Bir doğumhane nasıl olmamalı?
Ben çocukken kedilerimiz vardı. Bence her çocuğun evde ya da bahçede bir hayvanı olmalı. Onunla kurulan ilişki, bakımının sorumluluğu almak, hastalandığında bakmak, çiftleşme dönemini, doğumunu, emzirmesini gözlemlemek çocuğun hayata dair çok şey öğrenmesini sağlıyor. Benim için öyle oldu en azından.
Bizim kedilerimiz Van kedisiydi. Bir gün Van kedileri hakkında bir belgesel çekimi için evimize geldiler. Uzun uzun bizimle röportajlar yaptılar, kedilerimizin görüntülerini çektiler. 25 sene oldu çekileli ama hala kısa versiyonunu belgesel kanalında görüyorum bazen. Denk düşer de izlerseniz , Alman aksanı ile konuşan benim annem olur. Benim sadece elim gözüküyor bir yerde.
O çekimler sırasında dişi olan kedimiz hamileydi. Doğum başlayınca çekim yapmak için izin istediler. Belgesel için çok hoş olacağını söylediler, biz de kabul ettik. Doğum başlayınca çağırdık. Salonun ortasına güzel bir sepet kondu ki güzel bir arka plan olsun. Doğum gece başladığı için salonun ışıkları yetersizdi, sepetin her iki yanına da spot ışıklar koydular ve beklemeye başladık. Bekledik, bekledik, bekledik. Kedicik içeri, yatak odasına gidiyor, biz geri getiriyorduk. Biraz sonra banyoya gidiyor, biz yine kutuya koyuyorduk. O salonu terk edemeyeceğini, biz de kutuda dogurmayacağını anladık. O koltukların arkasına saklanıyor, spot ışıklar da saklandığı yerlere taşınıyordu. Saatlerce bu köşe kapmaca sürdü gitti. Ekip kararlıydı, sabaha kadar uğraştılar. Ama artık kediciğin acı çekmeye başladığını farkettik. Sorunu anlayan annem oldu: Bu çekim yüzünden kedimiz doğuramıyordu. Belgesel ekibi de anlayış gösterdi, gittiklerinden yarım saat sonra yavrular doğdu. Kıyafet dolabının en derin köşesinde!
Mahremiyet, kendini güvende hissetme, karanlık. Memeli bir hayvanın doğumunun olmazsa olmaz 3 koşulunu ihlal etmiştik. Ne zaman ki spotlar kapandı, kendisini tehdit eden, belki de doğursa bebeklerini elinden alacak yabancılar gitti, kedi kendini güvende hissetti, doğum gerçekleşti.
İnsan olarak kendimize hayvan benzetmesi yapmaktan hoşlanmıyoruz ama bizim bedenimizin işleyişi memeli hayvanlardan farklı değil. Doğumumuzda ihtiyaç duyduklarımız da. Güvenli bir memeli doğumu için anne mahremiyeti bozulmamalı, anne kendini güvende hissetmeli ve ortam çok aydınlık olmamalı.
***
'Doğurmamahane'
Oysa doğumunuzu daha güvenli yapmak üzere oluşturduğumuz hastanelerimizde bu 3 temel ihtiyaç karşılanmıyor. Doğumhanelerin çoğunda birkaç gebe aynı odada doğumu bekliyor; hemşire, ebe, personel, doktor, birçok tanımadığı kişi odaya giriyor, çıkıyor, en mahrem olmanız gereken anda, en mahrem yerinizi, birkaç çift göz iyi görsün diye spot ışıkların altında açmanız gerekiyor. Üstelik doğum yapılan masaların bacak kısımları (en "özel" hastanelerde bile) genelde her an açılabilecek kapılara bakıyor ve bu farkında olmasak da gebenin kendini güvende hissetmesini ciddi şekilde engelliyor.
Belgesel çekim ekibindekiler, varlıklarının kedimizin doğumunu zora soktuğunu anladıklarinda çok üzülmüşlerdi. Bizim de bu konulara dikkat etmiyor olmamızın kendi doğumlarımızı zora soktuğumuzu anlamamız gerekiyor artık. Bebeğin çıkışını gözlemleyip gerekli yardımı yapabilmek için o pozisyon ve o ışıklar kullanılıyor. Yardım etmek adına yapıyoruz ama yaptıklarımızın doğumun işleyişini bozma potansiyelini görmüyoruz.
Nasıl bir hastane odası, NST gibi aletler, eldiven ve dezenfektan gibi araç gereçler, ilaçlar ve sağlık personeli olmadan "doğumhane" olamıyorsa; mahremiyet, güven duygusunu veren bir ortam ve loş ışıklar olmadan da doğuma uygun olamıyor. Bazen bugünün doğumhanelerinin doğum yapan kadının ihtiyaçlarına ne kadar ters olduğunu düşündüğümde tabelayi söküp 'DOĞURMAMAHANE' yazasım geliyor.
Peki neden doğum koşulları böyle? Tıp bilimi bilmiyor mu doğumun fizyolojisini? Doktorlar neden düzeltmiyorlar doğumhaneleri?
Türkiye'de senede 1milyon 250 bin doğum oluyor. Doğumhaneler, gelen doğum sayılarına göre çok yetersiz imkanlara sahip. Doktorlar, ebeler bu koşullar altında takdire şayan bir şekilde onca doğuma yetişiyorlar ülkemizde. Bazen aynı anda 4 doğum oluyor ve bir ebe hepsine birden bakmaya çalışıyor. Bu koşullarda doğumları sağlıkla sonuçlandırabilmek için hızlı çalışmak ve belli rutinleri oturtmak gerekiyor.
Oysa doğum sabır işidir. Doğuran gebenin birebir ilgiye ihtiyacı vardır. Bunun için her gebeye en az bir ebe tahsis edilmeli, o da zaman baskısı olmadan, kişiye özel anlık ihtiyaçlarını karşılayabilecek imkanlarla donatılmalı. Her gebe, doğumun başından sonuna kadar kalacağı ve isterse yanına destek alabileceği bir yakınının girebileceği, kendisini güvende hissedecek şekilde düzenlenmiş doğum odasında doğum yapmalı. Tüm bunlar için yeterli personel ve yeterli mekan ayarlanmalı. Bu imkanları doğru kullanabilmek içinse gebeler ve aileleri doğuma etkin bir şekilde hazırlanmış olmalı. Yani emek ve bütçe gerekiyor.
Her bebek eninde sonunda doğar. Doğanın kanunu bu. "Nasılsa doğuruyor ya kadınlar, nasıl travmatik koşullarda doğurduklarının bir önemi yok!" yaklaşımı var ve ben gerekli değişikliklerin yapılmamasınu bu yaklaşıma bağlıyorum, bu doğum koşullarını kadınlara verilen değerin bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Evet, anne bebek sağlığı için uğraşılıyor ama hep teknik düzeyde.
Kadınların da doğuma gereken özenin verilmesini sadece birilerinden beklemek yerine aktif olarak talep etmeleri lazım. Talep olmazsa arz da olmuyor çünkü.
Doğumhaneleri kuran ve yöneten doktorlar değil. Hangi ebenin ve kaç ebenin çalışacağını belirleyen, onların maaşlarını ödeyen de doktorlar değil. Doktorlar onlara sunulan imkanlar ile onlara başvuran doğumların idaresini yapıyorlar. Onlar da istiyorlar uygun koşullarda çalışmayı, gebelerinin en konforlu şekilde doğum yapmalarını.
Özen gösterilmiş bir doğum herkesin hakkı, bir lüks değil. Bunu öylesine söylemiyorum, gerçek anlamda AİHM tarafından tanımlı temel insan hakkı bu. Gebeler, ebeler ve doktorlar olarak hep beraber bu hakkı herkes için ulaşılabilir hale getirmek için çalışmamız lazım. Çok da zor değil. Kadına ve doğuma biraz değer verilmesi yeter.
YORUMLAR