Aç Kalpler İstanbul Film Festivali’nde seyrettiğim bir filmdi. Saverio Costanzo’nun yönetmenliğini yaptığı film Marco Franzoso’nun aynı adlı romanından uyarlanmış. IMDB’de notu 6,2 ama bence bundan daha fazlasını hak ediyor.


Vizyona girmesinin nedenleri, kaç sinema salonunda gösterildiği gibi konulara bu yazıda değinmeyeceğim. Ekolojik hayatı benimseyip bunun politik bir duruş olduğunu düşünen insanların ülkemizde gittikçe arttığını gözlemlemekteyiz. Ne mutlu ki! Öte yandan bunu ticari amaçlarla, “moda” olarak benimsemeye çalışanlar da var. İkisini ayırmak, ekolojik yaşamı kendine hayat felsefesi yapmış olanlar için çok zor değil. Ama “yeni başlayan”lar için durum biraz karışık. “Trendy” olduğu için bilmem nereden süt, peynir getirtip bu ürünlerin hangi koşullarda saklandığını, gerçekten doğal olup olmadığını, bu sıcaklarda başka bir şehre “güvenli” olarak nasıl ulaştırılacağı gibi sorularla ilgilenmeyen bir güruh olduğunu da gözlemliyoruz.


Gelelim bu konunun filmimizle ilgisine. Aslında filmin ele aldığı meseleleri, ekolojik yaşam felsefesinin toplumun çoğunluğu tarafından yeterince tartışılmadığı, anlaşılmadığı ülkemizde gündeme getirip tartışmak biraz “lüks” gibi geliyor bana. Ülkemizde hâlâ annenin kamusal alanda çocuğunu emzirip emziremeyeceği tartışılırken çocuğunu vegan olarak büyütmenin sorunlu yanlarına, babanın fikrinin de önemli olup olmadığı gibi “yeni” konu başlıklarını açamıyoruz bile. Ama filmde Mina adındaki bir kadının hamilelik ve doğum sonrası süreçte çocuğunu vegan olarak yetiştirme konusunda doktorların ya da daha genel olarak bakarsak mevcut sistemin bireye ne kadar özgürlük tanıdığı ya da veganlığın da bir sınırı olup olmadığı konuları enine boyuna çarpıcı ayrıntılarla tartışılıyor. Doğum için eğitim alan Mina, doğum sonrasında da her türlü dış müdahaleye direnerek çocuğunu istediği gibi büyütmek ister. Vegan izleyiciler için gayet olağan olarak değerlendirilebilecek bu talepler genel izleyici için obsesif kompulsif kişiliğe dair izler olarak algılanabilir. Yönetmen de bu konuda kararı izleyiciye bırakmak istiyor ama Mina’ya çocuğunu emzirtmeyerek bence fikrini belli ediyor. Çevreci, vegan vs. olmakla obsesif kompulsif kişilik arasında bir ilişki var mı psikiyatrlar bunu da araştırsın! Belki de araştırmışlardır, ben henüz rastlamadım. (Aslında vegan olarak hamileliği sürdüren kadınların gayet sağlıklı çocuklar doğurduğunu biliyoruz, bu filmde durum biraz abartılarak zihnimizin sınırlarını, ne kadar çevreci olduğumuzu, muhafazakârlığımızı da sorgulamak için yönetmen bir imkan sunuyor.)



Öte yandan filmin başından itibaren Mina’nın gördüğü düşlerde gerilimi olabildiğince canlı tutuyor. Düşlerdeki motifler birer metafor olarak insanoğlunun vahşi yanını açığa çıkarıyor. Filmle ilgili daha fazla ipuçu vermeden ben yazıyı noktalayayım en iyisi. Size iyi seyirler!



Özge Soylu Bozdağ

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.