Anne mi, kadın mı?
Birkaç ay önce twitter’da denk gelmiştim. “Anne” diye bir insan cinsi olmadığı, kadının kadın olduğu mealinde bir cümle yazmıştı bir hesap. Yüzlerce kadının beğendiği, retweet’lediği mesajın altında öfkeli yorumlar uzayıp gidiyordu.
Hesabın sahibinin kendine seçtiği ismin uzantısının “anne” olduğunu görünce durdum. Tweet’lerine bakarken diğer sosyal medya hesaplarını merak ettim. Aynı ismi kullandığı için bulmam zor olmadı. Facebook hesabındaki fotoğraflarda kendisi, çocukları ve arada bir kocası yer alıyordu. Yazdığı mesajlara, paylaştığı bağlantılara baktım. Tamamı, çocuk bakımı ve eğitimi ile ilgiliydi.
Sonra twitter’a, o mesajın altındaki yorumlara döndüm. Bu yorumların sahiplerinin hesaplarını inceledim. Facebook hesapları herkese açık olanların yayınladığı fotoğraflarda hep kendileri ve çocukları, nadiren ailenin diğer üyeleri vardı.
Huzursuz hissettim. Çocuğu olan kadını anneliğe sıkıştıran kafa can sıkıcıydı, evet. Ancak sosyal medya hesaplarında kendine seçtiği ismi “anne” diye bitiren ve sadece anne-çocuk başlığı altında toplanabilecek konulara eğilen, kendini başkalarına tanıtmak için seçtiği fotoğraflarda istisnasız çocukları bulunan bir kadının, “’Anne’ diye bir kadın cinsi yok, kadın kadındır” diye terslenmesi de sıkıntılıydı. Sadece anne değil, aynı zamanda kadın olduğunu kızgın sözlerle dile getiren ama kendilerini sosyal medyada ifade etmek için çocuklu görselleri tercih eden kadınların durumu da farksızdı.
Çocuk doğurdu diye kadınlıktan bir tür men edilmeye karşı tepki veren kadınlara karşı değildim, fakat durumu da içime sindiremiyordum. Baktığım fotoğraflarda ben de önce anne görüyordum.
Gelgelelim, hiç tanımadığım kişileri, çocuklu fotoğraflarına bakarak anneliğe mahkûm edemezdim. Çünkü sosyal medya hesaplarında genellikle çocuklarıyla çekilmiş fotoğraflarını paylaşan ama üzerlerinde hiç anne havası olmayan arkadaşlarım vardı. Fotoğraflar yanıltıcı olabilirdi.
Ne var ki anne havası olan, olmayan kadın ayrımı yapmak için arkadaşlarımla sınırlı kalmam da adil değildi. O günden sonra ister istemez dışarıda gördüğüm, tanımadığım kadınlara farklı bir açıdan bakmaya başladım.
Bir akşam üzeri bir kafede otururken, bahçedeki mini parkta, henüz ayaklanmış kızıyla oynayan kadın gözüme çarptı. Kot pantolonuyla dökümlü beyaz gömleğini kalem topuk ayakkabılarla tamamlamıştı. Hareket ve tavırlarında annelik vardı. Bu düşüncem saçma gibi geldi ama kadının yüzünü gördüğümde yine aynı şeyi düşündüm. Yarım saate yakın izledim onları. Kadın sanki kendini dünyaya kapatmış gibiydi. Duruşunda, kızından başka bir şey düşünmemekten gelen bir yorgunluk vardı sanki.
O günlerde okuduğum haberin başlığı geldi aklıma: Nasıl hissediyorsak öyle görünüyoruz.
Takip eden günlerde pazarda, fırında çocuklarıyla alışveriş eden, sokakta ellerinden tutmuş yürüyen kadınlara dikkat ettim. Kimi, kafası halledilmesi gereken meselelerle doluymuş gibi başı önünde yürüyordu ve ben ona bakınca “anne” olduğunu düşünüyordum. Fakat bazısı, çocuğunun elinden tutarken bile “kadın gibi” görünüyordu.
İçimden “kadın gibi” diye geçirdiğim an sordum kendime. “Kadın gibi görünmek” ne demek? “Anne gibi görünmek” ne demek? Ben bir kadının anne gibi ya da kadın gibi görünüp görünmediğine nasıl karar verebilirim?
Kendimi dinledim biraz. Bir karar vermiyordum, sadece bende uyandırdıkları izlenimden, duygudan bahsediyordum.
Anne gibi görünen kadın kimdi? Cevabı zor değildi.
Önceliğinin, çocuğu veya çocukları olduğunu hisseden kadın.
Önceliği, kendisi olmayan kadın.
Kendi ihtiyaçlarını hatırlayamayacak kadar meşgul kadın.
Çocuklarından bağımsız, kendine ait alanı olmayan kadın.
Yorgun kadın.
Bu çağ, “anneyi” bu çerçevenin içine sığdırıyordu.
Ya kadın gibi görünen kadın kimdi? Anne gibi görünen kadının tersi mi? Hayır. Anne gibi görünen kadını tanımlayan ifadelerin aksini, pekâlâ bir erkeği tanımlamak için de kullanabilirdim. O halde kadın olmak ne demekti?
Kadın olmak, kadın hissetmekle ilgili bir şeydi. İnce topuk ayakkabıya, dekolteye, makyaja, parfüme indirgenemez, bunların hiçbiriyle açıklanamazdı.
Kendini kadın hisseden kadının, kadın olarak dünyaya gelmiş hemcinslerinden belirgin bir farkı vardı.
Erkekten farkının farkında olan kadındı.
Erkekten farklı olan doğasını göz ardı etmeyen, gizleme zorunluluğu duymayan kadındı.
Oturup, klitoristen memeye bu farkları saatlerce konuşabilir, sayfalarca tartışabiliriz. Eğer “anne diye bir insan cinsi yok, kadın kadındır” diye ısrar ediyorsak, zaten önce bunu tartışmalıyız.
Çocuğu ya da çocukları olan kadınlar, kendilerini ne kadar kadın hissediyorlar?
Onlar için kadın olmak, kadın gibi hissetmek ne demek?
Ya anne olmayan kadınlar? Kadın olmaktan anladıkları ne?
Kadını anneliğe hapseden koşullara ve bakış açısına tepki gösterdiğimiz kadar katkıda bulunuyor olabilir miyiz?
Hepsini tartışmalıyız. Haklı çıkmak, galip gelmek için değil, kadın hissetmeyi ve kadın olmayı doğru anlamak için.
YORUMLAR