren uzaylılar, o tarihten bu yana “The Host” dahil birçok filme esin kaynağı olmayı sürdürüyorlar.


Buradaki uzaylılar yumurtadan değil gümüş renkli bir kutudan çıkıyor ve insanların bedenlerini ele geçiriyorlar. Mücevhere benzeyen, bu minik ışıl ışıl varlıklar, bütün dünyayı işgal edip kendi düzenlerini kuruyorlar. Kardeşiyle birlikte uzaylılardan kurtulan ve çöldeki yeraltı mağaralarında bir avuç insanın sürdürdüğü direniş hareketine katılan Melanie (Saoirse Ronan) ise diğer herkesten daha dirençli çıkıyor ve bedenine giren Göçebe

adlı iyi niyetli uzaylıyı kendi tarafına çekmeye çalışıyor. “The Host”, “Alacakaranlık” serisinin yazarı Stephenie Meyer’in romanından yapılmış bir uyarlama.


Dolayısıyla, öykünün ekseninde elbette aşk ve aşk üçgeni var. İçinde iki ruh yaşayan bir kız ile iki erkeğin öyküsü bu. Vampir - kurtadam karşıtlığının yerini de insan - uzaylı ikilemi alıyor... “Alacakaranlık’ta” olduğu gibi burada da eski usul, dededen kalma ağır bir duygusallık var. Bunun da en önemli yansıması, filmdeki iki genç erkeğin tereddütsüz bir biçimde fiziksel görünüme değil, kişiliğe ya da ruha âşık olması...


İki toplum ve kültür arasında kalan uzaylı Göçebe ilginç çelişkilere sahip bir karakter olsa da “The Host” ne bilimkurgu ne de aşk açısından derinlikli bir film. Ama “Gattaca”,

“S1mOne” gibi kalburüstü bilimkurgulara imza atan yönetmen Andrew Niccol sayesinde rahat seyredilen, sürükleyici bir film haline gelebiliyor. Niccol, görsel atmosfer olarak 60’ların sonu ve 70’li yıllardaki bilimkurgu geleneğinden esinleniyor. Modernist çizgiler, ferah, geniş alanlar filme damgasını vuruyor.


Dünya uzaylıların kontrolünde çok daha steril, tenha ve düzenli... Huzur verici geniş, tertemiz mağaralarda yaşayan insanlar ise komünal bir tarım toplumu kurmuşlar. Yüksek teknolojiye sahip uzaylı toplumunda da sağlık başta olmak üzere her şey bedava. Fakat açıkçası tüm bunlar, aşka dekor olmanın ötesine geçmiyor. “The Host”, bilimkurgu tutkunlarına değil, duygusal aşk filmi arayanlara hitap ediyor.

Dünyayı kurtaran "Joe"lar



“G.I. JOE” serisinin ilk örneği, Hollywood’un gençlere ve çocuklara seslenen “yeni marka” arayışlarının bir sonucu olarak 2009’da karşımıza gelmişti. “G.I. Joe: Kobra’nın Yükselişi” ABD’de çok sevilen bir oyuncak serisinden beyazperdeye uyarlanmış ve 300 milyon dolarlık hasılatıyla dikkat çekmişti.


İlk filmin yıldızı Channing Tatum’a ek olarak Dwayne Johnson, BruceWillis gibi oyuncuların ekibe katıldığı ikinci filmde, G.I. Joe ekibi bu kez çok daha zor koşullarda dünyayı kurtarmak üzere harekete geçiyor...


“G.I. Joe: Misilleme” (G.I. Joe: Retaliation), Amerikan aksiyon filmlerinin çoğu gibi “birbirini takip eden ve her biri kendi dramatik zirvesine sahip kısa film- ler” olarak inşa edilmiş.


Bunlardan bazıları çatışma, bazıları ise aksiyon ağırlıklı. En başarılı aksiyon sahnesi, dağlarda, daha doğrusu havada geçiyor. Yönetmen Jon M. Chu iplere bağlı olarak uçan insanların kovalamacasını gerçek bir aksiyon balesi olarak kurgulamış. Ama geri kalan sahnelerde çok ilginç, farklı aksiyon ya da dövüş koreografilerinden söz etmek mümkün değil.


Başka birçok filmi hatırlatan öykü, özgünlükten hayli uzak ve sığ sularda ilerliyor. Senaryonun en tatsız yanı, hem iyiler hem de kötüler tarafındaki gereksiz, kafa karıştıran karakter fazlalığı. Girişte, D. Johnson ile C. Tatum arasındaki ikili sahnelerin de öyküye pek bir katkısı yok. Sonuç olarak, sadece uzun bir aksiyon şovu izlemek isteyenlere önerilebilir.


Haber: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.