Merhaba, ben Seçil Yüceaktaş. Ateş ve Güneş’in annesi, Ali’nin eşiyim. Oğlum Ateş’i Mart 2010 da 40+2’de sezaryenle kucağıma aldım. Sezaryen olma sebebim gebeliğimin 40 haftayı geçmiş olmasıydı. Bunun bir sezaryen sebebi olmadığını öğrendiğimde artık çok geçti. Yine de epidural sezaryen olduğum ve oğlumu doğar doğmaz koklayabildiğim için, o harika dakikalara şahit olabildiğim için mutluyum.
Üzerinden 5 yıl geçtikten sonra kızım Güneş’e hamile olduğumu öğrendiğimde yine aynı heyecanı yaşarken bu kez daha bilinçli ve doğumuna sahip çıkan bir anne olmaya karar verdim. İkinci kez anne olma serüvenine başlarken öncelikle sezaryen sonrası vajinal doğumu (SSVD) destekleyecek bir doktor bulmak gerekiyordu. Bunun hiç de kolay olmadığını birkaç doktor gezdikten sonra anladım. SSVD’yi desteklediğini söyleyen A plus bir hastanenin profesör bir doktoru ile yolumuza devam etme kararı aldık. Ancak sonradan anladık ki‘ A plus bir hastanede, ‘hastalar isteklerine karşılık bulamıyorlar’ denmesin diye SSVD isteğimizi kabul etmiş sayın doktorumuz. Hamileliğim boyunca tüm kontrollerimde SSVD konusunda beni desteklediği izlenimini uyandırsa da, 37. hafta kontrolümde birden “38. Haftanın sonunda gelmezse sezaryene alırım, zaten hiç aşağı inmemiş kanala da girmemiş girecek gibi de gözükmüyor bir sonraki kontrolde ameliyat günü verelim hatta istersen ameliyat gününü şimdi verelim. Çünkü ben seni bekliyorum, tatilimi de senin 38. haftana göre ayarladım” deyiverdi. Sağ olsun doktorumuz çok düşünceliydi ama sanırım kızım kendi doğumunu doktorumuzun tatiline göre ayarlamamıştı maalesef.
Sezaryen kaderim değil
Yaşadığım paniği ve doktor konusundaki hayalkırıklığımı anlatamam. 37. haftamda doktorsuz kalmıştım. O gece sabaha kadar uyumadım, ağladım. Bir an önce karar vermem gerekiyordu. Doğuma sayılı günler kala doktorumun beni oyalamış, hatta kandırmış olduğu gerçeği fazlasıyla korkutucuydu ama ben yapmam gereken şeyi açıkça görebiliyordum. Aylar süren hazırlıklar sonunda hem zihinsel hem de bedensel olarak kendimi normal doğuma hazırlamıştım ve aynı motivasyonla da devam edecektim. Sezaryen doğum yeniden kaderim olmayacaktı. Tabi bu kararı verirken sevgili Ebe Arzu Çulha’dan aldığım doğuma hazırlık eğitimi, okuduğum kitaplar ve SSVD ile ilgili yaptığım araştırmalar bana ışık tuttu.
Bir arkadaşımın tavsiyesiyle sevgili doktorumuz Tamer Sözen ile tanıştık. Kendisi samimiyetiyle bize güven verdi. 37. haftada bir SSVD adayını kabul etti. Her şeyden önemlisi oluşabilecek riskleri korkutmadan, sade bir dille anlattı, yakın takiple istersek 42. haftaya kadar bile bekleyebileceğimizi söyledi. Bunu bir doktordan duymanın rahatlığı ile artık hem vücudumun hem beynimin hazır olduğunu hissettim. O an itibariyle doktorum ‘sezaryen doğum olmak zorunda’ dese de fark etmezdi, çünkü sezaryen sebebim doktorun tatil planları olmayacaktı artık.
İhtiyacım olan iki kelimeymiş meğer ‘her şey yolunda’. Ben neredeyse emindim her şeyin yolunda olduğuna ve bundan sonra da öyle olacağına ama buna sadece benim inanmam yetmiyormuş. Bu bir ekip işiymiş gerçekten. Destekçilerden biri yan çizince denge bozuluyormuş. Şimdi ekip tamamdı. Ben, eşim, ebem, doktorum ve tabii son kararı verecek olan başrol kahramanı; kızım.
Rahatla, gevşe...
Huzurlu bir şekilde beklemeye başladık. Her şey çoktan hazırdı; kızımın odası hastane çantam, süsler, hediyelikler… Arada sırada kızımın odasına gidip ona, doğunca odasında nasıl vakit geçireceğimizi anlatır, gel artık seni çok özledik, her şeyimizle hazırız seni bekliyoruz derdim. Bu arada son güne kadar sevgili Zeynep Gözübüyük’ten öğrendiğim yoga egzersizlerini yapıyor, zamanımı bol bol yürüyerek ve yüzerek evdeki zamanımı da pilates topunun üstünde geçiriyordum. Artık evde benim koltuğum pilates topuydu. Havaların çok sıcak olması ve bazı geceler uyuyamamam dışında her şey tam hayal ettiğim gibi gidiyordu. Uyku sorunumu da kadife sesli ebem Arzu’nun kaydettiği derin gevşeme telkiniyle meditasyon yaparak çözüyordum. Bütün hamileliğim boyunca hem gevşemek hem de bebeğimle bağ kurmak için bu teknik çok işime yaradı.
38. haftanın sonuna geldiğimizde neredeyse her gün ‘kızım bugün doğar mı acaba?’ diye aklımdan geçiriyor, nazlı kızımla sürekli konuşup, ona güven vermeye çalışıyordum. Bana güvenebilirdi, herkes, her şey hazırdı. Ben de ona güveniyordum. Ve bütün bu davetlerimin karşılıksız kalmayacağını anladığım o sabah geldi çattı.
Her zamanki gibi gece uyumakta zorlanmıştım. Hem sıcaktan hem de sanki heyecandan. Hissetmişim demek ki. Bir yandan da doğum başlarsa bu uykusuzlukla yorgun düşer miyim acaba diye geçiriyordum içimden. Allah yardım ederdi, gücümü kuvvetimi verirdi elbet. Salondaki koltukla yatak arasında mekik dokurken en son yatakta uyuyakalmışım. Uyandım, koltuk bozulmasın diye koşarak salona geçtim!
Bu arada saat 7 olmuş, uyurum belki diye umarak yattım tekrar; sonra hafif bir karın ağrısı hissettim, geçti gitti, bir süre sonra yine aynı ağrı ve birkaç kez daha… Ama dalga, kasılma (sancı)nın nasıl bir şey olduğunu bilmediğim için ‘saçmalama bu olamaz herhalde, bu sadece regl ağrısı gibi’ diyordum kendi kendime. Filmlerdeki o kafamıza kazınan doğum sahnelerinden, anlatılan korkunç hikâyelerden sonra insan bu kadar minik bir ağrıyı adam yerine koyamıyor bir türlü. Sonra terden midir nedendir bilemedim, bacaklarımın arası ve çamaşırım biraz ıslak gibi geldi. Bir peçete koydum anlamak için evet peçete yavaş yavaş ıslanıyordu. Yetmedi bir pet koydum. Ben hala inanamıyordum. Etraftan duyduğum ‘Suyum patladı’ ne kadar da abartılı bir ifadeymiş. Bu şekilde söylendiğinde yanardağ patlaması şiddetinde olacak, ortalığı sel alacak izlenimi uyandırıyor. Bu söylemlere göre su böyle nazikçe gelmezdi. Ali’yi uyandırdım. Bu arada saat 8.30 olmuştu. İkimizin de suratına aptal bir gülümseme yapıştı. Çok mutlu olacaktık ama ya değilse? Emin olmak için hemen doktorumuzu aradık. ‘Büyük olasılıkla doğum başlamış, hastaneye gelin bir bakalım’ dedi. Ebemize de haber verdik. Artık ikimiz de doğumun başladığına inanmıştık, içimizde havai fişekler patlıyordu, gözlerimizden belliydi. Öylesine hazırdık ki bu ana ikimizde de en ufak bir korku ve tedirginlik yoktu. Oğlum uyandı, öptüm kokladım, kahvaltı hazırladım hep o gülümsemeyle. Bu arada kasılmalar kendi kafasına göre takılıyordu. Belli aralıklarla gelip gidiyordu. Kızımın kurduğu ilk iletişimdi bu ‘Anne geliyorum, bana yol aç, yardım et’ diyordu. Kahvaltımızı ettikten sonra Ateş’i babaannesine bıraktık. Henüz ne Ateş’e ne bir başkasına bir şey söylemedik. Zaten yanımda sadece eşim ve ebem olsun istiyordum. Doğduktan sonra anne babalar da dahil herkese haber verip sürpriz yapacaktık.
Rutin kontrole gittiğimizi söyleyerek çıktık evden. 10 dakika içinde muayene için gittiğimiz hastanede olduk. Saat 10 civarıydı. Sanırım doktor ameliyattaydı ve beklemeye başladık. Yaklaşık yarım saat bekledik. Bu sırada NST’ye bağlandım ve yaşını almış bir ebe muayeneye geldi. ‘Hımm, sen sezaryanlıymışsın, zaten kasılmaların düzensiz, açılman da bir santim, suyun da gelmeye başlamış, yani zor doğurursun’ dedi. İki tokat atıp gitseydi daha iyiydi. Yüzümdeki gülümsemeyi aldı gitti. Allahtan yanımda Ali vardı da modumun düşmesine izin vermedi. Zaten en başından beri biri de çıkıp ‘ Aaa ne güzel SSVD yapacaksın!’ demedi. İnsanların gözlerinde hep o korkuyu, bilgisizliği, tedirginliği ve ‘Olmaz ama madem çok istiyorsun sen takıl biraz kendi çapında…’ bakışlarını gördüm. Ve bunu görmezden gelmeyi öğrenmiştim. Bana inanan iki kişi vardı yanımda; en başından beri eşim ve ebem.
Doktorum NST sonuçlarını inceledi, doğumun başladığını ve doğum yapacağımız hastaneye doğru yola çıkmamız gerektiğini söyledi. Saat 12 civarında Zeytinburnu’ndan Fulya’ya doğru yola çıktık. Hafif bir trafik vardı. Hastaneye varmamız bir saat kadar sürdü. Artık ben de doğumun başladığını hissediyordum. Kasılmalar şiddetlenmeye başlamıştı ama kısa sürüyordu ve ben kasılmalar şiddetlendikçe daha da mutlu oluyordum. Bebeğimin yaklaştığını hissediyordum. Bir ara saate bakıp kasılmaların sıklığını takip edelim dedik Ali’yle ama çene çalmaktan beceremedik. Ertesi gün bu saatlerde kızımızın kucağımızda olacağını hayal ederek gittik hastaneye. Yolda bolca şakalaştık, güldük. Yol boyu kasılma geldiğinde oturmanın zor olduğunu anladım. Saat 1’e doğru hastaneye vardık. Odamız hazır değildi ve biraz beklememizi istediler. Artık odaya geçmek üstümü başımı değiştirip rahatlamak ve Ali’yle baş başa kalmak istiyordum. Kendi odamda olursam dalgalar geldiğinde pozisyon almak daha kolay olacaktı. Kasılmaları oturarak ya da kalabalık bir ortamda ayakta bile olsam atlatmakta zorlanmaya başlamıştım. Çok geçmeden odaya geçtik.
Doğumistan macerası
Doğum maceramızın bu kısmı hiç de hayal ettiğim gibi olmadı. Hastane prosedürlerine maruz kalmaya başladım. Üzerime çuval gibi bir şey giydirdiler. SSVD adayı olduğum için rutin kan tahlillerini aldılar, elime damar yolu açık kalsın diye kanül taktılar. Bir sürü sorular sordular falan filan. Neyse ki çabuk gittiler. Tam o sırada saat 1.30’da ebem Arzu geldi. Birini gördüğüme bu kadar sevineceğimi ve rahatlayacağımı hiç düşünemezdim. Arzu’ya nasıl bir anlam yüklediysem; onun gelmesiyle kendimi tamamen bırakmam, onunla çalıştığımız her şeyin aklıma gelmesi bir oldu.
Bundan sonrası benim için hayal meyal… Arzu geldi, odanın kapısı kapandı ve o kapı tekrar açılana kadar başka bir dünyadaydım sanki yaşadığım bazı şeyleri hatırlamıyorum. Sanırım ‘doğumistan’ denen o yere gittim. Yani kendimi tamamen bıraktım. Sadece bıraktım. Dalgalar geldiğinde sadece nefes alıp inliyordum. Bu bana iyi geliyordu.
Hastanenin ebesi muayene etmeye gelene kadar geçen 2.5 saat içerisinde kasılmalarım hiç aralıksız devam etmiş gibi hissediyordum. Çok yoğundu, çok yakındı, hissediyordum. Hiç saate bakmamama rağmen 2 dakikada bir gelip 5 dakika kalıyormuş gibi hissediyordum, oysaki 5 dakikada bir gelip 2 dakika süren kasılmalarım varmış. Bu süre zarfında hatırladığım birkaç şey var ama detaylar yine yok. Arzu’ya asılıp kendimi tamamen yer çekimine bıraktığımı ve açıldığımı hissettiğimi hatırlıyorum. Birde Ali’nin doğum tercihleri listemizdeki doğumda yeme içme özgürlüğü maddesini yanlış anlayıp marketten iki koca poşet dolusu yiyecek içeceği odaya taşırkenki komik halini hatırlıyorum. Ve sonra dalgaların en yoğun olduğu sırada Ali’nin burnumun ucuna uzattığı çubuk krakerleri ve onları ne kadar istemediğimi, ‘istemiyorum çek şunu burnumun dibinden’ diye kızdığımı hatırlıyorum.
Saat 3’te hastanenin ebesi muayene etmeye geldiğinde dünyaya geri döndüm. Gönülsüzce muayene oldum. Söyledikleri soğuk duş etkisi yaratmıştı bende. ‘Açılma 3 cm’ dedi. ‘Neeee!!’ diye bağırdım. O an yapamayacağımı hissettim, olmuyordu, yorulmuştum, devam etmek istemiyordum. İşte o kritik anda birilerinin motivasyonumu geri getirmesi gerekiyordu. 3 cm beni bitirmişti. Oysa benim hissettiğim en az 7 cm’di. Ama sanırım yanılan ben değilmişim. Arzu ‘hatırlarsan sana kadınların dayanamıyorum dedikten çok kısa bir süre sonra bebeklerine kavuştuklarını söylemiştim’ dedi. Ama ben o aşamaya çok erken geldiğimi, 3 cm’de pes etmek üzere olduğumu düşünmüştüm. Arzu ‘sen santimlere takılma, çok iyi gidiyorsun, inan bana’ dedi ve birkaç yoga hareketiyle açılmayı hızlandırmaya çalıştık.
Sonra nedendir bilinmez, beni sancı odasına almaya karar verdiler ya da bana sordular, tam olarak hatırlamıyorum. Odaya geçtik, artık kendimce uzatmaları oynuyordum, sırf Arzu gaz verdi diye biraz daha gayret ediyordum. Beni rahatlatmak için duşa sokmayı önerdi. İyi bir fikir gibi geldi. Bu sırada Ali market poşetlerini taşısam mı taşımasam mı diye düşünürken diğer odadan henüz gelememişti. Ben üstümdeki çuvalı çıkardım. Bir yandan da içimden ıkınmak geliyordu. Saat 3.30 olmuştu yani 3 cm şokunu yaşadıktan sonra sadece yarım saat geçmişti. Ara ara ıkınıyordum sanki, Arzu’da fark etti. ‘ Sen ıkınıyor musun’ diye sordu, cevap veremedim. O an ne yaptığımın farkında değildim, vücudum öyle istiyordu ve yapıyordum. Banyoya girdik. Arzu duşu ayarlamaya çalışıyordu, ben de gözüme tutunabileceğim bir yer kestirmeye çalışıyordum. Duşun içindeki demire tutundum tam da aradığım şeydi. Ikınmaya başladım. Arzu duşun hemen ısınmamasına mırıldanarak söyleniyordu. Ikınırken elimi bacaklarımın arasına attığımda bir şeye değdim. Kızımın kafası… Aynı anda Arzu’da görmüş ‘ıkınma sakın küçük küçük nefes al’ dedi. Doğurmak üzereydim, hem de duşta. Güneş’im doğmak üzereydi. Dışarı Ali’ye seslendi. ‘Alii, bebek geliyor’ diye. Ali de hemşirelere bebek geldi diye seslenmiş. Hemşireler de bebek doğdu anlamış. Katta bir panik yaşandı bütün hemşireler üstüme üşüştü. Sanki ilk defa duşta doğum yapan birini görüyorlarmış gibi... Ve herkes panik halinde ‘Sakın ıkınma!’ diyordu oysa benim içimden çılgınca ıkınmak geliyordu. Hemen doğumhaneye aldılar.
Doktoruma haber verdiler ama kendisi de yarım saat önceki 3 cm açıklığa göre hareket ettiği için hastaneye henüz gelmemişti. Yetişmesi de imkânsızdı. Hastanenin doktoru Selin Hanım belli ki koşarak gelmişti. Bir yanımda Ali saçımı okşuyor, diğer yanda Arzu benimle birlikte yönlendirmek için nefes alıyordu. Ikınmaları yavaşlatmak için bir ebe bacaklarımı kapatıyor ve bebek doğmasın diye kafasını tutuyordu. İki saniyede bir ıkınma sakın demeselerdi çoktan doğurmuş olacaktım. Ama kızımla Dr. Selin hanımı 10 dakika bekledik uslu uslu. Doktor ‘evet bebek gelmiş, şimdi güçlü bir şekilde ıkınmanı istiyorum’ dedi. Bende zaten 15 dakikadır en çok bunu istiyordum. Tek ıkınmamla kızım bacaklarımın arasından kaydı gitti. Doktor da dahil herkes bu kadar hızlı bir doğuma şahit oldukları için şoktaydılar. Kızımın ağlamasıyla hepimiz kendimize gelmiştik. İnanılmaz bir şeydi. Hemen kucağıma almıştım. Beraber ağlıyorduk kavuşmanın mutluluğuyla. Güneş’im doğmuştu. Ali’yle göz göze geldik, ağladık. Tekrar aşık olduk birbirimize. Güneş çok uzun yoldan gelmişti, çok acıkmıştı, 5 dakika içinde meme emmeye başladı. 18.08.2015’te, saat 15.40’ta, 38+6. haftada, 3.270 gr ağırlığında, 50 cm boyunda doğmuş güzeller güzeli bir kızdı kollarımdaki. O sırada herkes kaybolmuştu sahneden. Sadece ben, Güneş ve Ali vardık aşk bulutunun içinde.
Seçil Yüceaktaş
YORUMLAR