Toplu taşıma araçlarında öne oturamıyorlar, ancak şöfor ehliyeti alıp trafiğe çıkıyorlar, Çadoruna (çarşafına) sıkı sıkıya tutunan da var, başörtüsünü saçına göstermelik tutturan da. Abartılı makyaj ve estetik dikkat çekiyor. İran kadını, üzülmek ile şaşırmak arasında gel-git yaşatıyor insana. Yol kenarlarında, refüj aralarındaki çimlerde piknik yapanlar ve örtüler üzerine öylece yatıp uzananlar, yollara, parklara çadır kurup geceleyenler, gece yarısı tek başına dolaşan çadorlu kadınlar... Hepsi mümkün İran'da.





İranlı kadın şair Furuğ Ferruhzad, yıllar önce "Bir pencere yeter bana" demişti. Bugün ise yasaklı sosyal medyaya rağmen Instagram hesaplarında "Neresi olursa olsun gökyüzü benimdir" diyen kadınlar var İran'da. Ayrıca başörtüsü zorunluluğuna karşı Instagram'da #whitewednesdays (beyaz çarşambalar) etiketiyle eşarpsız veya beyaz başörtülü fotoğraflarını paylaşanlar da bulunuyor.





Bu tespitler, 2 hafta boyunca İran'ı gezen; kimi bekar, kimi evli ve çocuklu, her telden çalan biz 7 kadına ait. Bizler, 1-30 Temmuz arasında Defender araçlarla çıktığımız maceralı yolculuğumuzun14 gününü İran'da geçirdik. Bu yıl 10'uncu kez düzenlenen Land Rover Adventure Türkiye 2017 kapsamında kadın, erkek, çoluk çocuk yaklaşık 25 kişi, Van Saray Kapıköy'den İran'a girdik. 14 günde; Koy, Urumiye, Hamedan, Kermanşah, İsfehan, Yezd, Şiraz, Kaşhan, Kum, Tahran, Tebriz ve tekrar Koy'a gelip, geçen hafta yine Kapıköy'den Türkiye'ye döndük.





Ben ve diğer 6 kadın, bu süre içinde İran'daki kadınlar gibi yaşayıp, ülkedeki hayatı gözledik. Sıcaklığın 45 derecelere ulaştığı, yer yer çöl bölgesinde kurulan kentlerinde gezdik; sıcağın, tesettürün, temizliğin, gündelik yaşamın akışını deneyimledik. Çöl sıcağında, gece ayazında, yolda araçta seyir halinde ya da kampta dünyanın en zor coğrafyalarından birinde 2 hafta boyunca 6 bin km'den fazla yol yapan cengaver kadınlar olarak, hepsine tek tek sordum; "İran'da kadın olmak nasıl bir durum?" diye...


4 çocuk annesi Hülya, "İran'da kadın olmak değil, turist olmak zor" diyerek anlatıyor: "Aşırı ilgililer, meraklılar, tek kelimeyle diyalog kurmaya çalışıyorlar. Cana yakın olduklarından mı, fazla turist görmediklerinden mi, bilemedim. Ama samimiler, buna inandım. Sıcak ve içtenler."




Gökçen, Tuğba, Cemre, Hülya, Aysel, Nurnisa ve Hayriye Mengüç (Soldan sağa)


Makyajları dikkat çekici

Üniversitesi öğrencisi Gökçen, "Bunu ancak bir turist gözüyle anlatabilirim" diyor. İran'da kurallar her ne kadar turist-yerli ayrımı gözetmese de İranlı kadınlar için daha farklı anlamlar içerdiğini; bizim için iki hafta geçerli olan kuralların onların hayatı boyunca uyması gereken kurallar olduğunu söylüyor. Buna rağmen Gökçen'e göre kadınlar, rejimin onlardan aldıklarını kısmen de olsa yaşamanın yollarını bulmuş. Gökçen, şöyle örnekliyor: "Başörtüsü çoğu bölgede göstermelik takılıyor ve kadınlar rahatsız edici derecede makyaj yaparak dolaşıyorlar."




Urumiyeli Rahime ve Hayriye Mengüç


Kadınlar, sosyal yaşamın pek çok alanında var. İranlı kadınların yanlarında erkek olmaksızın gecenin geç saatlerinde dışarıda rahatlıkla dolaşması, Gökçen'in kafasında kadınların özgürlüğüne dair bir soru oluşturmuş: "Hangisi daha iyi ya da kötü, istediğin gibi giyinebilmek mi yoksa istediğin saatte rahatça dışarıda olabilmek mi? Ya da sırf kadın olduğumuz için böyle bir tercihte bulunmak zorunda mıyız?"





Türkiye'de olduğu gibi İran'ın da bazı bölgelerin daha muhafazakar olduğunu belirtiyor, Gökçen: "İsfehan, Hamedan, Tahran, Tebriz gibi şehirlerde daha rahatken Kum, Yezd gibi şehirlerde giyim konusunda biraz daha dikkatli olmak gerekiyor. Bunu insanların giyim kuşamlarının değişmesinden, turistlere olan bakışlarından yola çıkarak gözlemlemek oldukça kolay. Özetle İran'da kadın olmak kolay değil, fakat Türkiye ile kıyaslandığında kadınların göreceli olarak daha özgür olduğu alanlar da var."





Sürmeli gözler çok şey söylüyor

Mimar Tuğba ise 'Kadın olgusunu konuşmanın ipte cambazlık yapmaya' benzediğini söylüyor. 'Geleneğin dışında baskıyla yaşanan hayatlar ve baskının gizleyemediklerini' şöyle sıralıyor: "Gözlere yüklenen bin bir anlamla karşılaşabilirsin İran’da, belki de her yerden daha fazla… Sanki beden tüm gücüyle gözlerde dile gelmiş gibi… Yadsımadan, eleştirmeden, sürmeli, söyleyecek çok sözü olan bir çift göze dokunmak gerekir anlayabilmek için… Bakışların arkasını görebilecek kadar onlardan biri gibi yaşarsan, artık fısıltıdan çığlığa dönüşen o küçük ayrıntıların da aslında hiçbir önemi kalmıyor belli ki… Gizlenemeyen çıplaklık isteği, onlarcasında ten rengi daracık taytlarla dile gelmiş sanki… Arz da talep de aynı düşünceye hizmet ediyor, mağduriyet hissi kendini onarmak için yeni yollar buluyor. O yüzden örtünün altındaki mesaj, her adımda çıkıveren bir çift bacağın varlığı değil sadece… Sıradan bir rötuş gibi gerçekleşen estetik ameliyatlara ait bantları gururla taşıyan o yüzlerin, sakınıldıkça tam tersine fazlaca uyarılmış zihinlerinin, kapitalist bir panayırda kimlik çatışması yaşayan bireylerinkinden daha ağır travmalar, daha büyük sevinçler yaşayıp yaşamadıklarını kim bilebilir ki? Aslında örtünün altında yaratılan, yaratılması kaçınılmaz hale gelen özgürlük alanlarını dinlemek istiyorsunuz. Baskıya karşı tepkinin zamanla kendine ince yarıklar açıp, sonra da patlayacak boşluğu daima yaratabildiğini görmek hayret verici değil. Asıl; bütün olanları meşrulaştırırcasına sokağa akan yaşam, şaşırtıcı olan belki de…"





Çadorlarına tutunmuşlar

Tuğba, İran'da örtüyü 'gecenin yarısı araçların üstüste, durmak bilmeyen akışının tam orta yerindeki refüjlerde, bir karış yeşillikte, hatta her yerde kadın kadına yaşanan özgürlüğün çadırına' benzetiyor: "Oracıkta sere serpe uzanıp uyuyabilen bir sürü kara çarşaflı beden, bugün bizlerin yaşama ihtimalimizin çok düşük olduğu bu başka türlü özgürlüğü nasıl anlatırlar bilmiyorum… Belki de hiç çekinmeden ortak kullanılan tuvaletlerin, mahremiyetin tarifinde yeri olup olmadığını bizden başka düşünen yoktur kimbilir… Benzerine rastlamadığım garip bir özgürlük alanı…Kimsenin söz söylemeye hakkının olmadığı çadorlarının verdiği özgürlüğe, öyle sıkı sıkıya tutunmuşlardı ki…"





Kafalarının içi farklı

Üniversite öğrencisi Aysel, "Kadın olmak dünyanın her yerinde zor aslında, ama İran'da daha da zor" diyor. Açıkçası, beklediğinden daha dışa dönük bulmuş İran kadınlarını. Aysel anlatıyor: "Koşarak yanımıza gelip hemen iletişim kuruyorlardı, sıcakkanlı ve misafirperverlerdi. Hiç düşünmeden evlerini açmayı teklif edebiliyorlar. Hatta ısrar ediyorlar." Aysel'e göre, başörtüsünü forma gibi kullanıyorlar: "Dışarı çıktıklarında zorunluluktan kullandıkları bir kumaş parçası onlar için. Çünkü kafalarının içinde çok farklı bir dünya var. Kendi içlerinde ukde kalanları, küçük kız çocukları üzerinden yansıtıyorlar. Mesela, hiçbir yerde o kadar süslü püslü giydirilmiş, saçları güzelce kesilmiş, taranmış birbirinden tatlı küçük kız çocukları görmedim."





Kuralları esnetmişler

Aysel, kadınların erkeklerle olan ilişkilerini de gözlemiş; "Saygılı ve mesafeli, ama içtendi. Tabii çok tutucu yerleri de var, onlardan bahsetmiyorum" diyor. Oralarda, yani daha tutucu bölgelerde rahatsızlık duyduğu zamanlar olmuş: "Bakışlar değişti, gözlerinin içi gülen tatlı insanların yerini asık suratlı, çatık kaşlı erkekler ve yüzleri zar zor görünen tamamen çarşafla kapanmış kadınlar aldı. Ama onun dışında, kuralları esnetebildikleri kadar esnetmişler." Nasıl mesela, dedim, Aysel yanıtladı: "Özellikle Tahran'da dikkatimi çekti, kendilerin özgü bir moda anlayışı geliştirmişler. Çadoru bile zarif bir şekilde kullanan adeta süzülerek yanımızdan geçip gidenler oldu mesela... Ama her şeyden öte sürekli başörtüsünü kontrol etme refleksi kazanmak bile üzücüydü aslında. Kendimizi şanslı hissetmek ve oradaki kadınlar için üzülmek arasında gidip geldik. Özellikle otobüslerdeki oturma düzenindeki hiyerarşiyi görmek üzücüydü. Kadınlar arkada oturmak zorunda, erkekler öne oturuyor. Ayrıca pembe otobüsleri var; perdeli ve sadece kadınların binebildiği. Yani önce kısıtlayıp ellerinden özgürlüklerini alıp, daha sonra da o dar alan içinde konfor sağlamaya çalışmışlar. Bizler gelip geçtik şehirlerden, birkaç gün sonra başımızı, ardından da biramızı açabileceğiz rahatlığıyla... O kadınlar, ertesi gün yine kalkıp başörtülerini örtüp çıktılar sokağa."





'Sorgulatıcı tecrübeler edindik'

Üniversite öğrencisi Cemre ise 'gördüklerinin ve yaşadıklarının büyüleyici, aynı zamanda da sorgulatıcı tecrübeler olduğunu' söylüyor. "Varoluşumuzun 'kadın' kelimesinin 5 harfine sıkıştırıltırılmış olduğu bir düzende, ruhumuzun sığmayacağı kalıplara bedenlerimizle boyun eğerek yaşadık İran'da" diyor ve örnekliyor: "Saçlarını ve gerdanını örterken ipek örtülerle, gösterişli makyaj yaparak, duygularını dile getiremezken; sürmeli bakışlarıyla hislerini yaşayarak, toplu taşıma araçları ve arabalarda arka koltuklara otururken ve hatta gerilerinden yürürken erkeklerin, erkek çocuklar doğuran bir anne olarak, fotoğraflarımızda çıkmazken hafızalarımıza kazınarak tepki koyuyorlar." Cemre sözlerini şöyle tamamlıyor: "Örtünmek çok zor olmasa da bir kadın olarak kapanmış, gizlenmiş olmak mı yoksa turist olarak gelsek bile kabullenemediğimiz düzene uyup kapanmış olmak mı daha ağır, bilemedim. İran'da yaşayan kadınları gördükten sonra Türkiye ve Avrupa'daki kadınların haklarını savunmak için yaptıkları eylemleri ülkelerinde sınırlı tutuyor olmalarını, sadece şımarıklık diye düşünmeye başladım."





'Kendimi tesettürlü değilmişim gibi hissettim'

Psikolojik danışman Nurnisa ise İran'a gitmeden önce ülkede sert bir rejim sürdüğünü düşünüyormuş. Özellikle kadınlar açısından bildiği tek şey, kadınların ülke dışına çıktıklarında başlarını açmalarıymış. "İran'da onların bizden daha sosyal ve rahat olduklarını görünce şaşırdım, diyebilirim. Gecenin bir vaktinde kendi başlarına olmaları, serbest gezmeleri benim açımdan ilginçti. Rejim kendi kuralları içinde onları serbest bırakıyor sanırım" diyor.





İran'da kadın olmak, Nurnisa açısından çok zor olmamış. Fakat kapalı biri olmasına rağmen onlara göre daha serbest giyinmesi, mesela ayağında sandalet olması bile ilgilerini çekiyormuş. "Bakışlarıyla kendimi tesettürlü değilmişim gibi bile hissettirdikleri zamanlar oldu" diyor. İran'daki durumu şöyle örnekliyor: "Giyim renginin siyah olması, benim için tekdüzeydi. Özellikle belli yerlerde, dini mekanlarda, çador denen örtüyü örtmek geçici olduğu için sorun olmadı, ama sürekli giyinebileceğim birşey değil. Gözlerinde bizim kılık kıyafetimize heveslendiklerini gördüğüm gibi, bizi yetersiz gören bakışlar da vardı. Biz böyle olmamıza rağmen onlar bizden daha özgürdüler sanki... Şeriati algılama şekilleri sadece kıyafetle sınırlayıp makyaj ve estetik açısından abartılıydılar. Grupla olmasaydım sanırım daha rahatsız olabilirdim ya da rahatsız olmamak için onlar gibi giyinmem gerekecekti. İyi olan şey ise her benzinlikte namaz kılacak yerin olmasıydı. Her ne kadar tuvaletler temiz olmasa da çok dert etmedim, lakin bu konuda benim ülkem çoook daha temiz."





Yazı ve haber fotoğrafları: Hayriye Mengüç

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.