Suruç katliamının üzerine sosyal medyada paylaşılanlar tüyler ürpertici. Düşünmeden edemiyor insan bu insanlar nasıl bu kadar acımasız olabiliyor?


Elinizde bir kağıt var ve bu kağıdı kullanarak bir ev şekli yapmak istiyorsunuz, ne yaparsınız?


Kağıda bir ev çizip kağıdın ev olmayan kısımlarını kesersiniz. Bu kadar.


Kimlik oluşturup bu kimliği güçlü tutmanın yolu da istemediğiniz kısımları kesip atmaktır. Oluşturduğunuz şeyin bir derinliği, felsefesi falan olması gerekmez. Bir alan yaratmanın başlıca kuralı nelerin bu alana ait olmadığını belirlemektir.


Erkek değilim, batılı değilim, Hristiyan değilim, Kürt değilim, zengin değilim… İçeride ne olmadığına odaklanarak çizdiğimiz sınırlar kimliğimizi oluşturuyor. Fikri, felsefi, manevi olarak derinleşemeyen ve üretemeyen insanlar kimlik oluşturmanın bu en ilkel ve kestirme safhasında kalıyor ne yazık ki. Ve düşünsel ya da spiritüel bir temeli olmayan kimliklerin korunması için tek yol hırçınlık ve saldırganlık oluyor.


Çizilen sınırların dışında kalan her şey kötü, kirli, ahlak dışı kabul ediliyor. Kimliğin var oluşu biçimi dışarıda kalanların içeride olmamaları üzerine kurulu olduğu için, ya da kimlik “öteki olmayan” olduğu için dışarıdan içeri sızan her şey tehlikeli ve tehdit olarak algılanıyor.


İşin daha vahim tarafı bu sınırları çizmeye başlayıp, saplantılı bir şekilde çizmeye/kesmeye devam eden kişilerin ve toplumların çoğu kağıdın öbür yanında kalanlar hakkında hiçbir şey bilmiyor. Kimliği güçlü tutmanın tek şartı ise ev olmayan tüm diğer kağıt parçalarını karalamak, kötülemek, onlara karşı nefret, küçümseme duyguları yaratmak. Zira bu şekilde kurgulanmış toplumları bir arada ve güçlü tutan tek şey tanımadıkları diğerleri hakkında geliştirdikleri ortak olumsuz duygular ve bunların ifade edilişleri oluyor.


Bu şekilde kurgulanmış topluluktan birileri topluluğun tamamı tarafından onaylanmayan bir şeyler yapar ya da söylerse o kişilere “bunlar gerçekten ev parçasının mensubu değil” deniyor. Birliktelik o kadar pamuk ipliğine bağlı ki, topluluğun mümkün olduğunca homojen bir yapıya sahip olması gerekiyor.


Görüyoruz ki tüm bu “şunun karşısındakiyim,” “o olmayanım,” “oralı değilim,” kalıpları matruşka bebekler gibi iç içe geçmiş, benliği maskelemiş de maskelemiş. Hatta benliği hapis almış. İçerideki öz ufacık kalmış, dışarıyla ilişiği kesilmiş, karanlıkta kalmış. Yani siz ne derseniz deyin, hangi gerçeklerle, hangi akıl yürütmelerle gelirseniz gelin, bu kişinin özüne ulaşamayacaksınız. Kişi artık bireyliğini yitirmiş, ya da doğduğu andan itibaren birey olma olasılığı elinden alınmış ve devlet görünümlü inorganik bir hal almış.


İşin komik tarafı ise kendinden olmayan herkesin ölüme layık olduğunu sanan bu kişiler gerçekten kendilerinden olmayan herkes öldüğünde varlık sebeplerini, kimliklerini yitirirler. Çünkü varlıklarını tamamen diğerlerinin karşısında olmaya bağlamışlardır. Diğeri yoksa varlık amacı biter.


Bugün daha az kabuğu olanlar, özleri daha az hapis olanlar, ya da bu kabukları atmayı tercih etmiş olanlar sancıların, vicdanın ve dehşetin içinde kıvranıyor bu ülkede. Yine de kabukları atma ihtimali güzeldir, attıkça görürsünüz ki varlığınız bunların hiçbirine bağlı değildir.


Benliklerin kimliklerin içinde güneşsiz kalmadığı bir dünya dileğiyle…


Ceren Aral

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.