Sandığımızdan daha zeki olabiliriz
On iki fare seçiyor. Altışarlı iki gruba ayırıyor. Sonra her gruba altı çocuk veriyor. Çocukların işi, labirentin bir ucundan diğerine ulaşmaları beklenen farelerle ilgilenmek. Birinci gruptan sorumlu çocuklara, labirentlerindeki farelerin titizlikle seçildiği ve olağanüstü sonuçlar beklendiğini söylüyor. İkinci gruptan sorumlu çocuklara ise sorumluluklarındaki farelerin genetik nedenlerden ötürü sıra dışı özellikler taşımadıklarını, muhtemelen labirentte yollarını bulamayacaklarını bildiriyor.
Sonuçlar, öngörülerini büyük ölçüde doğruluyor. İkinci labirentteki fareler, başlangıç noktasında yerlerinden kıpırdamıyorlar bile. Sonuçları analiz ederken, farelerinin son derece zeki olduğuna inanan çocukların onlara sıcak, samimi ve arkadaşça davrandıklarını tespit ediyor.
1967’de gerçekleştirdiği bu deneyden dört yıl sonra Robert Rosenthal, deneyin bir benzerini Lenore Jacobson ile yeniliyor, ama bu kez insanlarla. Tek fark, iki psikoloğun genetik nedenlerden ötürü sıra dışı özellik taşımayanlardan bahsetmemeleri. San Francisco’da, hayatlarını çok zor ekonomik koşullarda sürdüren göçmenlerin yaşadığı fakir bir semtteki bir ilkokulu seçiyorlar. Sahte kartvizitler kullanarak kendilerini Harvard Üniversitesi’nin gerçekleştirdiği geniş kapsamlı bir araştırmanın yöneticileri olarak tanıtıyorlar ve çocuklara IQ testi uygulayacaklarını söylüyorlar. Aslında onları destekleyen, Ulusal Bilim Kuruluşu ve sıradan sorulardan oluşan bir test söz konusu.
Testi gerçekleştiriyorlar. Ardından öğretmenlere sonuçları ulaştırıyorlar. Ancak bunlar gerçek değil, çocuklara gelişigüzel puan vererek oluşturdukları sonuçlar. İsimlerini tesadüfen seçtikleri ve teste katılanların yüzde yirmisine tekabül eden sayıda öğrencinin puanını çok yüksek tutuyorlar.
Yıl sonunda aynı testi tekrarlıyorlar. Sonuçlar, tıpkı birinci gruptaki farelerde olduğu gibi beklentilerini yansıtıyor. Çok yüksek puan verdikleri öğrenciler, testte 5 ile 25 arası daha fazla puan alıyorlar. Derslerde aldıkları notlarda da yükselme olduğunu görüyorlar. Sonuçları analiz ederken tespit ediyorlar ki, öğretmenler, “zekâ testinde çok yüksek puan alan, yüzde yirmilik gruba giren öğrencilere” anlayışlı, şefkatli davranıyorlar ve onlara özel ilgi gösteriyorlar. Meselâ onlara daha fazla gülümsüyorlar, cesaretlendirici sözler ediyorlar, en ufak başarılarını bile takdir ediyorlar.
Başka kelimelerle söylersek:
Bir, öğretmen “zeki” kabul ettiği, yeteneklerine ve becerilerine inandığı çocuklara karşı olumlu bir davranış ve tutum geliştiriyor.
İki, bu davranış ve tutumlar karşısında çocuğun kendine güveni ve inancı artıyor, motive oluyor ve performansı yükseliyor.
Çocuk, öğrenci, okul, öğretmen, labirent... Kulağa uzak gelebilir, ancak bu iki deneyin sonunda varılan sonuçlar, aslında labirentle ve sınıflarla sınırlı değil. Psikoloji biliminin tespitlerine göre, labirentteki fareler ve sınıftaki çocuklarla yetişkinler arasında fark yok. Yaşı kaç olursa olsun, bir kişi, kendi zekâsına, yetenek ve becerilerine inandığında, kendine dair tutum ve davranışları olumlu yönde değişiyor ve bu değişim hayatının her alanında kendini gösteriyor. Maalesef tersi de doğru. Kişinin şahsına dair algısı ile hayattaki başarıları ve başarısızlıkları arasında doğru orantılı bir ilişki var.
Başkaları ve bizimle ilgili inançları, biz ve kendimizle ilgili inançlarımız bir sarmal. Başkalarının bizimle ilgili inançları, bize karşı geliştirecekleri tutumu belirliyor. Başkalarının bize karşı geliştirdiği tutum, bizim kendi hakkımızdaki inancımızı belirliyor. Kendi hakkımızdaki inancımız da davranışlarımızı tayin ediyor.
Peki bu bir kural mı? Böyle sürüp gitmek zorunda mı? Elbette hayır, bu, yaşanan durumun sözlü fotoğrafı ve kişi, kendine dair inançlarını başkalarının onunla ilgili inançlarına göre oluşturmak zorunda değil. Ya nasıl oluşturacak? Önce bu durumu fark etmesi, sonra kabul etmesi ve ardından kendiyle ilgili olumlu düşünceler geliştirmesi gerekiyor. Sonuncusu, bir anlamda kendini keşfetmesi anlamına geliyor. Eğer kişi kendini keşfetmeye hazırsa bu süreç daha kolay ilerliyor ve başkalarının onunla ilgili inançları yerine kendi inançlarına odaklanıyor. Hangi inançlara odaklandıysa, o inançların gerektirdiği biçimde davranıyor. Bu durumda, başkalarının ona dair düşüncelerini şekillendiren kişinin davranışları oluyor.
Özetlersek, sandığımızdan daha zeki olabiliriz. Belki kendimize inanmaya, güvenmeye ve o öğretmenlerin diğerlerinden daha zeki zannettikleri çocuklara davrandıkları gibi, kendimize biraz daha şefkatli ve özenli davranmaya ihtiyacımız var.
YORUMLAR