Sahil Yolu’nda haftanın birkaç günü yürüyüşe çıkan bir çift vardır. Kimi zaman yürür, kimi zaman banklarda el ele dinlenirler. İster yürüsün ister otursunlar elleri birbirinden hiç ayrılmaz. Beş altı yıldan beri izliyorum, şimdi öyle tahmin ederim ki yaşları 80’i aştı. Bazı günler birisi yorgun olup, yürümekte zorlanırsa o zaman diğeri koluna girerek öyle güç verir ki, adeta birbirlerine kenetlenirler. Aşkın, sevginin yaşandığı her birlikteliği izlemek, insana büyük zevk ve heyecan veriyor. Bu ikiliyi izlemek ise bende inanılmaz bir saygı duygusu uyandırıyordu.


Gençlik günlerinde her ikisi de Feneryolu’nda otururlarmış. Hanımefendi Kadıköy Kız Enstitüsü’nde, beyefendi St. Joseph’de okurlarmış ve her gün birbirlerinin yollarını gözlerlermiş. Uzaktan bir bakışma, tüm günlerini güzelleştiren, onlara yaşama heyecanı veren, içlerini serinleten bir kaynak gibi gelirmiş. Uzaktan birbirlerine bakışır, el ele tutuşmanın hayalini kurarlarmış. Lise son sınıfa geldiklerinde hanımefendinin babası Ankara’ya tayin olmuş. O günün koşulları altında aile ve çevre baskısı nedeniyle konuşamadıkları için genç kız Allahaısmarladık bile diyemeden büyük bir hüzün içinde Ankara’ya gitmiş. Hanımefendinin tüm yaşamı beyefendinin elinin sıcaklığını özleyerek geçmiş. Çok güzel bir bayan olduğu halde, gelen tüm evlilik önerilerini geri çevirmiş. Rüyalarında platonik aşkının elini tutar, saatlerce yürürmüş. Bir sabah gülerek anlatıyordu; “Beyefendinin eline öyle odaklanmıştım ki dara düştüğümde o tutar, ateşlendiğimde alnımda onun elini hisseder, hasret çektiğimde o kucaklardı.”


Beyefendi üniversiteyi bitirdikten sonra Dışişleri Bakanlığı’na girmiş. İlk görev yeri olan Fransa’da bir Fransız bayanla evlenmiş. 40 yıla yakın çeşitli ülkelerde görev yaptıktan sonra 65 yaşında emekli olup Feneryolu’na dönmüş. Kendinden birkaç yaş büyük olan ve İslamiyet’i kabul eden Fransız eşi Türkiye’ye dönerken hastaymış. 10 yıla yakın süren titiz tedavilere rağmen kurtulamamış. Beyefendi cenaze nedeniyle bir gazeteye ilan vermiş. Emekli olup Kadıköy’e yerleşen Hanımefendi o günü şöyle anlatıyor. “İsmini hiç unutmamıştım. Gazetede görünce çok heyecanlandım. Ölüme sevinilmez ama yalnız kalışından buruk bir sevinç duydum. Kendime engel olamıyordum. İçimden bir ses “Camiye git elini sık” diye zorluyordu. Heyecan, özlem, korku içinde sabahı zor ettim. Cami’ye gittiğimde hemen tanıdım. Aradan geçen 55 yıla rağmen henüz dün ayrılmış gibi hissettim kendimi. Elini sıktım, başsağlığı diledim. Hemen tanıdı ismimle hitap etti. Elini bırakmak hiç gelmiyordu içimden. Birkaç saniye bakıştık. İçim, ruhum, gönlüm ısındı. “Görüşelim” dedi, telefonumu istedi. 15 gün sonra aradı.”


O tarihten beri birbirlerini her gün arayıp buluşuyorlarmış. Her ikisi de yalnız yaşıyorlar. Birbirlerini evlerinde misafir edip birlikte yemek yiyorlarmış. Hanımefendi “Ben hiç evlenmedim. 55 yıl onunla el ele olmayı hayal ettim. Beni okşasın, bana sarılsın, yalnızlığımı paylaşsın diye düşündüm. Daha ilerisini hiç hayal bile edemedim. Zaman zaman arzu duyuyorum ama büyü bozulur diye cesaret edemiyorum. O da anlayış gösteriyor. Birbirimizi koklamamız yanımızda hissetmemiz, kucaklaşmamız, hele, el ele tutuşmamız, benim ayaklarımı yerden kesip göklere yükseltiyor” diye anlatırken gözlerinin içi parlıyordu.


Kadın, erkek arasındaki sevgiyi yalnızca cinsellikle bütünleştirmek sevgiyi küçültür. Cinselliğin bir ömrü vardır. Oysaki sevgi sınırsızdır, ruh cinsellik olmadan doğan yakınlıklar ile de mutluluğu her yaşta bulabilir.


Yazı: Öğretim Görevlisi ve Yazar İnal Aydınoğlu

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.