Facebook’suz hayat

Bir şey arıyorum. Tam da olması gereken yere, internetteki ilanlara bakıyorum ama bir türlü bulamıyorum. Güneşli bir gün, kaldırımda yürürken aradığımın aynısına sahip birine denk gelince soruyorum.

“Nerede, nasıl bulurum?”

“Facebook hesabınız var mı?”

“Yok.”

“Ah yazık! Orada bir grup var, ona üye olabilseydiniz karşınıza birçok seçenek çıkardı.”

“Başka yolu yok mu?”

Birkaç site ismi söylüyor, not ediyorum, teşekkür ediyorum.


Otobüste kendi kendime konuşuyorum. “İşte kapatınca da böyle oluyor. Yeniden açmam mı lazım? Hiç istemiyorum ki!” Eve gelince internete giriyorum. Alternatifler önüme dökülüyor. Hesabımı aktif hale getirmeme gerek kalmadığı için rahatlıyorum.


“Bir daha asla!” türünden büyük laflar etmek istemiyorum. İnsan en çok da ettiği büyük lafları yutmak zorunda kalıyor. Dilerim, bu ikinci ve son olur.


Facebook ortaya çıktığında Aktüel’de muhabirdim. Dergideki çoğu arkadaşım üye olunca ben de bir hesap açmıştım. Onları seviyordum, iş dışındaki saatlerde internette eğlenmeye devam ediyorduk. Fakat iki durumdan rahatsız olduğumu fark ettim. Bir, internet başında fazla vakit geçirmeye başlamıştım. İki, yolda karşılaşsam selam vermeyeceğim, bana selam vermeyeceğini bildiğim kimselerden arkadaşlık teklifi alıyordum. Kendine dönük, ancak dört-beş yakın arkadaşı olan, herkesle çabuk kaynaşmayan ve bilhassa şakalaşmayan, herkesin yanında her şeyini konuşmayan biri olarak kendimi fazla göz önünde, fazla çıplak hissediyordum. Ortamı hızla terk ettim.


Dört-beş yıl sonra hesabımı yeniden aktif hale getirdim. Şehirden uzakta, iyice izole bir hayat yaşarken, iyi duygular beslediğim kimselerle aramdaki bağı korumak istiyordum. İzlerini tamamen kaybettiğim birkaç eski arkadaşımla yeniden buluşmamızı da sağlayınca, Facebook’a bakışım değişti. Hesap benimdi, nasıl istersem öyle kullanırdım. Kısa bir süre sonra, internet sitesinde çalışmaya başlamamla beraber bu çember, hayatımda önemli bir yer edindi.


Birkaç kedi-köpek fotoğrafı dışında özel hayatıma dair bir şey paylaşmasam da kısa sürede çok vakit geçirdiğim bir yer oldu Facebook. Messenger nedeniyle haberleşme aracı olması bu süreyi uzatmaya başladı. Gelen mesajları okumak için girdiğimde kırmızı bildirimlere, derken biraz aşağıda gözüme takılan bir gönderiye bakmadan geçemez oldum. Facebook, giderek bir el alışkanlığına dönüştü. Bir gün hesapladım. Gördüm ki, günde ortalama bir saati Facebook’ta geçiriyorum.


Bu süreyi azaltmak için kendime direnmem gerekmedi. Çünkü son bir yıldır beni geren, rahatsız, huzursuz eden, çok az konuştuğum, ancak ihtiyacım olunca açtığım bir yerdi artık. Biriyle haberleşmek için, birinden haber almak için, yazdığım yazıları paylaşmak için.


Bir gün duvarıma baktım. Paylaştığım, sadece yazılarım. Hiç sevimli görünmüyor. Yazı paylaşmaya devam etmek için araya bir şeyler serpiştirebilirim elbet, ama o da içimden gelmiyor. Ana sayfama düşenlere baktım. Birinin anneannesi vefat etmiş, birinin annesi. Tek tek özel mesaj yazıp başsağlığı diledim. Biri, komşusunun ölen kedisinin fotoğrafını paylaşmış. Komşu için de üzüldüm ama bu kişiyi tanımadığım için başsağlığı dilemeyi uygun bulmadım. Birkaç kişinin doğum günüydü, içimden kutlamak gelmedi. Bozulurlar mıydı? Benim de bir doğum günüm vardı ama ilan etmediğim için olacak, akıllarına gelmiyordu. Doğum günü, hatırlatılan değil, hatırlanan bir şeydi. O zaman bozulacak bir şey yoktu.


Birkaç kişi öfkesini kusmuş, kızdığı şeye öfkesini ifade etmeyenleri isim vermeden suçlamıştı. Eleştirmiyorum, benim de bir dönem yaptığım şey. Facebook böyle bir mahalle. Daralınca pencereyi açıp ortaya küfür sallamak, hatta yoldan geçene taş atmak, sonra içeri girip sofrayı hazırlamak serbest.


Sayfayı yeniledim. Güzel fotoğraflar vardı. Beğenmeye elim gitmedi. Çünkü kimsenin çocuğunun pekiyi dolu karnesini, takdir teşekkür belgesini beğenmemiştim. Ne çocuklara, ne de çocuklarının mutluluğunu belgeleyip yayınlayanlara gıcığım var. Bu gönderilere bakınca karnesi kırık, kimsenin takdir, teşekkür etmediği çocuklar aklıma geliyor, ondan.


Baktım. Altı yüz küsur arkadaşım var. Yarısından fazlasıyla bir kere bile yüz yüze gelmiş değilim. Gönderilerini görmemek için filtrelediklerimin sayısı artıyor. Kim bilir kaç kişi de beni filtrelemiştir, filtrelemektedir. Öyle ya, her şey karşılıklı hayatta.


Düşündüm. Dedim ki: “Hesap, sayfa, duvar senin olsa da Facebook’u kontrol etmen mümkün değil. Her girdiğinde seni kurt gibi kemiriyor. O zaman ne işin var burada?” Yazılar mı? Bir Facebook’ta paylaşınca okunuyorlarsa yazma zaten.


Bu ikinci gidişim Facebook’tan. Kardeşlerinden de tamamen ayrıldım. Hissettiğim şey rahatlık, mutluluk, huzur. Dilerim, hayat beni ona da kardeşlerine de mecbur etmez.


Etmez herhalde, büyük konuşmadım çünkü.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Çok dogru; ayak üstü bir toplantıda tanistigin insan bile ece varmı diyor.ee ekle arkadaş olalım tamam da seni tabi.iyorum xitemiyor insan..sanki mecburmuzuz gibi alışkanlık oluyor.gereksiz zaman kaybı. Sanal dünya gereksiz dunya
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.