Makyajsız hayat
İlk makyajımı yaptığımda on yedi yaşındaydım. Üniversiteye henüz başlamıştım. Göz kapaklarıma her gün yeşil parlak far sürüyor, kirpiklerimi rimelle dolduruyor, dudaklarıma bordo ruj çekiyordum. Farın parlaklığı yaldız zafiyetimden değildi. Sanırım, tenimin üzerinden bir yasağın kalkmasını kendimce kutluyordum.
Fakat tek kişilik kutlamam kısa sürdü. “Rimelin akmış”, “Farın uçmuş”, “Rujun ne çabuk silinmiş”, “Çok soluksun, fondötenini tazelesen iyi olur” sözlerini takiben tuvalete koşup yüzümü kontrol etmekten sıkıldım. Esnemek, elimi gözüme götürmek, dudaklarımı arada bir ısırmak gibi doğal durumları kendime yasaklamak saçma gelmeye başladı. Fark ettim ki, aslında çantamda fazlalık olarak da gördüğüm malzemeleri beni kısıtladıkları için sevmiyorum. Bir bahar sabahı okula giderken, vapurda içime çektiğim mis gibi taze havanın, sürdüklerimden ötürü tenime temas edemediğini hissedince o malzemelerin hepsini çantamdan çıkardım.
Sonraki yıllar içinde birkaç makyaj yapma girişimim daha oldu. Fakat tamamı, bütün gözeneklerimin tıkalı olduğu duygusuyla son buldu. Malzemeler sağa sola dağılırken ben rahatladım. Makyajsız mutluydum, fakat bu kez de işyerlerinde, kadın-erkek fark etmeksizin müdürlerim bazen “biraz makyaj yapmamı” tavsiye ediyorlardı. Tavsiyeleri dinlemedim. Yorgunsam, solgunsam çok çalıştığımdandı, o halde makyaja değil, izne ihtiyacım vardı. Makyaj malzemeleri gibi onlarla da vedalaştım.
Vedalaştığım, sadece göz kalemleri, rimeller, rujlar, fondötenler ve müdürler olmadı. Bugün cidden işkence amaçlı tasarlandıklarını düşündüğüm topuklu ayakkabılara, ince çoraplara, pantolon-ceket takımlara da elveda dedim. Ve içine kondurulmuş biblo gibi hissettiğim naylon hayat bitti, benim gerçek hayatım başladı.
Bugün bakınca, makyajın yüze sürülen boyaya indirgenecek kadar basit bir konu olmadığını görüyorum. Makyajın yüze biraz renk vermekten, daha az yorgun görünmek için ufak tefek hilelere başvurmaktan, bir çukuru doldurmaktan, sivilceyi kapatmaktan, bir morluğu görünmez kılmaktan öte anlamları var. Olandan sıkıntı duymak, memnun olmamak, utanmak, onu saklamak, örtmek, başka türlü göstermek gibi. Bir tür sansür, otosansür.
Makyaj, bir konsept. Hayatla arana çektiğin yumuşak, kimyasal duvar. Yüzüne ne kadar boya sürüyorsan davranışlarına, hal ve tavırlarına, üstüne başına, konuşmalarına, saçlarına o da kadar “çekidüzen verme” gereği duyuyorsun. Nasıl ki gözeneklerini tıkadığın tenin nefes alamayıp acı çekiyor, rahatsız giysilerle büzüşen kasların, tarak kemiklerin de isyan etmeye başlıyor. Onları duymak ya da kulaklarını tıkamak sana kalıyor.
Makyaj benim için “görüntü verme telaşı” ve hiçbir şeyi kapattığına inanmıyorum. İnsan içinde nasılsa, dışında da öyle. Mutluysa mutlu, mutsuzsa mutsuz. Öfkeliyse öfkeli, sakinse sakin. Bezginse bezgin, dinginse dingin. Hesaplar içindeyse hesaplar içinde, samimiyse samimi. Gözbebeğindeki mutsuzluğu, öfkeyi, bezginliği, hesabı gizleyecek bir boya yok. Hal ve tavırlara da sirayet eden bu duyguları gizleyecek kelime, davranış, üst-baş olmadığı gibi.
Mutlu, kendiyle iyi geçinen kimse, gözünün altındaki halkalara takılmıyor, yüzündeki çıkıntıyı da çukuru mesele etmiyor. Kirpiğiyle, kaşıyla fazla oynamıyor. Aynaya bakıp durmuyor. Lâzım geldiği gibi görünmeye çalışmıyor, nasılsa öyle görünmesi için kendine izin veriyor. Söylemesi gerekeni değil, gönlünden geçeni söylüyor. Gerekeni değil, içinden geleni giyip evden çıkıyor. Saklayarak ya da zorla değil, dolu dolu gülüyor.
Makyaj sadece yüze sürülen boyadan ibaret değil. Makyaj bir yaşam biçimi. Olduğun gibi olmamak. Kendini sevmemek ya da yeterince sevmemek.
Bir genç kadın, tam da bunu demiş geçenlerde. Hayatını makyaj yaparak kazandığını söylesek yalan olmayacak bir kadın, Hadise, “Ben makyajsız halimi de seviyorum” demiş. Kendini makyajsız da beğenmekten, öyle de güzel bulmaktan değil, kendini sevmekten bahsetmiş.
Sonrasında, aralarında hayatını makyaj yaparak kazananların da bulunduğu birçok kadın, makyajsız fotoğraflarını paylaşmış. Tek kelime etmeden “Kendimi seviyorum” demişler. Bu fotoğrafları çerçeveleyip bir sergi düzenlesek, adını hiç düşünmeden “Kendimi seviyorum” koyabiliriz. Hatta makyajsız halleriyle kısa röportajlar yapabiliriz. Giderek daha az makyaj yapan, makyajsız sokağa çıkmaktan çekinmeyen bu kadınlara hayatlarında başka nelerin değiştiğini sorabiliriz. Giderek başka nelerden çekinmediklerini, yüzlerine boya sürmeye mecbur hissetmedikleri gibi başka nelere mecbur hissetmediklerini anlatabilirler. Kendilerini neden sevdiklerini biraz açıklayabilirler.
Bu çağın kadını güzel olmaya, kendini beğendirmeye çalışmaktan yorgun. Sadece bundan değil, kendini güzel bulmaya, kendini beğenmeye çalışmaktan da yorgun. İşte bu yüzden bir kadının çıkıp “makyajsız halimi de seviyorum” demesi çok kıymetli.
Makyajsız hayatın kendini sevmekle bir ilgisi var.
Kim kendini makyajsız da seviyor?
YORUMLAR